Pandemi sonrası dünya ve ekonominin geleceği
Kovid-19 krizi ilk etapta kamu sağlığını tehdit eden bir küresel meydan okuma olarak ortaya çıkmış olsa da, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki yaşam biçimlerini, siyasi ve ekonomik düzenleri derinden sarstı.
Son yıllarda ABD-Çin ekseninde başlayıp yayılan ticaret savaşları ve reel ekonomiyle finansal sektör arasındaki kopma eğilimlerinin kırılgan hale getirdiği dünya ekonomisinde 2020 yılının uzun vadeli bir toparlanma döneminin ilk aşaması olması bekleniyordu. Ancak işler hiç de beklendiği gibi gitmedi. Mart ayında patlak veren yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını, ekonomik ve sosyal alanlarda tam anlamıyla bir küresel kilitlenmeye yol açıp tüm iyimser senaryoların boşa çıkmasına yol açtı. Kovid-19 krizi ilk etapta kamu sağlığını tehdit eden bir küresel meydan okuma olarak ortaya çıkmış olsa da; gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki yaşam biçimlerini, siyasi ve ekonomik düzenleri, toplumların sosyalleşme ve mobilite eğilimlerini derinden sarstı.
2019’un son aylarında Çin’in Hubey eyaletinin Vuhan kentinde ilk kez ortaya çıkan virüs, beklenmedik bir hızla birkaç ay içinde dünya çapında 213 ülke ve bölgeye yayılarak yaklaşık 11 milyon kişiyi enfekte etti ve 500 binden fazla kişinin hayatını kaybetmesine neden oldu. Böylece siyasi ve ekonomik küreselleşme süreçlerinin 1980’lerden bu yana hızlandırdıkları piyasa entegrasyonu ve insan hareketliliği sonucu olumlu katkılar yapmakla birlikte, kamu sağlığı risklerinin de hızla yayılmasına zemin hazırladıkları somut biçimde görüldü. Çin ve Avrupa ülkelerinde ilk dalganın neden olduğu şok hissi atlatılıp normalleşme süreçleri ilerletilmeye çalışılırken, salgının en fazla can kaybına neden olduğu ABD ile Brezilya, Rusya ve Güney Asya ülkelerinde sağlık riskleri hâlâ ciddiyetini koruyor. Karar alıcılar bir taraftan kademeli normalleşme senaryoları hazırlarken diğer taraftan sonbahara doğru ikinci bir virüs dalgasının yayılması ihtimaline karşı endişeleri gidermeye çalışıyorlar. Doğal olarak, verilere ve gerçekçi tahminlere dayalı ulusal ve küresel gelecek senaryoları oluşturmak için bu toz duman ortamının bir nebze sakinleşmesini beklemek gerekecek.
Küresel karantina döneminin dijitalleşme, evden çalışma, uzaktan iletişim gibi eğilimleri güçlendirmesi ihtimal dahilinde görülse de bu süreçlere ayak uyduramayan kesimleri dışarıda bırakıp toplumsal gelir adaletsizliklerini daha da derinleştirmesi güçlü bir ihtimal olarak önümüzde. Sosyal hayatın, seyahatlerin, üretim ve iletişim alanlarının kuralları sağlık öncelikleri ışığında yeniden yazılırken toplumsal dayanışmanın ve yardımlaşma geleneklerinin güçlendirilmesi şart. Aksi halde bir yandan dijital dünyanın avantajlarından faydalanan yeni milyarderler ortaya çıkarken diğer taraftan yoksulluk ve işsizlik içinde kıvranan milyonların ortaya çıkması hiç de yabana atılır bir ihtimal değil.
