Hollanda Ülkücüleri'nin lideri Murat Gedik ile röportaj
Yurtdışında doğmuş ama, Türkiye'ye aidiyeti zayıflamamış. Siyasi bir yol seçmiş ama, sosyal ve kültürel alanda yararlı olmuş
Editör: Turkinfo.nl
19 Mart 2018 - 04:54
Kim demiş, 'Yurtdışında doğanın aidiyet duygusu zayıf olur' diye ?
Bu savın yanlış olduğunun en büyük ispatı, Hollanda'da doğmuş olan Murat Gedik'tir. 1973 yılında Nijmegen'de doğan Murat Gedik'in Türkiye'ye olan aidiyet duygusu, Türkiye'de doğmuş ve büyümüş pek çok kişiden daha fazladır.
Neden mi?
Çünkü Murat Gedik, pek çok kişinin, özellikle Avrupalılar'ın 'Aşırı sağ' iddiasında bulunduğu bir geleneği, Türkiye'den binlerce kilometre uzaktaki Hollanda'da doğmuş olmasına rağmen kendine şiar edinmiş bir Türktür.
Öyle ki, Türk milliyetçiliğinin temeline imzasını atmış olan Alparslan Türkeş'in mirası sayılan 'Ülkücü' sıfatını taşıyacak kadar ülkesine bağlı olan Murat Gedik, şimdilerde Hollanda'daki ülkücülerin liderliğini yapıyor.
Ülkücüler'in beşiği sayılan 'Türk Federasyon' da yıllarca çeşitli kademelerde görev yapmış olan Murat Gedik, 19 Mayıs 2012 tarihinden bu yana Hollanda Türk Federasyon'un başkanlığını yapıyor.
İş yaşamına 'Mali İşletmeci' olarak devam etmekte olan Murat Gedik, Hollanda'nın dört bir tarafında bulunan çok sayıda derneğin çatısı altında birleştiği Türk Federasyon'da, pek çok yeniliğe imza attı ve sayısız etkinlikler ile yurttaşlarımıza yararlı olmaya çalıştı.
Murat Gedik'in başında bulunduğu Federasyon'un, Türkiye'deki Milli Hareket Partisi MHP ile resmi bir bağı yok ama, adı geçen partinin ideolojisi ile hareket ettiği inkar edilmez bir gerçektir.
Her siyasi partinin olduğu gibi, MHP'nin de yurtdışında yandaşı ve sempatizanı olarak faaliyette bulunan Türk Federasyon'un Hollanda'daki kuruluşu, çoğu zaman asılsız iddialar ile saldırıya uğramış ve faaliyetleri engellenmeye çalışılmıştır.
Murat Gedik'e önce kitabımı imzalayarak armağan ettim, sonra da siyaseti değil, sosyal ve kültürel faaliyetleri içeren bir söyleşi yaptım.
Murat Gedik ile, Türk Federasyon'un Amsterdam'daki Genel Merkezi'nde, Federasyon'un Genel Sekreteri Erim Uğurlu ile birlikte yaptığım söyleşi şöyle gelişti:
- Murat bey, öncelikle 'Ülkücü' kavramını tanımlar mısınız?
- ''Ülkücülük, Türk milliyetçiliği üzerine kurulmuş bir düşünce akımıdır. Dünya üzerinde yaşayan ne kadar Türk varsa, onların bir hedef doğrultusunda birleşmesini sağlayan bir kavramdır. Bunu da, iyi eğitilmiş, asimile olmadan, yaşadığı topluma barış ve huzur getiren Türk Gençleri başaracaklardır. Federasyonumuz, Türklük ruhuna uygun ve bu ruhu benimsemiş bir gençlik yetiştirmek için çalışmalar yürütmüş ve yürütecektir. Ne Türk'ü İslam'dan ne de İslam'ı Türk'ten ayırabiliriz.''
- Federasyonunuzun kuruluş biçimini anlatır mısınız?
- ''Sekiz kişiden oluşan bir yönetim kadromuz var. Yönetim kurulumuzda yer alan arkadaşlardan beşi ya burada doğdu ya da çok küçük yaşlarda Hollanda'ya geldi. Eğitimini burada tamamlamış arkadaşlardan dördü üç yabancı dil biliyor. Ne mutludur ki, eğitimli ve kaliteli insanlardan oluşan bir kadro ile çalışıyoruz.''
- Faaliyetleriniz genellikle neleri kapsıyor?
