Avrupa Birliği Almanlaşma yolunda
AB, son 10 yıldır en kötü zamanlarını geçiriyor. Dünyanın gördüğü en umut verici barış projesi olarak başlayan AB entegrasyon süreci, son zamanlarda adeta komaya girmiş durumda.
AB, son 10 yıldır en kötü zamanlarını geçiriyor. Dünyanın gördüğü en umut verici barış projesi olarak başlayan AB entegrasyon süreci, son zamanlarda adeta komaya girmiş durumda. Entegrasyon sürecinin güvenlik üreten dinamikleri durma noktasına gelmiş görünüyor.
Kıtadaki çoğunluk, derinleşmekte olan AB entegrasyon sürecinin post-modern, çok-kültürlü, küresel, federalist, seküler ve liberal karakterini ciddi şekilde sorgulamakta. Halbuki bir yandan zaten dış faktörler ve en göze çarpan şekilde revizyonist Rusya ve Ortadoğu genelinde büyümekte olan anarşik ortam, savaş sonrası dönemin Avrupa güvenlik düzeninin varlığına yönelik tehditler üretti.
Entegrasyona, göçmenlere, federalizme ve küreselciliğe karşı gelişen hem sağ hem de sol tandanslı popülist hareketler, kıta genelindeki iç siyasetlerde ön plana çıkıyor. Yeni üyeler kabul edecek şekilde genişlemek bir yana, İngiltere'nin üyelikten ayrılması, yani 'Brexit', AB'nin dünya genelinde sahip olduğu cazibeyi şimdiden azalttı. Dışarıdan bakanların sahip olduğu, AB'nin hem iç hem de dış siyasette takip edilesi en meşru rol model olduğuna dair görüş gün geçtikçe zayıflıyor. İşlerin AB dâhilinde yapılma tarzı, artık kendisine tüm dünyadan taraftarlar toplayamıyor.
Artık AB'nin entegrasyon süreçlerinin ne derinleşme ne de genişleme konusunda sağlıklı bir şekilde sürdürülebileceği düşünülebilir. Avrupa'nın barış projesinin temelleri, çeşitli iç ve dış faktörlerin bir araya gelmesiyle ciddi zorluklarla karşı karşıya kaldı. Gelinen durum itibarıyla, AB'nin hem sert hem de yumuşak güç kapasiteleri risk altında.
Donald Trump'ın başkanlığındaki ABD'nin, transatlantik güvenlik ilişkilerinin hâlâ bir anlam ifade edip etmediğini ciddi şekilde sorguladığı ve en Atlantikçi AB üyesi ülkenin AB'den temelli ayrılma sürecinde olduğu bir zaman diliminde birliğin, ama özellikle entegrasyon sürecinin iki lokomotifi olan Almanya ve Fransa'nın karşı karşıya olduğu bir numaralı güçlük, entegrasyon sürecinin kesintisiz bir şekilde devamını sağlayacak yenilikçi çözümler üretebilmek ve çeşitli dış tehditler karşısında Avrupa'nın güvenliğini garanti altına alabilmek.
AB'nin geleceği artık Avrupa ve entegrasyon yanlısı liderlerin kendi ülkelerinde, özellikle de Fransa ve Almanya'da seçimleri kazanmalarına ve uzun ömürlü bir güvenliği halklarına günlük olarak sunarken Avrupa genelindeki demokrasi eksikliğini giderme konusundaki başarılarına bağlı.
İyi haber şu ki son zamanlarda dikkat edilmesi gereken olumlu gelişmeler de yok değil. Avrupalı müttefiklerin ABD tarafından sağlanan güvenlik taahhüdünü artık çantada keklik görmeyi bırakmasına dair Amerika'dan gelen sert ikazlardan sonra AB üyelerinin savunma bütçelerinde yapılan marjinal artışlar, üst düzey ABD'li karar alıcıların, özellikle Pentagon ve Ulusal Güvenlik Konsey'inde (NSA) yuvalananların, Rusya'nın revizyonizmi ve dünya genelinde yükselişte olan büyük güç gerilimi karşısında NATO'nun gösterdiği dirayetle ilgili verdiği sözlü taahhüt, Avusturya ve Hollanda'da gerçekleştirilen son seçimleri popülist adayların kazanamamış olması ve yakın gelecekte Fransa'daki cumhurbaşkanlığı ve Almanya'daki parlamento seçimlerinde kuvvetle muhtemel merkez siyasi figürlerin yönetici mevkilere seçilecek olması, geleceğe iyi yansıyacak gibi görünüyor.
Avrupa genelinde ve ulusal bazda elitler, AB entegrasyon sürecinde karşılaşılan zorlukların farkında gibi. Avrupa Komisyonu tarafından en son yayınlanan 'beyaz belge', AB entegrasyon sürecinin geleceğini sürdürülebilir bir şekilde kurtarmaya yönelik yapılan ciddi bir teşebbüs olarak görülmelidir.
