Proje liderler-proje terör örgütleri ittifakı
Ortadoğu'da, ABD'nin Irak'ı işgal süreciyle boy veren DEAŞ ve PKK/PYD-YPG terör örgütleri, Suriye'deki iç savaş ile Batılı emperyal güçlerin, Mezopotamya bölgesindeki varlıklarını meşru kılmak için faydalandıkları araçlar haline geldi.
14 Nisan'da Suriye'de Esed rejiminin kimyasal silah kapasitesini hedef aldığı iddiasıyla düzenlenen operasyon, her ne kadar ABD'ye mal edilse de, akabinde yaşanan gelişmeler, bunun Fransa Cumhurbaşkanı Macron'un gerek Avrupa Birliği içindeki gerekse küresel düzeydeki liderliğini parlatmak için değerlendirilen bir fırsat olduğunu ortaya koyuyor.
Fransa'nın operasyonun icrasında kullandığı askeri kapasitenin nicelik ve nitelik boyutu, "Macron cininin şişeden çıkışının" emarelerini taşıyor. Fransa'daki Saint-Dizier üssünden kaldırılan Rafale savaş uçakları ile onlara eşlik eden 4 Mirage-5 savaş uçağı, 2 AWACS erken uyarı uçağı ve 6 KC-135 tanker uçağı 10 saat havada kalarak Suriye'deki hedefleri vurdu. Bu operasyon, Macron'un uluslararası topluma, ülkesinin "küresel bir oyuncu", kendisinin ise "küresel bir lider olduğu" mesajını verme şekliydi.
Seçim kampanyası sürecinde kendisine yakıştırılan "genç Napolyon" benzetmesini fazlasıyla ciddiye aldığı anlaşılan Macron'un operasyon sonrasında yaptığı açıklamalar, Napolyon'un askeri dehasına öykünmesinin ötesinde, psikolojide "Napolyon kompleksi" olarak adlandırılan sendromdan muzdarip olduğu şüphesini doğurdu. Freud, "Napolyon kompleksi"ni ya da diğer adıyla "kısa adam sendromu"nu, “boy takıntısı olan kısa insanlarda öfke ve saldırganlık durumunun gözlenmesi" olarak tarif ediyor. Rivayet o ki Napolyon Bonapart, okul yıllarında kısa boyu nedeniyle arkadaşlarının aşağılamalarına maruz kalmıştı. Kısa boylu olduğu için arkadaşlarından daha geç ata binebilen Napolyon'a, arkadaşları "Savaş çıksa ilk sen ölürsün" sözleriyle takılmaktaydılar. Napolyon bu aşağılamalara tarihe geçecek şu sözlerle cevap vermişti: "Merak etmeyin! Ben savaş çıktığında ata binmeyeceğim, ben ata bindiğimde savaş çıkacak." Nitekim Fransa’nın başına geçtikten sonra Napolyon'un tüm Avrupa'yı yıllar süren savaşlara sürükleyişi, herkesin malumudur. Fransa Cumhurbaşkanı her ne kadar 1 metre 75 santimetreyle ortalama bir boya sahip olsa da, ülkesinin son yıllarda özellikle Almanya karşısında gerileyen pozisyonu, "benimsediği politikalarda bir boy kompleksi" şeklinde tezahür etmiş gibi görünüyor.
"Yatsıya kadar geçerli" beyanlar
Bu kompleksin belirtileri, Macron'un 15 Nisan Pazar akşamı katıldığı televizyon programında, kendisini bütün çıplaklığıyla ortaya koydu. Macron, ABD'nin Suriye'deki askerlerini çekmemesi konusunda, Trump'ı kendisinin ikna ettiğini ilan etti. Hatta bununla yetinmeyerek, operasyonun Esed'in kimyasal silah tesisleri ve depolarıyla sınırlı kalmasını da yine kendisinin sağladığını söyledi. Hızını alamayan Fransa Cumhurbaşkanı, 14 Nisan operasyonu sayesinde Türkiye ile Rusya'yı birbirinden ayırdıklarını, bir anlamda Astana sürecine darbe vurduklarını da ileri sürdü.