- ''Değişik alanlarda faaliyetlerimizi yürütüyoruz ama mevcut yönetimde ağırlıkla yöneldiğimiz alan, kültürel eğitim olmuştur. Türk-İslam eğitiminde çocuklarımıza, Türk tarihi öğretiliyor ve bu konular üzerinde duruluyor. Aynı zamanda dini eğitimler de veriliyor Ne Türk'ü İslam'dan ne de İslam'ı Türk'ten ayırabiliriz.''
- Eğitime katkı için projeleriniz var mı?
- ''Uzun bir süredir, bir 'Üniversiteliler Masası' oluşturduk. Geleceğimizi gençlerimize emanet edeceğimiz için, böyle bir çalışma başlattık. Belirli dönemlerde bu masa etrafında birleşen gençlerimiz, fikir alışverişinde bulunmakta ve yetişmekte olan çocuklarımıza iyi bir örnek olmaktadırlar. Bu gençlerimiz aynı zamanda, ilkokul ya da ortaokul düzeyindeki çocuklarımızın derslerinde başarılı olmaları için yardımda bulunuyorlar.
Üniversiteliler masasını oluşturduktan sonra bir düşünce masası kuruldu. Bu masada, seçilen belirli konular uzmanlar tarafından değerlendiriliyor ve Türkler'e olan etkisi sorgulanıyor. Ortaya çıkan sonuç önce teşkilatlarımıza, teşkılatlarımız vasıtasıyla da insanlarımıza iletiliyor.''
- Federasyon'un faaliyetleri için maddi yardım alıyor musunuz?
- ''Şunu açık yüreklilikle söyleyebilirim; Hiçbir devletten yardım almadan ayakta kalabilen, hatta kendini geliştiren, yegane kuruluş, Hollanda Türk Federasyon'dur. Federasyon olarak çok zor günler atlattık. 10-15 yıl geriye gittiğiniz zaman, toplumda bize karşı muazzam bir önyargı vardı. Kuruluşumuz, çok büyük iftiralara maruz kaldı. Herhalde bize atılan çamurların az bir kısmı başka kurumlara atılmış olsaydı, o kurumlar şimdi hayatta olamazlardı. Bu durum da, federasyonumuz bünyesindeki bağların ne kadar güçlü olduğunu her kesime göstermiştir. Biz şekil ya da sembol temsil eden bir kurum değiliz. Günümüzde bizleri karalayan bazı Hollanda basın-yayın organları mevcut.''
- Hollanda'daki Türklerin genel durumu hakkında bir değerlendirme yapar mısınız?
- ''Hollanda'nın 17 milyona yakın genel nüfusu var. Bunun 500 binini, kökü Türkiye'de olan insanlarımız oluşturuyor. Çünkü burada dördüncü nesili yaşatıyoruz. Yabancı kökenli olarak birinci sıradayız. Buna sayıca Faslılar da yavaş yavaş yaklaşmaya başladı. Türk insanının geneline baktığımızda, dördüncü nesilde olmasına rağmen hâlen bir ikilem mevcut.
Türk’üz ve Batı Hıristiyan kültürünün etkisinden dolayı zaman zaman zorluklar yaşanıyor. Genel manada her mevkide görev alanlarımız var. Hollanda Meclisine baktığımızda şu anda 8 Türk milletvekili, Senato'ya baktığımızda da 5 Türk var. Yerel yönetimlerde insanlarımız uzun zamandır var. Türk insanı genelde sivil toplum kuruluşları tarafından temsil ediliyor. Kültürel, dinî ve siyasal ağırlıklı her türlü kuruluş mevcut. Bizler Türk Federasyon'u temsil ediyoruz. Şu anda 25'e yakın binalı yani kapısı açık olan teşkilatımız var. Bunun dışında onlarca oba teşkilatımız var.''
- Siz Hollanda'da ikinci nesil olduğunuzu belirttiniz. Birinci nesilden başlayarak özetle dördüncü nesle kadar bu nesiller ne gibi sorunlar yaşadılar ve şu andaki durum nedir?