Piyasa dengelerinde yeni maliyet koşulları
Öncelikle Kovid-19 salgınının dünya sistemi ve küresel ekonomi üzerindeki uzun vadeli etkilerinin gerçekçi biçimde değerlendirilmesi için normalleşme sürecinin belli bir aşamaya ulaşması ve salgının büyüme, istihdam, yatırım gibi alanlardaki yansımaları üzerinde kapsamlı hasar-tespit çalışmaları yapılması gerekiyor. Ancak ilk etapta farklı coğrafyalarda insan topluluklarının fiziki hareketliliğini ve kitlesel olarak bir araya gelişlerini kısıtlayıp ekonomik ve sosyal düzenlerin duraklamasına yol açan kilitlenme (lockdown) uygulamalarının kalıcı psikolojik etkileri olabileceğinin altını çizmek yerinde olacak. Kamu sağlığı riskleri hızla yayılıp binlerce insanın hayatını kaybetmesine, milyarlara ulaşan nüfusların ise evlerine kapanmasına neden olurken, toplumsal karamsarlık ve kötümserlik dalgaları küresel çapta yayıldı. Diğer taraftan dünya ekonomisindeki büyüme dinamikleri hem arz hem de talep yapıları içinde ortaya çıkan yapısal daralma baskıları sonucu ciddi darbe yedi. ABD ve Avrupa ekonomileriyle birçok gelişmekte olan ülkede daralma sürecine girilirken; Çin ve hızlı büyüme hızlarıyla dikkat çeken Asya ekonomileri büyüme ivmelerinin düşmesiyle yüzleştiler. Dahası, üretim süreçlerinden tüketim ve hizmet sektörlerinin tasarlanmasına uzanan bir yelpazede küresel büyüme dinamiklerinin önümüzdeki dönemde onarılmasını derinden etkileyecek ve daha önce hiç hesapta olmayan kamu sağlığı maliyetleri ortaya çıktı.
Kovid-19 döneminin tetiklediği olağanüstü şartlar altında kamu sağlığı risklerinin gözetilmesi hem farklı sektörlerdeki firmaların hem de bireysel tüketicilerin bir numaralı önceliği haline geldiği için, piyasa dengelerinin yeni maliyet koşulları ışığında yeniden oluşması gereği doğdu. Ekonominin arz tarafındaki üretim süreçleri salgının zirve noktasına ulaştığı dönemlerde sosyal mesafe kuralları ve uluslararası tedarik zincirlerindeki aksamalar nedeniyle yavaşladı ya da kesintiye uğradı. Bu yüzden tedarik zincirlerinin yerel üreticileri önceleyecek ve kamu sağlığı krizlerinden etkilenmeyecek biçimde yeniden yapılandırılmaları üretici sektörler için ciddi bir ihtiyaç olarak gündeme geldi. Diğer yandan, insanlar arasında yüz yüze iletişime dayanan eğitim, haberleşme, bankacılık, perakende alışveriş, turizm, eğlence gibi hizmet sektörlerinde işlerin birden kesintiye uğraması mümkün olan her alanda çevrimiçi çözümler geliştirilmesini ve dijitalleşme süreçlerinin hızlandırılmasını tetikledi. Önümüzdeki dönemde küresel çapta insan hareketliliğinin ve uluslararası seyahatlerin en azından orta vadede kısıtlanacağı göz önüne alındığında uzaktan eğitim, mobil bankacılık ve sigortacılık, dijital alışveriş ve eğlence sektörlerinin büyüme ivmelerini koruyacaklarını öngörmek zor değil. Zaten Kovid-19 salgını sürecinde özellikle dijital dünyada aktif olan küresel şirketlerin piyasa değerlerinin artması ve başta ABD olmak üzere gelişmiş ekonomilerde bu şirketlere yatırım yapan milyarderlerin sayılarının artması gelecek trendleri ile ilgili olarak yeterli fikir veriyor.
Başta ABD ve Japonya olmak üzere birçok sanayileşmiş ülkenin küresel firmalarını üretim tesislerini Çin sınırları dışına taşımak için teşvik paketleri çıkarmaları, önümüzdeki yıllarda Çin’in “küresel fabrika” konumunu kaybetmesine yol açacak süreçleri başlatabilir. Şimdilik bu anlamda çok somut ve bilimsel deliller ortaya konmuş olmasa da özellikle ABD Başkanı Donald Trump ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Pekin yönetimini tedbirsizlikle suçlayan söylemlerine devam etmeleri, küresel salgının faturasının uzun vadede Çin’e kesilmek isteneceğine dair senaryoları güçlendiren bir faktör olarak önümüzde duruyor.