Türkiye'nin buna cevabı ilk olarak Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'ndan geldi. Çavuşoğlu Macron'u ciddiyete davet ederken, Fransa cumhurbaşkanının uluslararası kamuoyuyla paylaşmayı unuttuğu bir bilgiyi de dile getirdi. Çavuşoğlu, 4 Nisan'da Ankara'da Suriye için düzenlenen Türkiye-Rusya-İran zirvesine Fransa cumhurbaşkanının da katılma girişiminde bulunduğunu; ancak bu yöndeki talebin kabul görmediğini açıkladı. Uluslararası kamuoyu da böylece daha önce Fransa cumhurbaşkanını utandırmamak adına basınla paylaşılmayan bu bilgiyi öğrenme fırsatı bulmuş oldu. Fransa cumhurbaşkanının olayları "farklı yorumlama" alışkanlığı, müttefiki ABD'yi dahi harekete geçmeye zorladı. Beyaz Saray, ABD askerlerinin Suriye'deki varlığının devamının Macron'un politikalarına bağlı olmadığını ima eden ifadelerle, durumu izah etti.
Aslında bu vaka, Fransa cumhurbaşkanının söylemlerinin "yatsıya kadar geçerli olduğunun" ilk örneği değildi. Türkiye, Macron ile benzer bir tecrübeyi şubat ayında Zeytin Dalı harekatı sırasında da yaşamıştı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Macron arasındaki telefon görüşmesinin içeriği Fransa cumhurbaşkanlığı sarayı tarafından farklı bir şekilde kamuoyu ile paylaşılmış, Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hami Aksoy konuya ilişkin bir soruya yazılı cevap vermişti. Sözcü Aksoy yazılı cevabında, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Macron'la yaptığı telefon görüşmesi hakkında, Fransa cumhurbaşkanlığı ofisinden yapılan açıklamada belirtilenin aksine, söz konusu görüşmede, Macron'un Suriye'de insani duruma ilişkin 2401 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararından bahsederken Afrin'e atıfta bulunmadığını vurguladı. Aksoy "Telefon görüşmesinin içeriğiyle, Fransa cumhurbaşkanlığı ofisinin açıklaması arasındaki dürüstlüğe sığmayan söz konusu farklılığa ve konuşma kayıtlarda olduğu halde, kamuoyuna yalan bilgi vermenin yanlışlığına ilişkin tepkimiz Fransız makamlarına iletilmiştir" ifadesini kullandı. Türkiye'den yapılan bu açıklamaya, Paris'ten bir karşılık gelmemesi, Fransa cumhurbaşkanlığı sarayının ne tür bir anlayışla yönetilmekte olduğu konusunda, yeterli ipuçlarını vermektedir.
Ortadoğu'da sömürge imtiyazlarının peşinde
Keza Cumhurbaşkanı Erdoğan da Macron'un "Türkiye ile Rusya'yı ayırdıklarına" ilişkin iddialarını cevapsız bırakmayıp, konuyu 17 Nisan'daki AK Parti grup toplantısında "Çıkmış bir tanesi, Rusya’yla Türkiye’nin arasını açtık, diyor. Dış politikamızın esası, elbette dostlarımızın sayısını çoğaltmak, düşmanlarımızın sayısının azaltmaktır. Ama bir şartla, dostlarımızın dostluğunu görmemiz lazım ki onlarla birlikte yol yürüyebilelim. Suriye’de olup bitenler bize aynı zamanda dostlarımızın samimiyetini, düşmanlarımızın da gücünü gösteriyor; hamdolsun her iki konuda da yeteri kadar fikir sahibi olduk" sözleriyle değerlendirdi. Macron'un daha önce PKK/PYD-YPG'li teröristleri cumhurbaşkanlığı sarayında ağırladığı günlerde, Türkiye ile terör örgütü arasında arabuluculuk girişimi teklif etmesi de Ankara'dan benzer bir karşılık almış, Cumhurbaşkanı Erdoğan Münbiç'te ABD ile terör örgütünün partnerliğine soyunan Macron'u, "haddini ve boyunu aşan beyanlarda" bulunduğunu hatırlatarak uyarmıştı.