- ''İlk gelen Türkler, yani bizim anne ve babalarımız Türkiye'de gerekli uyumu sağlayamamışlardı. Genelde eğitim düzeyi düşük olan bu insanlar Avrupa'ya çıktığında çok zor şartlar altında yaşamışlar. Hollanda ile Türkiye arasında 1964 yılında yapılan bir Ankara Antlaşması var. Bu anlaşma ile birlikte bizim Türk insanı hukuki, yani yasal yollardan oraya yerleşmeye başladı. Türk insanımızın burada 500 bini bulmasında belirli aşamalar vardır. Birincisi, Ankara Anlaşması ile yapılan göçtür ve bu en büyük göçtür. İkincisi, 12 Eylül 1980 Askerî Darbesi'nin sonucu olarak belirli sayıdaki insanımızın buraya siyasi amaçla gelmesi olmuştur. Türk Federasyon da bundan büyük darbe almıştır. Üçüncüsü, Hollanda'ya aile birleşimi ile gidenlerdir. Türkiye'den evlenip eşlerini Hollanda'ya getirme olayıdır. Gelenler üç ana kaynaklı olmuştur. Şimdi bu üç kaynağın üçü de kapatıldı. Bu açıdan baktığımızda, birinci nesil çok büyük zorluklar yaşamıştır. Çok ağlanacak durumlar yaşamışlar. Örneğin; dil yok, el kol ve göz hareketleri ile günde 12, 13, 14 saat zor şartlarda çalışma söz konusu. Evden işe, işten eve, yanlarında eşleri yok, sosyal bir hayatları yok. Eşlerini getirme işlemi 1977-1978'den sonra gerçekleşmeye başladı. Dil konusunda muazzam zorluklar yaşandı. Bayramlarda namaz kılacak yerlerinin olmadığından dolayı, bayram namazı için 100 kilometre yol gidenler oldu. İmam yok, namaz kılınacak yer yok. Namazlarını kilise köşelerinde kıldılar. Tüm bunlar roman ve filmlere konu oldu.''
- Bu sorunların şimdi tamamen aşıldığını söyleyebilir miyiz?
- ''Şimdi tüm bu sorunlar artık aşıldı. Bana göre en büyük sorun, Anadolu'da tam olarak uyum sağlayamayan insanların tamamen ayrı bir kültürün içine girmesi olayı idi. Birinci nesle baktığımızda Anadolu'dan nasıl çıktılarsa hâlen aynı durumda duruyorlar. Hem Türkçesi gelişmemiş hem de bulundukları ülkenin dilini öğrenmemişler. Hâlen daha Türkiye'den gelirken birlikte getirdikleri kültürle kalmışlar. Örneğin, birinci nesilden birisini, çıkmış olduğu köye götürün, aradaki farkı göreceksiniz. Hollanda'ya gelen insan gelişmemiş ama o insanın köyündeki insan ise gelişmiştir. Bu sosyolojik açıdan çok doğal olan bir şey. Bir de korku oluşmuş. "O topluma girersem benliğimi kaybeder miyim?" diye. Bu sıkıntılar hep yaşanmış. İkinci nesle geldiğinizde bana sorarsanız en büyük zorluğu aslında bunlar yaşadı. Çünkü birinci nesilde gitme ve dönme olayı vardı. O umutla yaşadılar ve aradan 40 yıl geçmiş hâlen daha o umudu yaşıyorlar. İkinci nesil, yani orada doğan çocuklar olarak önümüzde hiçbir örnek olacak insan yoktu. Elimizden tutan hiç olmadı. Ailem eğitimi bilmezdi ama beni hep teşvik ederdi. Fakat bu eğitimi nasıl yapacağımı bilmezdi. Ama o bile bizim için büyük bir şeydi gelişmemiz açısından. Bu nesilden olan gençlerimizin önünün kesildiği de oldu. "Okusa ne olacak?" diyerek. Bu zorluklarla bizler aşama aşama okumayı becerebildik. Örneğin; ben yüksek lisansa kadar gidebildim ama bunu benim dışımda başaran o nesilden çok az bir kesim var. Ben üniversiteye başladığımda Türk olarak birinci sınıfta üç arkadaştık. Birisi birinci sınıfta üniversiteyi terk etti, ben bitirdim, diğer arkadaşım da bir süre ara verdi ve evlendikten sonra yeniden başlayıp bitirebildi. Biz ikinci nesil olarak ikilem de yaşadık.''
- Nasıl bir ikilem yaşadınız?
- Önceleri "Türk müyüz yoksa yaşadığımız toplumun insanı mıyız?" diye ikilem yaşadık. Eve vardığımızda kültürel açıdan yeterli bilgi alamıyorduk. Dışarıda zaten ayrı bir ortam vardı. Öyle bir ortamda yaşıyorsunuz ki Türklüğünüzden utanır bir hâl alıyorsunuz. Çünkü yaşadığınız toplumda Türkler'e ve İslam’a yönelik çok olumsuz bir tutum, bir ön yargı hâkim. Bunlar bizi çok etkiledi. Üçüncü nesil, ikinci nesli temsil eden bizlerden daha rahattı. Tam olmasa da okumuş ve dil bilen anne ve babaları mevcuttu. Oysa şimdi bizim çocuklarımız ana dilimiz gibi Hollandacayı biliyor. Çocuklarımız Türkçeyi çok iyi biliyor. Üçüncü ve dördüncü nesil bizden daha rahat. Fakat burada da şunu görüyoruz: Dördüncü nesilde bir yozlaşma söz konusu. Özellikle bazı ailelerde Türkçe yerine Hollandaca konuşmaları sıkıntı verebilecek seviyede.''