Krizin yol açtığı sosyo-ekonomik tahribat
Kovid-19 sürecinde dünya ekonomisinde dikkat çeken önemli yapısal problemlerden biri, küresel çapta yayılan toplumsal kötümserlik ve güvensizlik atmosferi nedeniyle tüketicilerin ciddi tüketim kararlarını ertelemeleri ve piyasalarda talep düşüşü kaynaklı şoklar yaşanmasıydı. Gıda ve tıbbi malzeme gibi dönemin şartları ışığında acil ihtiyaç olarak görülmeyen tüm harcama kalemlerinin askıya alınması, birçok ülkede ekonomik büyüme ivmesinin kaybedilmesine neden oldu. Normalleşme süreçleri ilerledikçe tüketim alışkanlıkları eski seviyelere yaklaşmaya başlasa da bu tür geniş kapsamlı kriz durumlarında toplumsal psikolojinin yönetilmesi ve sosyal kesimlerin gelecek beklentilerinin iyileştirilmesinin ekonomik performans açısından ne kadar önemli olduğu somut biçimde ortaya çıktı. Küresel salgın ortamında dünya ekonomisinin hem arz hem de talep tarafında eşzamanlı bir daralma yaşanması, birçok ülkede 1929 Küresel Buhranı gibi sistemik kriz durumlarında bile yaşanmayan çapta sosyo-ekonomik tahribat yaşanmasına zemin hazırladı. Bu tahribatın sosyal boyutları ABD gibi hizmet sektörü ağırlıklı ekonomilerde çok daha net biçimde görülürken 2008 Küresel Finans Krizi sonrasında oluşturulan yeni istihdam fırsatları kaybedilmekle kalmadı, ABD özelinde 35 milyon kişinin işsiz kalmasıyla kendisini gösteren ciddi bir sosyal travma ortaya çıktı.
Küresel salgın sürecinin devletin sosyo-ekonomik rolü ve devlet-sermaye ilişkilerinin dönüşümü açısından da çok önemli ve kalıcı yansımaları olacağını vurgulamakta fayda görüyoruz. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde hükümetler ekonomik ve sosyal hayatı tamamen durdurmanın toplumsal refah ve kendileri için siyasi destek anlamında ciddi riskler barındırdığını gördükleri için ilk etapta süreci izlemeyi tercih ettiler. Ancak Kovid-19 virüsünün insan hayatı için oluşturduğu ölümcül tehdit ortaya çıkıp ABD, İtalya, İspanya, Fransa, Brezilya gibi ülkelerde sağlık sistemleri önlerindeki meydan okumayla baş etmekte zorlanınca çok sert kısıtlama kararları alınarak salgının yayılması engellenmeye çalışıldı. Sağlık sistemlerini önceki on yıllarda liberalleştiren birçok ülkenin yeterli kamu sağlığı altyapısına sahip olmadıkları bu süreçte ortaya çıkarken, daha önce kamu politikalarında öncelikli bir konumu olmayan cerrahi maskeler ve vantilatörler gibi tıbbi gereçlerin uygun maliyetlerle tedarik edilmeleri çok önemli bir stratejik mesele haline geldi. Acil olarak ihtiyaç duyulan sağlık malzemelerini tedarik edebilmek adına ülke yönetimleri arasında kıyasıya bir rekabet başlarken, son yıllarda birçok alanda yoğunlaşan uluslararası ticaret savaşlarının çok yırtıcı ve ilginç örnekleri de ardı ardına kamuoyunda gündeme geldi. Bu açıdan Kovid-19 salgınının ulusal karar alıcılar açısından kendi ülkelerinin çıkarlarını her şart altında koruma ve öncelikli olarak kendi vatandaşlarının ihtiyaçlarını giderme güdülerini güçlendirdiği görüldü.