Ancak önce Münbiç'te, akabinde Suriye politikalarının genelinde Türkiye'nin karşısına dikilen ve Ortadoğu'da ülkesinin Birinci Dünya Savaşı sonrasında elde ettiği sömürge imtiyazlarını yeniden kovalama hevesine kapılan Fransa cumhurbaşkanının ihtiraslarının daha geniş bir satha yayıldığına dair her gün yeni emareler ortaya çıkıyor.
Fransa cumhurbaşkanı son bir hafta içinde bu ihtiraslarına (Suriye'nin ardından Avrupa Parlamentosu kürsüsünü kullanarak) Balkanları da dahil etti. Macron'un hedefinde ise yine Türkiye ve Rusya vardı. Batı Balkan ülkelerinin Türkiye ve Rusya ile geliştirdikleri ilişkileri "jeopolitik bir risk" olarak niteleyen Macron, "Balkan ülkelerinin yönlerini Türkiye ve Rusya'ya dönmelerini istemiyorum" sözleriyle, Suriye'dekine benzer düşmanca bir tutumu bu bölgeye de taşıyacağının sinyallerini verdi.
Avrupa Parlamentosu'ndaki konuşmasının ardından Macron, parlamenterlerin sorularını cevaplarken de, Doğu Akdeniz'deki enerji yataklarının işletilmesi konusunda, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin haklarını ihlal eden Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin yanında yer aldı. Dahası, Türkiye'nin uluslararası hukuktan doğan haklarını korumasını ve KKTC'nin yanında yer almasını, 4 Mart'ta İngiltere'de eski Rus istihbarat görevlisi Sergey Skripal'e düzenlenen suikastla bir tutan ifadeler kullandı. Fransa cumhurbaşkanının Yunan muhafazakâr parlamenter Notis Marias'a verdiği cevap, Türk basınında hak ettiği ilgiyi görmedi. Macron yanıtında, Skripal suikastında İngiltere'nin yanında durduklarını hatırlatırken, aynı şekilde Doğu Akdeniz'de tehdit altında olduğunu öne sürdüğü Yunanistan'ın da "daima" yanında olacaklarını dile getirdi. Macron bu mesajını, Yunanistan başbakanı Çipras'a doğrudan aktardığını ifade etmekten de geri durmadı. 42 milyar avro ile Yunanistan'ın alacaklılar listesinin ikinci sırasında yer alan Fransa'nın cumhurbaşkanından da zaten Atina'ya bu denli "duygusal" bir destek mesajından başka bir şey beklenmezdi. Münbiç (Suriye), Balkanlar ve Doğu Akdeniz'de Türkiye'nin hayati çıkarlarını tehdit eden, Ankara'nın kurduğu ittifak ilişkilerini bozmayı hedef haline getirdiğini alenen ifade eden, Türkiye'nin mücadele halinde olduğu terör örgütlerinin temsilcilerini ağırlayan bir cumhurbaşkanının Elysee Sarayı'ndaki varlığı, Türkiye-Fransa ilişkilerinde, benzerine tarihin hiç bir döneminde rastlanmamış krizlerin yaşanma potansiyeline işaret ediyor.
Nitekim Dışişleri Bakanlığı'nın Avrupa Parlamentosu kürsüsünde sarf edilmiş bu cüretkar ifadelere cevabı, Fransa'ya hatırlatmalar ve uyarılarla bezeliydi. Türkiye'nin açıklamasında, Balkanlar'ı bir nüfuz alanı olarak gören bu anlayışın yapıcı olmadığı hatırlatılırken, Balkan ülkelerinin Avrupa Birliği ve NATO ile bütünleşme çabalarına Fransa'nın da en azından Türkiye kadar katkıda bulunmasının samimiyetle temenni edildiği vurgulandı. Açıklama Türkiye'nin Balkanların istikrarına katkısına yönelik faaliyetlerini iyi anlamaya gayret etmesi yönünde, Fransa'ya verilen tavsiye ile tamamlanıyordu.