- Yurt dışındaki Türkler için Türkiye ne ifade ediyor?
- ''Her ne kadar 50 sene de geçmiş olsa, yurt dışında da Türkiye'nin ayrı bir yeri var. Biz şuna inanıyoruz: Güçlü bir Türkiye demek, yurt dışı Türkleri'nin -ki bizler buna dâhiliz- daha güçlü ve daha rahat bir hayat sürmesi demektir.
Güçlü bir Türkiye olsaydı, Türkmeneli'nde, Doğu Türkistan'da soydaşlarımıza yapılanlar olur muydu? Olmazdı elbette.
Güçlü bir Türkiye olsaydı Hollanda'da Türkçe dersleri ilkokulda müfredattan kaldırılır mıydı? Kaldırılmazdı.
Güçlü bir Türkiye olsaydı bu İslamofobi ile Türkler'in üzerine gidilebilir miydi? Gidilemezdi.
Bu açıdan Türkiye'nin çok önemli olduğunu düşünüyoruz ve olmazsa olmaz düşüncesindeyiz.''
-Sizin, Türk Dünyası'na ilgi ile baktığınızı, Türk Dünyası'nı hem yazılarınıza hem de faaliyetlerinize taşıdığınızı görüryoruz.
- '' Evet, Türk milletinin nerelerden geldiğini öğrenmek ve bunu aktarabilmek için çeşitli girişimlerde bulunuyoruz. Örneğin Doğu Türkistan; Adından da anlaşılacağı gibi, bir Türk diyarı. Türk var olduğu andan itibaren ona yurtluk etmiş Türk Eli.
Hunlar, Göktürkler, İdikut, Karahanlılar gibi nice Türk devletleri bu topraklarda yeşermişlerdir. Yakın tarihte Hoca Niyaz Hacı önderliğinde, 1933 yılında Kaşgar’da Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti kuruldu. Ömrü kısa olan bu Devlet Rus-Çin beraberliği ile çökertildi. 1944 yılında ise Gulca’da Alihan Töre önderliğinde Doğu Türkistan Cumhuriyeti kuruldu. Doğu Türkistan 1949 yılından itibaren ise Komünist Çin tarafından işgal edilmekte ve Çin’in insafsızca asimilasyon politikası devam etmektedir. Yasaklamalar, işkenceler, idamlar bu Türk topraklarında maalesef bir gerçek olarak gün geçtikçe çoğalarak sürmektedir. 1949 yılında Doğu Türkistan coğrafyasında Çin nüfus oranı %6 civarında iken (göçmen Çinliler bunlar) bugün bu oran %50 civarına ulaşmıştır.
Biraz Türk Kültür tarihi ile ilgilenenler, o toprakları Kaşgarlı Mahmud’un Divanü Lugat-it-Türk eserinden bilirler. Kaşgarlı Mahmud aslen Isık Göl’ün yakınındaki tarihi Barsgan şehrinden olup Kaşgar’da dünyaya gelmiştir ve muhteşem eseri Divanü Lugat-it-Türk’ü bugünlere ışık olarak Türklüğe armağan etmiştir. Her şeyden evvel bir sözlük olan bu ölümsüz eser Türk boy ve uruglarını toplamış ve bir Türk birliğini hayata geçirmiştir. Türk tarihi, coğrafya, mitoloji gibi Türk milli kültürüne yer vermiş bir ansiklopedik eserdir Divanü Lugat-it-Türk.
Örneğin, günümüzde Doğu Türkistan davasının bayraktarlığını yapan Dünya Uygur Kurultayı Başkanı Rabia Kadir, Hollanda’da başta Türk insanı olmak üzere davasını anlatmak için çeşitli ziyaretlerde bulundu. Sürgünde 15. yılını dolduran Rabia Kadir Hollanda Türk Federasyon’un da misafiri olmuş ve Doğu Türkistan Coğrafyasında yaşanılanları dile getirmiştir. Rabia Kadir bir kaç defa milliyetçi teşkilatlar tarafından Türkiye’ye de davet edilmiş, ama maalesef her seferinde vize başvurusu ret edilmiştir.