Kovid-19'un küresel ekonomideki yapısal etkileri
Küresel sistem ve dünya ekonomisindeki gelecek eğilimleri açısından bu dönemin yapısal etkilerini değerlendirdiğimizde 2018’den bu yana ABD-Çin ekseninden başlayarak yükselmekte olan yeni-korumacılık ve ticaret savaşları eğilimlerinin daha da hızlanıp derinleşerek güçlenmelerine neden olacaklarını belirtebiliriz. Bu bağlamda ABD ve Avrupa piyasalarıyla Çin ve Asya piyasalarını birbirine bağlayan uluslararası tedarik zincirlerinde salgın etkileri nedeniyle ortaya çıkan ciddi tıkanmaların ve Kovid-19 krizinin çıkış noktası olarak görülen Çin’e verilen özel tepkilerin altını çizmek gerekiyor. Başta ABD ve Japonya olmak üzere birçok sanayileşmiş ülkenin küresel firmalarını üretim tesislerini Çin sınırları dışına taşımak için teşvik paketleri çıkarmaları, önümüzdeki yıllarda Çin’in “küresel fabrika” konumunu kaybetmesine yol açacak süreçleri başlatabilir. Şimdilik bu anlamda çok somut ve bilimsel deliller ortaya konmuş olmasa da özellikle ABD Başkanı Donald Trump ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Pekin yönetimini tedbirsizlikle suçlayan söylemlerine devam etmeleri, küresel salgının faturasının uzun vadede Çin’e kesilmek isteneceğine dair senaryoları güçlendiren bir faktör olarak önümüzde duruyor.
Çin ve Avrupa ülkelerinde ilk dalganın neden olduğu şok hissi atlatılıp normalleşme süreçleri ilerletilmeye çalışılırken, salgının en fazla can kaybına neden olduğu ABD ile Brezilya, Rusya ve Güney Asya ülkelerinde sağlık riskleri hâlâ ciddiyetini koruyor. Karar alıcılar bir taraftan kademeli normalleşme senaryoları hazırlarken diğer taraftan sonbahara doğru ikinci bir virüs dalgasının yayılması ihtimaline karşı endişeleri gidermeye çalışıyorlar. Doğal olarak, verilere ve gerçekçi tahminlere dayalı ulusal ve küresel gelecek senaryoları oluşturmak için bu toz duman ortamının bir nebze sakinleşmesini beklemek gerekecek.
Uluslararası serbest ticaret rejiminin geleceği açısından Kovid-19 salgının ortaya çıkardığı önemli dinamiklerden biri de, üretim süreçlerinin durduğu birçok ülkede nüfusun gıda, ilaç ve tıbbi malzeme ihtiyaçlarının karşılanmasının stratejik bir milli güvenlik unsuru haline gelmesi oldu. Birçok ülkede tarım ve gıda üretiminin geçici olarak kesintiye uğraması, buğday-pirinç gibi temel gıda hammaddelerine ihracat yasakları getirilmesine yol açtı. Tıbbi malzeme ve cihazlarla ilgili olarak da benzer bir durum yaşandı ve hükümetler yerli üreticilerin tüm üretimlerine kamu adına el koyup ihracat yasakları getirdiler. Kamunun ekonomik alandaki varlığının ve etki gücünün gözle görülür biçimde artmasına ve liberal serbest ticaret söylemlerinin zayıflamasına neden olan bu eğilimler salgın sürecinde zor durumda kalan kritik şirketlerle ilgili kamusal kurtarma paketleri hazırlanmasıyla devam etti. Sosyal mobilite ve seyahatlerin tamamen durması sonucu en fazla olumsuz etkilenen sektörlerden biri olan havayolu taşımacılığında tüm uçaklarını aylarca park etmek durumunda kalan küresel oyuncular, devasa zararlar edip ev sahibi devletlerin kurtarma programlarına başvurmak zorunda kaldılar. Alman bayrak taşıyıcısı Lufthansa’nın 400 milyar Avro’ya varan bir kurtarma paketiyle ayakta tutulması, diğer birçok bayrak taşıyıcısının mali yükümlülüklerini taşıyabilmek için kamu desteğine ihtiyaç duyar hale gelmeleri devlet bütçeleri üzerinde ayrı bir baskı unsuru yarattı. Bu bağlamda otomotiv satışlarının duraklaması sonucu zor durumda kalan Fransız Renault gibi otomotiv üreticilerinin de kamulaştırmaya varan müdahale programları kapsamına girmeleri kapitalist dünyada devlet-sermaye ilişkilerinin girdiği patika açısından epey fikir verici bir resmi ortaya koydu.