Yukarıda bahsettiğimiz türden umut verici gelişmelere rağmen bazı yapısal faktörler, kısa-orta vadede entegrasyona yönelik çaba sarf edenlerin yoluna muhtemelen taş koyacaktır. İlk olarak, 27 üyeli AB'de ortak bir tehdit ve güvenlik algısının varlığından bahsetmek zor. Farklı AB üyelerinin Rusya'yla ilgili olarak son yıllarda aldığı tutumlarda oldukça belirgin bir ayrım bu.
AB'nin doğu Avrupalı ve Baltık ülkeleri arasında bulunan üyelerinin gözünde Rusya AB'nin varlığına yönelik bir numaralı tehditken, Kırım ve doğu Ukrayna'da savaşa girmesinden sonra Rusya’ya uygulanan yaptırımlara son verilmesinin, kıtanın batı ve güney kıyılarında yaşayan bir çok Avrupalıyı memnun edip rahatlatacağını iddia etmek yanlış olmaz.
Rus liderliği birliğin içindeki bu ayrışmanın gayet farkında ve Avrupa çapında Rusya yanlısı seçmen kitleleri oluşturabilmek için çeşitli stratejiler dahilinde çok büyük meblağlar harcıyor. Bu stratejilerin içinde öne çıkan ise siber dezenformasyon kampanyaları.
Aynı şekilde, Ortadoğu genelinde artışta olan anarşiden kaynaklanan tehditler, üye ülkeler tarafından aynı derecede hissedilmiyor. Büyük Müslüman toplulukların yaşadığı AB üyeleri, süregiden göçün olumsuz neticeleriyle olduğu kadar, çok-kültürlülüğün başarısızlığı karşısında uzun vadeli çözümler üretmek mecburiyetiyle de uğraşmak zorunda kaldılar. Avrupa'da göç sorununa dair ortak bir tutum benimsemenin zorluğu, batı ve doğu Avrupalı üyelerin Almanya'nın "misafirperverlik kültürü" tarzındaki yaklaşımına verdiği güçlü tepkilerden açıkça belli oluyor.
İkincisi, Britanya'nın üyelikten çekilmesine ve Amerika'nın transatlantik güvenlik topluluğuna bağlılığının giderek aşınıyor olmasına bakılacak olursa, Almanya'nın Avrupa siyasetinde egemen bir konuma oturup oturamayacağı, bunun gerçekleşmesi durumunda ise diğer üyelerin, özellikle de Fransa'nın buna nasıl bir tepki vereceği, büyük bir bilinmeyen olarak ortada duruyor.
Hem Alman liderler hem de Alman toplumu AB entegrasyon sürecinin devamının, Almanya'nın ulusal çıkarlarına hâlâ uygun olduğu görüşündeler. Bununla birlikte yeni bir gelişme, Almanya'nın Avrupa kurumlarına nasıl bağlanacağını, önümüzdeki senelerde muhtemelen Avrupa'nın şartlarından daha çok Almanya'nın koyduğu şartların yeniden tanımlayacak olmasıdır. Liderlik podyumunu Almanya'yla paylaşma konusunda yaşadığı yapısal ekonomik ve siyasi zayıflıklar göz önüne alındığında, Fransa'nın küresel bir güç olarak davranması şöyle dursun, önümüzdeki günlerde Almanya Avrupa'yı Almanlaştırma konusunda çok daha güçlü bir konuma gelecektir.
Almanya'nın Avrupalılaşmasını uzun süredir sağlamış olan koşullar giderek aşınmakta. Burada mevzubahis olan, Avrupalı Almanya'nın devamından ziyade, sadece Avrupa'da değil tüm dünyada, muhtemelen jeopolitik korkular uyandıracak olan ‘Alman Avrupa'nın yükselişidir. Avrupalı uluslar, birbiriyle ilişkilerinde yaşadıkları geleneksel jeopolitik güvenlik endişelerinin hararetini hissetmeye ve Avrupalı olmayan güçlerin, Avrupa kıtasının tek bir ülkenin hegemonik idaresine girme tehlikesinden endişe duymaya başladığı zaman, bir barış projesi olarak tanımlanan AB entegrasyon sürecinin sona erdiğini söylemek yanlış olmaz.
AB entegrasyon süreci çok vitesli bir tarzda ilerlemeye devam etsin ya da etmesin ve ilkeli farklılık gösteren üyelik resmî Avrupa belgelerinde yer alsın ya da almasın, AB'nin geleceği Fransa ve Almanya'nın barış içinde bir arada yaşamasına bağlı. Amerikan'ın güvenlikle ilgili taahhütlerindeki zayıflamanın ve Brexit'in yaşandığı bir süreçte, AB'nin devamı, Fransa güvenlik ve savunma entegrasyonunda başı çekerken Almanya'nın AB'nin sivil-ekonomik ve normatif güç kimliğinin ana kaynağı olduğu ortak bir liderliğin Fransa ve Almanya tarafından sergilenme kabiliyetiyle yakından ilişkili görünüyor.
Mütercim: Ömer Çolakoğlu
[Doktora derecesini Bilkent Üniversitesi'nden alan Prof. Dr. Tarık Oğuzlu Uluslararası Antalya Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir]
FACEBOOK YORUMLAR