Bu konuyu anlatmam çok uzun sürecek. Bunun için çok daha geniş bir zamana ihtiyaç olacak. Ama biz, soyumuzun yeşerdiği yerleri hiç ihmal etmeyeceğiz.''
Bu savın yanlış olduğunun en büyük ispatı, Hollanda'da doğmuş olan Murat Gedik'tir. 1973 yılında Nijmegen'de doğan Murat Gedik'in Türkiye'ye olan aidiyet duygusu, Türkiye'de doğmuş ve büyümüş pek çok kişiden daha fazladır.
Neden mi?
Çünkü Murat Gedik, pek çok kişinin, özellikle Avrupalılar'ın 'Aşırı sağ' iddiasında bulunduğu bir geleneği, Türkiye'den binlerce kilometre uzaktaki Hollanda'da doğmuş olmasına rağmen kendine şiar edinmiş bir Türktür.
Öyle ki, Türk milliyetçiliğinin temeline imzasını atmış olan Alparslan Türkeş'in mirası sayılan 'Ülkücü' sıfatını taşıyacak kadar ülkesine bağlı olan Murat Gedik, şimdilerde Hollanda'daki ülkücülerin liderliğini yapıyor.
Ülkücüler'in beşiği sayılan 'Türk Federasyon' da yıllarca çeşitli kademelerde görev yapmış olan Murat Gedik, 19 Mayıs 2012 tarihinden bu yana Hollanda Türk Federasyon'un başkanlığını yapıyor.
İş yaşamına 'Mali İşletmeci' olarak devam etmekte olan Murat Gedik, Hollanda'nın dört bir tarafında bulunan çok sayıda derneğin çatısı altında birleştiği Türk Federasyon'da, pek çok yeniliğe imza attı ve sayısız etkinlikler ile yurttaşlarımıza yararlı olmaya çalıştı.
Murat Gedik'in başında bulunduğu Federasyon'un, Türkiye'deki Milli Hareket Partisi MHP ile resmi bir bağı yok ama, adı geçen partinin ideolojisi ile hareket ettiği inkar edilmez bir gerçektir.
Her siyasi partinin olduğu gibi, MHP'nin de yurtdışında yandaşı ve sempatizanı olarak faaliyette bulunan Türk Federasyon'un Hollanda'daki kuruluşu, çoğu zaman asılsız iddialar ile saldırıya uğramış ve faaliyetleri engellenmeye çalışılmıştır.
Murat Gedik'e önce kitabımı imzalayarak armağan ettim, sonra da siyaseti değil, sosyal ve kültürel faaliyetleri içeren bir söyleşi yaptım.
Murat Gedik ile, Türk Federasyon'un Amsterdam'daki Genel Merkezi'nde, Federasyon'un Genel Sekreteri Erim Uğurlu ile birlikte yaptığım söyleşi şöyle gelişti:
- Murat bey, öncelikle 'Ülkücü' kavramını tanımlar mısınız?
- ''Ülkücülük, Türk milliyetçiliği üzerine kurulmuş bir düşünce akımıdır. Dünya üzerinde yaşayan ne kadar Türk varsa, onların bir hedef doğrultusunda birleşmesini sağlayan bir kavramdır. Bunu da, iyi eğitilmiş, asimile olmadan, yaşadığı topluma barış ve huzur getiren Türk Gençleri başaracaklardır. Federasyonumuz, Türklük ruhuna uygun ve bu ruhu benimsemiş bir gençlik yetiştirmek için çalışmalar yürütmüş ve yürütecektir. Ne Türk'ü İslam'dan ne de İslam'ı Türk'ten ayırabiliriz.''
- Federasyonunuzun kuruluş biçimini anlatır mısınız?
- ''Sekiz kişiden oluşan bir yönetim kadromuz var. Yönetim kurulumuzda yer alan arkadaşlardan beşi ya burada doğdu ya da çok küçük yaşlarda Hollanda'ya geldi. Eğitimini burada tamamlamış arkadaşlardan dördü üç yabancı dil biliyor. Ne mutludur ki, eğitimli ve kaliteli insanlardan oluşan bir kadro ile çalışıyoruz.''
- Faaliyetleriniz genellikle neleri kapsıyor?
- ''Değişik alanlarda faaliyetlerimizi yürütüyoruz ama mevcut yönetimde ağırlıkla yöneldiğimiz alan, kültürel eğitim olmuştur. Türk-İslam eğitiminde çocuklarımıza, Türk tarihi öğretiliyor ve bu konular üzerinde duruluyor. Aynı zamanda dini eğitimler de veriliyor Ne Türk'ü İslam'dan ne de İslam'ı Türk'ten ayırabiliriz.''