Ayrıca özellikle yerel piyasalar için üretim yapan ve kendilerini uzun süre idare edecek sermaye birikimlerine sahip olmayan KOBİ işletmeleri de Kovid-19 salgını sürecinde dünya çapında büyük kayıplara uğrayan aktörler arasında yer aldılar. Böylece pandemi dönemi dünya çapında ekonomi yönetimlerinin birçok farklı sektördeki irili ufaklı işletmeyi ve stratejik önemde görülen firmaları ayakta tutabilmek için ciddi mali destek programlarını hayata geçirdikleri bir neo-Keynezyen çağın da kapılarını açmış oldu. Ülkelerin ilan ettikleri mali destek programları bütçe büyüklüklerine ve sermaye piyasalarının derinliğine göre değişirken, ABD ve Japonya yönetimleri 2 trilyon dolar düzeyini aşan destek paketleri açıkladılar. Ancak aynı ölçüde mali destek sağlama şansına sahip olmayan gelişmekte olan ülkeler kilitlenen ekonomik yapılarını yeniden harekete geçirme konusunda ciddi zorluklar yaşamaktalar. Ayrıca pandemi sürecinde uluslararası yatırımcıların risk algılarındaki artışlar gelişmekte olan piyasalardan sermaye kaçışlarına neden olup durgunluktan çıkış için uygulanacak mali destek programlarının finansmanını zorlaştırdı. Sonuçta Uluslararası Para Fonu (IMF) salgın sürecinin başlangıcında dünya ekonomisi için 2020 yılında yüzde 3 civarında öngördüğü küçülme oranını revize ederek yüzde 4,9’a çekmek durumunda kaldı. Gelişmiş ekonomilerin ortalama yüzde 8, gelişmekte olan ülkelerin ise ortalama yüzde 3 civarında küçülmelerinin beklendiği bu süreçte uluslararası ticarette de iyimser ve kötümser senaryolara göre yüzde 5 ile yüzde 30 arasında değişen daralmalar yaşanması bekleniyor.
Küresel karantina döneminin dijitalleşme, evden çalışma, uzaktan iletişim gibi eğilimleri güçlendirmesi ihtimal dahilinde görülse de bu süreçlere ayak uyduramayan kesimleri dışarıda bırakıp toplumsal gelir adaletsizliklerini daha da derinleştirmesi güçlü bir ihtimal olarak önümüzde. Sosyal hayatın, seyahatlerin, üretim ve iletişim alanlarının kuralları sağlık öncelikleri ışığında yeniden yazılırken toplumsal dayanışmanın ve yardımlaşma geleneklerinin güçlendirilmesi şart. Aksi halde bir yandan dijital dünyanın avantajlarından faydalanan yeni milyarderler ortaya çıkarken diğer taraftan yoksulluk ve işsizlik içinde kıvranan milyonların ortaya çıkması hiç de yabana atılır bir ihtimal değil. Dolayısıyla küresel piyasalardaki durgunluk eğilimlerinin dayattığı devlet kapitalizmi rüzgârlarının sosyal adalet ve istihdam önceliklerini dikkate alarak, eşitsizlikleri azaltacak şekilde yapılandırılmaları gerekiyor. Aksi halde şirket kurtarma paketlerinin giderek büyüyüp genişlediği bir ortamda sosyal kurtarma paketleri temel fonksiyonları olan paylaşım ve dayanışma hedeflerini gerçekleştirmekte zorlanacaktır.
[Prof. Dr. Sadık Ünay İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyesidir]
FACEBOOK YORUMLAR