Macron'un “kerameti”
Peki, henüz cumhurbaşkanlığının birinci yılını doldurmak üzere olan Macron'u Türkiye'ye karşı bu denli motive eden, Ortadoğu ve Balkanlar'a büyük ilgi göstermeye iten sebepler neler? 2008 yılında Rothschild&Cie Bankası'nda başlayan kariyerini terk ederek, 2012 yılında dönemin Fransa cumhurbaşkanı Hollande'ın cumhurbaşkanlığı genel sekreterliği yardımcılığı koltuğuna oturan, bir siyasi parti içinde hiçbir seçim sınavına tabi tutulmadan 2017 yılında Fransa cumhurbaşkanlığına ulaşan Macron'un “kerameti” nereden kaynaklanmaktadır? 2014 yılında kendisini ekonomi ve sanayi bakanlığına layık gören Sosyalist Parti'yi, 2017 yılında neredeyse Fransa siyasi tarihinden silecek bir merkez partiyi kuracak projeyi nasıl şekillendirmiştir? Ya da kendisi bizzat ne çeşit bir projenin ürünüdür?
Fransa'daki genel manzaraya baktığımızda, muhtemeldir ki bakanlığı döneminde çare bulamadığı ekonomik ve sosyal patlamaların son günlerde Fransız Ulusal Demiryolu İdaresi'deki (SNCF) grevle yeni bir aşamaya gelmiş olması, Macron'u tıpkı Yunanistan başbakanı yakın dostu Çipras gibi dış düşmanlar ve çatışma alanları aramaya yöneltmiş durumda. Türk ve İslam düşmanlığı ise Macron'a hem içerideki ekonomik kaynaklı krizin üzerini örtmek hem de yükselen aşırı sağcı Ulusal Cephe tehdidine karşı koymanın en etkili yolu olarak görünmüş olmalı. Neredeyse tüm kamu çalışanlarıyla üniversite ve lise öğrencilerini karşısına aldığı bu süreçte, göreve gelişinin birinci yıldönümünde Macron'u, 1968’dekinden daha sıcak bir mayıs ayı bekliyor. Fransa cumhurbaşkanının, bu Mayıs ayında Paris'in yanı sıra ülkenin belli başlı tüm büyük kentlerine yayılacak eylemlerde, ne hava kuvvetleriyle donanmasını kullanmak gibi bir imkanı olacak ne de kendisini alkışlayacak Türkiye düşmanı parlamenterler.
“Genç Napolyon” tarihten ders almalı
Aslında 'günümüzün genç Napolyonu'na, öykündüğü atasından miras kalan çok değerli tarihi dersler var. Üstelik o derslerin başrollerinde de yine Türkler ve Ruslar bulunuyor. Napolyon Bonapart, 1798'de İngiltere'nin Hindistan'a uzanan ticaret yolunu kesmek için ordusuyla Mısır'a çıktığında, bu macera Akka kalesini savunan Cezzar Ahmet Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu tarafından akamete uğratılmıştı. Üç ay süren kuşatma başarısızlıkla sonuçlanmış, "Kader beni bir ihtiyarın oyuncağı yaptı" diyen Napolyon, 1799'da "Akka'da durdurulmasının tüm Doğu'yu ele geçirmesine engel olduğunu" itiraf etmişti.
Napolyon Bonapart, Akka'da Osmanlı'dan aldığı bu dersten sonra, sonunu hazırlayan süreci ise 1812'deki Rusya seferiyle başlattı. Moskova'yı dahi ele geçirmesine rağmen, "General Kış" karşısında çaresiz kalan, ordusuna yiyecek bulamayan Napolyon, Büyük Ordusu'nun 500 bin askerini kaybederek, kendini ülkesine zor atmıştı. Napolyon Fransası'nın Avrupa'da kurduğu hakimiyeti temellerinden sarsan Rusya seferi, Prusya ve Avusturya'nın da kendisine sırt çevirmesine yol açacak, akabinde çöküşün başlangıcını tetikleyecekti.
Tarihi tecrübeler, Emmanuel Macron'u, seçim kampanyası sırasında ortaya atılmış "genç Napolyon" sloganını geçmişteki hoş bir seda olarak kabullenip Ortadoğu ve Balkanlar'da günümüzün gerçeklerine adapte olmaya çağırıyor.
[Ankara'da ikamet eden gazeteci Mehmet A. Kancı Türk dış politikası üzerine analizler kaleme almaktadır]
FACEBOOK YORUMLAR