- Eğitime katkı için projeleriniz var mı?
- ''Uzun bir süredir, bir 'Üniversiteliler Masası' oluşturduk. Geleceğimizi gençlerimize emanet edeceğimiz için, böyle bir çalışma başlattık. Belirli dönemlerde bu masa etrafında birleşen gençlerimiz, fikir alışverişinde bulunmakta ve yetişmekte olan çocuklarımıza iyi bir örnek olmaktadırlar. Bu gençlerimiz aynı zamanda, ilkokul ya da ortaokul düzeyindeki çocuklarımızın derslerinde başarılı olmaları için yardımda bulunuyorlar.
Üniversiteliler masasını oluşturduktan sonra bir düşünce masası kuruldu. Bu masada, seçilen belirli konular uzmanlar tarafından değerlendiriliyor ve Türkler'e olan etkisi sorgulanıyor. Ortaya çıkan sonuç önce teşkilatlarımıza, teşkılatlarımız vasıtasıyla da insanlarımıza iletiliyor.''
- Federasyon'un faaliyetleri için maddi yardım alıyor musunuz?
- ''Şunu açık yüreklilikle söyleyebilirim; Hiçbir devletten yardım almadan ayakta kalabilen, hatta kendini geliştiren, yegane kuruluş, Hollanda Türk Federasyon'dur. Federasyon olarak çok zor günler atlattık. 10-15 yıl geriye gittiğiniz zaman, toplumda bize karşı muazzam bir önyargı vardı. Kuruluşumuz, çok büyük iftiralara maruz kaldı. Herhalde bize atılan çamurların az bir kısmı başka kurumlara atılmış olsaydı, o kurumlar şimdi hayatta olamazlardı. Bu durum da, federasyonumuz bünyesindeki bağların ne kadar güçlü olduğunu her kesime göstermiştir. Biz şekil ya da sembol temsil eden bir kurum değiliz. Günümüzde bizleri karalayan bazı Hollanda basın-yayın organları mevcut.''
- Hollanda'daki Türklerin genel durumu hakkında bir değerlendirme yapar mısınız?
- ''Hollanda'nın 17 milyona yakın genel nüfusu var. Bunun 500 binini, kökü Türkiye'de olan insanlarımız oluşturuyor. Çünkü burada dördüncü nesili yaşatıyoruz. Yabancı kökenli olarak birinci sıradayız. Buna sayıca Faslılar da yavaş yavaş yaklaşmaya başladı. Türk insanının geneline baktığımızda, dördüncü nesilde olmasına rağmen hâlen bir ikilem mevcut.
Türk’üz ve Batı Hıristiyan kültürünün etkisinden dolayı zaman zaman zorluklar yaşanıyor. Genel manada her mevkide görev alanlarımız var. Hollanda Meclisine baktığımızda şu anda 8 Türk milletvekili, Senato'ya baktığımızda da 5 Türk var. Yerel yönetimlerde insanlarımız uzun zamandır var. Türk insanı genelde sivil toplum kuruluşları tarafından temsil ediliyor. Kültürel, dinî ve siyasal ağırlıklı her türlü kuruluş mevcut. Bizler Türk Federasyon'u temsil ediyoruz. Şu anda 25'e yakın binalı yani kapısı açık olan teşkilatımız var. Bunun dışında onlarca oba teşkilatımız var.''
- Siz Hollanda'da ikinci nesil olduğunuzu belirttiniz. Birinci nesilden başlayarak özetle dördüncü nesle kadar bu nesiller ne gibi sorunlar yaşadılar ve şu andaki durum nedir?
