Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın:
"16 Nisan’da 'Hayır' oyu verilmesi için çalışanlar da Türk bakanların ve 'Evet' kampanyasını destekleyen siyasetçilerin engellendiği ülkelerde etkinlikler düzenleyebiliyor. Bu tür çifte standartlar uygulayarak, Avrupa hükümetleri Türkiye'de devam eden referandum çalışmalarında taraf oldular. Şimdi soruyoruz, Türkiye’nin siyasi meselelerini Avrupa'ya taşıyanlar kim? Siz misiniz, yoksa Türk bakanlar mı?" "Birkaç haftadır yaşadıklarımız Müslümanların şeytanlaştırıldığı ve bunun siyasi bir enstrüman olarak kullanıldığı Avrupa’daki daha derin bir sorunu ortaya koyuyor. Avrupa’da kanunlara uygun şekilde yaşayan azınlıklar yaftalanıyor ve ırkçılık normalleştiriliyor. Ayrıca son dönemlerde Avrupa’da ortaya çıkan Erdoğan düşmanlığının yine Avrupa’daki bazı odaklar tarafından dikkatli şekilde üretildiğini ve sistematik biçimde servis edildiğini görüyoruz" "Böyle bir olay başka bir yerde olsa tüm Avrupalı siyasetçiler ve AB kurumları ortalığı ayağa kaldırır, arka arkaya açıklamalar yapar ve Hollanda hükümeti üzerinde baskı kurardı. Oysa şimdi hepsi Hollanda’nın yaptıklarını destekliyor. Burada çifte standarttan öte bir şey var. Avrupa dayanışması bu değil. Bu utanç verici hareketler sadece Müslüman düşmanı ırkçıları ve Batı'lı yabancı düşmanlarını sevindirir"
Kalın, Daily Sabah gazetesi için kaleme aldığı yazısında Hollanda hükümetine ve Avrupa Birliği'ne tepki gösterdi.
Hafta sonu Rotterdam'da yaşanan olayın, bir diplomatik gerilimin ötesinde daha derin bir sorunun yansıması ve Avrupa'da İslam ve yabancı düşmanlığının kaygı verici şekilde yükseldiğinin göstergesi olduğunu belirten Kalın, yaşanan sürecin Avrupa demokrasileri için bir imtihan olduğunu ifade etti.
Geçen üç haftada yaşananların Alman yerel makamlarının 16 Nisan referandumu öncesinde Türk bakanların programlarına yasak getirme kararıyla başladığını vurgulayan Kalın, yaklaşık beş milyon Türk’ün yaşadığı Avrupa ülkelerindeki Türk vatandaşların toplumsal zenginliği yansıttığını ve bunların yarısının seçmen olarak kayıtlı bulunduğunu, dolayısıyla bakanların ve parti temsilcilerinin Türkiye'den davet edilmesinin oldukça doğal olduğunu aktardı.
Geçmişte benzer programlar yapıldığını ancak herhangi bir sorunla karşılaşılmadığını hatırlatan Kalın, bu yıl ise durumun değiştiğini belirtti.
Kalın, 10 Mart'ta Avrupa'nın sözde en hoşgörülü ve çok kültürlü ülkelerinden biri olan Hollanda'nın çok radikal ve kabul edilemez bir adım atarak Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun bulunduğu uçağın ülkeye iniş yapmasını yasakladığını, Hollanda makamlarının Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya'nın Rotterdam Konsolosluğu'na girişini diplomatik teamül ve sözleşmelere aykırı olarak engellediğini kaydetti.
Kalın, yazısında şu görüşlerini aktardı:
"Hollanda'daki üst düzey diplomatlarımız saatlerce Konsolosluk binasında tutuldu ve bakanımızla görüşmeleri engellendi. Meselenin barışçıl şekilde çözülmesi için saatlerce süren müzakereler yapıldı ve Başbakanımız Hollandalı muhatabıyla iki telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Ancak Hollanda polisi demokratik haklarını kullanmak için gelen barışçıl göstericilere karşı güç kullandı. Şüphesiz bu olay Hollanda demokrasisi için kara bir gün olarak tarihe geçmiştir.