- ''İlk gelen Türkler, yani bizim anne ve babalarımız Türkiye'de gerekli uyumu sağlayamamışlardı. Genelde eğitim düzeyi düşük olan bu insanlar Avrupa'ya çıktığında çok zor şartlar altında yaşamışlar. Hollanda ile Türkiye arasında 1964 yılında yapılan bir Ankara Antlaşması var. Bu anlaşma ile birlikte bizim Türk insanı hukuki, yani yasal yollardan oraya yerleşmeye başladı. Türk insanımızın burada 500 bini bulmasında belirli aşamalar vardır. Birincisi, Ankara Anlaşması ile yapılan göçtür ve bu en büyük göçtür. İkincisi, 12 Eylül 1980 Askerî Darbesi'nin sonucu olarak belirli sayıdaki insanımızın buraya siyasi amaçla gelmesi olmuştur. Türk Federasyon da bundan büyük darbe almıştır. Üçüncüsü, Hollanda'ya aile birleşimi ile gidenlerdir. Türkiye'den evlenip eşlerini Hollanda'ya getirme olayıdır. Gelenler üç ana kaynaklı olmuştur. Şimdi bu üç kaynağın üçü de kapatıldı. Bu açıdan baktığımızda, birinci nesil çok büyük zorluklar yaşamıştır. Çok ağlanacak durumlar yaşamışlar. Örneğin; dil yok, el kol ve göz hareketleri ile günde 12, 13, 14 saat zor şartlarda çalışma söz konusu. Evden işe, işten eve, yanlarında eşleri yok, sosyal bir hayatları yok. Eşlerini getirme işlemi 1977-1978'den sonra gerçekleşmeye başladı. Dil konusunda muazzam zorluklar yaşandı. Bayramlarda namaz kılacak yerlerinin olmadığından dolayı, bayram namazı için 100 kilometre yol gidenler oldu. İmam yok, namaz kılınacak yer yok. Namazlarını kilise köşelerinde kıldılar. Tüm bunlar roman ve filmlere konu oldu.''
- Bu sorunların şimdi tamamen aşıldığını söyleyebilir miyiz?
- ''Şimdi tüm bu sorunlar artık aşıldı. Bana göre en büyük sorun, Anadolu'da tam olarak uyum sağlayamayan insanların tamamen ayrı bir kültürün içine girmesi olayı idi. Birinci nesle baktığımızda Anadolu'dan nasıl çıktılarsa hâlen aynı durumda duruyorlar. Hem Türkçesi gelişmemiş hem de bulundukları ülkenin dilini öğrenmemişler. Hâlen daha Türkiye'den gelirken birlikte getirdikleri kültürle kalmışlar. Örneğin, birinci nesilden birisini, çıkmış olduğu köye götürün, aradaki farkı göreceksiniz. Hollanda'ya gelen insan gelişmemiş ama o insanın köyündeki insan ise gelişmiştir. Bu sosyolojik açıdan çok doğal olan bir şey. Bir de korku oluşmuş. "O topluma girersem benliğimi kaybeder miyim?" diye. Bu sıkıntılar hep yaşanmış. İkinci nesle geldiğinizde bana sorarsanız en büyük zorluğu aslında bunlar yaşadı. Çünkü birinci nesilde gitme ve dönme olayı vardı. O umutla yaşadılar ve aradan 40 yıl geçmiş hâlen daha o umudu yaşıyorlar. İkinci nesil, yani orada doğan çocuklar olarak önümüzde hiçbir örnek olacak insan yoktu. Elimizden tutan hiç olmadı. Ailem eğitimi bilmezdi ama beni hep teşvik ederdi. Fakat bu eğitimi nasıl yapacağımı bilmezdi. Ama o bile bizim için büyük bir şeydi gelişmemiz açısından. Bu nesilden olan gençlerimizin önünün kesildiği de oldu. "Okusa ne olacak?" diyerek. Bu zorluklarla bizler aşama aşama okumayı becerebildik. Örneğin; ben yüksek lisansa kadar gidebildim ama bunu benim dışımda başaran o nesilden çok az bir kesim var. Ben üniversiteye başladığımda Türk olarak birinci sınıfta üç arkadaştık. Birisi birinci sınıfta üniversiteyi terk etti, ben bitirdim, diğer arkadaşım da bir süre ara verdi ve evlendikten sonra yeniden başlayıp bitirebildi. Biz ikinci nesil olarak ikilem de yaşadık.''
- Nasıl bir ikilem yaşadınız?
- Önceleri "Türk müyüz yoksa yaşadığımız toplumun insanı mıyız?" diye ikilem yaşadık. Eve vardığımızda kültürel açıdan yeterli bilgi alamıyorduk. Dışarıda zaten ayrı bir ortam vardı. Öyle bir ortamda yaşıyorsunuz ki Türklüğünüzden utanır bir hâl alıyorsunuz. Çünkü yaşadığınız toplumda Türkler'e ve İslam’a yönelik çok olumsuz bir tutum, bir ön yargı hâkim. Bunlar bizi çok etkiledi. Üçüncü nesil, ikinci nesli temsil eden bizlerden daha rahattı. Tam olmasa da okumuş ve dil bilen anne ve babaları mevcuttu. Oysa şimdi bizim çocuklarımız ana dilimiz gibi Hollandacayı biliyor. Çocuklarımız Türkçeyi çok iyi biliyor. Üçüncü ve dördüncü nesil bizden daha rahat. Fakat burada da şunu görüyoruz: Dördüncü nesilde bir yozlaşma söz konusu. Özellikle bazı ailelerde Türkçe yerine Hollandaca konuşmaları sıkıntı verebilecek seviyede.''
- Yurt dışındaki Türkler için Türkiye ne ifade ediyor?
- ''Her ne kadar 50 sene de geçmiş olsa, yurt dışında da Türkiye'nin ayrı bir yeri var. Biz şuna inanıyoruz: Güçlü bir Türkiye demek, yurt dışı Türkleri'nin -ki bizler buna dâhiliz- daha güçlü ve daha rahat bir hayat sürmesi demektir.
Güçlü bir Türkiye olsaydı, Türkmeneli'nde, Doğu Türkistan'da soydaşlarımıza yapılanlar olur muydu? Olmazdı elbette.
Güçlü bir Türkiye olsaydı Hollanda'da Türkçe dersleri ilkokulda müfredattan kaldırılır mıydı? Kaldırılmazdı.
Güçlü bir Türkiye olsaydı bu İslamofobi ile Türkler'in üzerine gidilebilir miydi? Gidilemezdi.
Bu açıdan Türkiye'nin çok önemli olduğunu düşünüyoruz ve olmazsa olmaz düşüncesindeyiz.''
-Sizin, Türk Dünyası'na ilgi ile baktığınızı, Türk Dünyası'nı hem yazılarınıza hem de faaliyetlerinize taşıdığınızı görüryoruz.
- '' Evet, Türk milletinin nerelerden geldiğini öğrenmek ve bunu aktarabilmek için çeşitli girişimlerde bulunuyoruz. Örneğin Doğu Türkistan; Adından da anlaşılacağı gibi, bir Türk diyarı. Türk var olduğu andan itibaren ona yurtluk etmiş Türk Eli.
Hunlar, Göktürkler, İdikut, Karahanlılar gibi nice Türk devletleri bu topraklarda yeşermişlerdir. Yakın tarihte Hoca Niyaz Hacı önderliğinde, 1933 yılında Kaşgar’da Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti kuruldu. Ömrü kısa olan bu Devlet Rus-Çin beraberliği ile çökertildi. 1944 yılında ise Gulca’da Alihan Töre önderliğinde Doğu Türkistan Cumhuriyeti kuruldu. Doğu Türkistan 1949 yılından itibaren ise Komünist Çin tarafından işgal edilmekte ve Çin’in insafsızca asimilasyon politikası devam etmektedir. Yasaklamalar, işkenceler, idamlar bu Türk topraklarında maalesef bir gerçek olarak gün geçtikçe çoğalarak sürmektedir. 1949 yılında Doğu Türkistan coğrafyasında Çin nüfus oranı %6 civarında iken (göçmen Çinliler bunlar) bugün bu oran %50 civarına ulaşmıştır.
Biraz Türk Kültür tarihi ile ilgilenenler, o toprakları Kaşgarlı Mahmud’un Divanü Lugat-it-Türk eserinden bilirler. Kaşgarlı Mahmud aslen Isık Göl’ün yakınındaki tarihi Barsgan şehrinden olup Kaşgar’da dünyaya gelmiştir ve muhteşem eseri Divanü Lugat-it-Türk’ü bugünlere ışık olarak Türklüğe armağan etmiştir. Her şeyden evvel bir sözlük olan bu ölümsüz eser Türk boy ve uruglarını toplamış ve bir Türk birliğini hayata geçirmiştir. Türk tarihi, coğrafya, mitoloji gibi Türk milli kültürüne yer vermiş bir ansiklopedik eserdir Divanü Lugat-it-Türk.
Örneğin, günümüzde Doğu Türkistan davasının bayraktarlığını yapan Dünya Uygur Kurultayı Başkanı Rabia Kadir, Hollanda’da başta Türk insanı olmak üzere davasını anlatmak için çeşitli ziyaretlerde bulundu. Sürgünde 15. yılını dolduran Rabia Kadir Hollanda Türk Federasyon’un da misafiri olmuş ve Doğu Türkistan Coğrafyasında yaşanılanları dile getirmiştir. Rabia Kadir bir kaç defa milliyetçi teşkilatlar tarafından Türkiye’ye de davet edilmiş, ama maalesef her seferinde vize başvurusu ret edilmiştir.
Bu konuyu anlatmam çok uzun sürecek. Bunun için çok daha geniş bir zamana ihtiyaç olacak. Ama biz, soyumuzun yeşerdiği yerleri hiç ihmal etmeyeceğiz.''
FACEBOOK YORUMLAR