Yaşanan olayı sadece Hollanda'da seçimlerin yaklaşmasıyla izah etmek mümkün değildir. Olay çok daha ciddidir. 15 Mart'ta iktidarda kalmaya çalışacak olan Hollanda hükümeti esasen Avrupa'nın en büyük İslam karşıtı ve ırkçı siyasi hareketi olan Geert Wilders’in partisine boyun eğdi. Bugünlerde göçmen karşıtlığı, yabancı düşmanlığı ve ırkçılığın Avrupa ana akım siyasetine yön verdiğini görüyoruz. Avrupalı siyasetçiler ise alternatif bir siyasi yaklaşım geliştireceklerine demokrasi, terbiye, çok kültürlülük ve insan haklarına zarar veren ırkçı ve Müslüman karşıtı popülizme teslim oluyor. Kimsenin şüphesi olmasın ki Geert Wilders yaşananlardan mutluluk duyuyor. Onunla beraber Avrupa ve Amerika’daki aşırı sağ ve ırkçı siyasi yorumcular da yaşananlardan memnun. Avrupa siyasetinin aşırı sağa kayması, mesele İslam ve Müslümanlar olduğunda çoğulculuk ve çok kültürlülüğün sınırlarını ortaya koyuyor."
- "Referandum gündemiyle Avrupa'ya gittiklerinin altını çizelim"
Bazı Avrupalı siyasetçilerin Türkiye'nin siyasi meselelerinin Avrupa'ya taşınmaması gerektiğini savunduğunu aktaran Kalın, "Eğer bu iddia gerçeği yansıtsaydı üzerinde konuşulabilirdi. Ancak birçok Avrupa ülkesi hükümet ve Erdoğan karşıtı grupların faaliyetlerine izin veriyor, hatta bunları açıkça destekliyor. Bu grupların miting ve toplantılar düzenleyerek Türkiye’ye ve Cumhurbaşkanına saldırması serbest. Hatta PKK ve DHKP-C'li teröristlerin Avrupa başkentlerinde serbestçe dolaşması, eleman devşirmesi, haraç toplaması ve kara propaganda yapması da serbest. 16 Nisan’da ‘Hayır’ oyu verilmesi için çalışanlar da Türk bakanların ve 'Evet' kampanyasını destekleyen siyasetçilerin engellendiği ülkelerde etkinlikler düzenleyebiliyor. Bu tür çifte standartlar uygulayarak Avrupa hükümetleri Türkiye'de devam eden referandum çalışmalarında taraf oldular. Şimdi soruyoruz: Türkiye’nin siyasi meselelerini Avrupa’ya taşıyanlar kim? Siz misiniz, yoksa Türk bakanlar mı?" değerlendirmesini yaptı.
Hollanda hükümetinin ikiyüzlü tavrının daha kötü olduğunu vurgulayan Kalın, 16 Ocak'ta Londra'daki elçilik binalarında üç Hollandalı siyasetçinin katıldığı bir seçim etkinliği düzenlediğini, bu programa yaklaşık yüz Hollanda vatandaşın katıldığını belirtti.
Geçen hafta "Hayır" kampanyası yapanların Hollanda tarafından herhangi bir iptalle veya ülkeyi terk etme talebiyle karşılaşmadığına vurgu yapan Kalın, "Buradan Hollanda makamlarının referandumda ‘hayır’ çıkması için çalıştığını mı anlamalıyız? Burada Türk siyasetçilerin Hollanda veya Almanya siyasetiyle ilgili konuşmadığının, sadece referandum gündemiyle Avrupa'ya gittiklerinin altını çizelim." ifadesine yer verdi.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, şunları kaydetti:
"Birkaç haftadır yaşadıklarımız Müslümanların şeytanlaştırıldığı ve bunun siyasi bir enstrüman olarak kullanıldığı Avrupa'daki daha derin bir sorunu ortaya koyuyor. Avrupa’da kanunlara uygun şekilde yaşayan azınlıklar yaftalanıyor ve ırkçılık normalleştiriliyor. Ayrıca son dönemlerde Avrupa’da ortaya çıkan Erdoğan düşmanlığının yine Avrupa’daki bazı odaklar tarafından dikkatli şekilde üretildiğini ve sistematik biçimde servis edildiğini görüyoruz.
Avrupalı demokratların bir bakanı kendi ülkesinin konsolosluğuna sokmayan ve barışçıl göstericilere köpeklerle saldıran Hollanda hükümetini kınaması gerekirdi. Onun yerine sağır edici bir sessizlik devam ediyor. Böyle bir olay başka bir yerde olsa tüm Avrupalı siyasetçiler ve AB kurumları ortalığı ayağa kaldırır, arka arkaya açıklamalar yapar ve Hollanda hükümeti üzerinde baskı kurardı. Oysa şimdi hepsi Hollanda’nın yaptıklarını destekliyor. Burada çifte standarttan öte bir şey var. Avrupa dayanışması bu değil. Bu utanç verici hareketler sadece Müslüman düşmanı ırkçıları ve Batı'lı yabancı düşmanlarını sevindirir."
FACEBOOK YORUMLAR