Almanya'nın derdi ne?
Almanya Türkiye’ye karşı öylesine sert oynuyor ki, uzlaşıya varmak için boş alan bırakmıyor. Neredeyse her aşama ve her grup Türkiye’ye karşı açık düşmanlık içeren beyanatların parçası oluyor.
Ne çok duyar olduk bugünlerde, Almanya adını. Nerede bir olay olsa, Almanya orada. Türkiye ile kriz yaşayan Almanya, Rusya ile gerilen Almanya, Şimdi ABD ile de atışmaya başladı. Daha önceleri hep Avrupa Birliği (AB) politikalarının içinde kendini eritmeye çalışan Almanya görüntüsü gitti, yerine uluslararası meselelerde sesi oldukça yüksek çıkan bir Almanya geldi.
Rusya ile yaşadıkları gerilim yeni değil. Ukrayna krizinden bu yana, Alman-Rus ilişkilerinin ne yöne evrileceği ciddi merak uyandıran bir hal aldı. Avrupalılar her zaman olduğu gibi NATO’nun ardına gizlenerek Rusya’yı Ukrayna’dan dışlamak istediler. Sonuç tam tersi oldu. Rusya doğrudan Kırım’ı işgal ederek Almanya öncülüğündeki AB’ye Rus arka bahçesinde manevra yaptırmayacağını gösterdi. Almanya Ukrayna’da ava giderken avlandı. NATO’nun, yani Amerika’nın kendisine destek vereceğine inanıyordu. Ancak öyle olmadı. Amerika, Rus yayılmasını görmezden gelmeyi tercih etti. Bu, Almanya’nın yalnızlığı acı bir biçimde tattığı ilk örnek oldu.
Almanya teröristlerin güvenli bölgesi
Türkiye ile yaşadığı gerginlik neredeyse artık herkesin malumu. Almanya Türkiye’ye karşı öylesine sert oynuyor ki, bir uzlaşıya varmak için neredeyse hiç boş alan bırakmıyor. Alman gazetelerinden tutun Alman devletinin yetkililerine kadar, neredeyse her aşama ve her grup Türkiye’ye karşı açık düşmanlık içeren beyanatların parçası oluyor. Türkiye’de faaliyet gösteren bütün terör örgütlerinin mensupları için Almanya güvenli bölge haline getirildi. FETÖ’cülerin sığınma merkezi oldu. Referandum sürecinde açık taraf olan Almanya, Erdoğan karşıtı bir pozisyona savruldu. En son karşılaştığımız örnek ise İncirlik restleşmesi. Türkiye Alman vekillerin İncirlik’e girmesine izin vermeyince, Almanya AWACS’ların Konya’dan çekilmesini gündeme getirebilecekleri tehdidini savurdu. Hatta Amerika’yı yine yardıma çağırdı. Fakat yine eli boş döndü. Trump’ın pek bu konuyu umursayacak hali olmadığı ortada.
‘Trump Almanya ile yakınlaşır’ umutları boşa çıktı
Zaten Almanya’yı en fazla sarsan da bu oldu. Bazıları Trump döneminde Almanya’nın Amerika ile yakınlaşabileceği iddiasını dile getiriyordu. Yani Amerikan aşırı sağını temsil eden Trump ve yönetiminin Almanya ile yakınlaşmayı ideolojik olarak tercih edebilecekleri söyleniyordu. Belki Almanlar da benzer bir beklentiye kapılmış olabilir. Fakat Trump ilk günden bu yana Almanya’ya oldukça mesafeli ve belki de açıkça muhalif bir tavır alıyor. Trump’ın neredeyse normal bir hareketi yok; fakat en anormalini de galiba Merkel’e ‘çekti’. Toplantı sonrası gazetecilere poz verirken, Merkel’in tüm çabalarına rağmen, tüm diplomatik nezaketi bir kenara bırakarak, bile isteye el sıkışmaktan kaçındı. Bununla da yetinmedi, ardı ardına Almanya’yı hedefe koyan açıklamalar yaptı. Bunların birçoğu üstü kapalı olarak dile getirilen açıklamalardı. Özellikle NATO konusunda yapılan değerlendirmeler, Merkel’in tüm beklentilerini boşa çıkardı ve birden Merkel sert bir karşılık verdi.
Almanya üstündeki ABD kontrolü
Merkel artık Almanya’nın İngiltere ve Amerika’ya güvenemeyeceğini ve kendi başının çaresine bakmak zorunda olduğunu dile getirdi. Buraya kadar olanlar, herhangi bir devletin bir başka devletle yaşayabileceği sıradan gerginliklere örnektir. Fakat Almanya ile Amerika’nın arasının böylesi açılması, farklı bir duruma işaret eder. Almanya’nın ‘patron’la bozuşması demektir. Kim ne derse desin Almanya 1945’ten bu yana Amerikan işgali altındadır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Almanya’ya giren Amerika, Soğuk Savaş boyunca Batı Almanya’yı kurdu, geliştirdi ve korudu. Almanya’nın silahlanmasına ve ordusuna sınırlandırmalar getirildi. Bütün güvenliği Amerikalılara devredildi. Bir ‘patron ve bağımlı’ ilişkisi kuruldu. Almanya ekonomik üretime devam edecekti, fakat güvenlik bakımından Amerika’ya bağımlı olacaktı. Soğuk Savaş bittiğinde Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesine müsaade edildi, fakat bahsi geçen eşitsiz ilişki biçimi değişmedi. AB’nin ekonomik gücü olan Almanya, Fransa ile birlikte AB’nin siyasi motoru haline de geldi. Ama bu AB pozisyonu bile büyük oranda NATO paralelinde yürüdü. AB genişlemeleri NATO genişlemeleriyle birlikte yürüdü. Büyümesine ve etkinliği artmasına rağmen Almanya, Amerikan kontrolü altında olmaya devam etti.
Güvenlik ihtiyacı
Fakat son yıllarda ABD’nin dünya siyasetinden çekilmesi, tüm Amerikan müttefiklerini olduğu gibi, Almanya’yı da yalnız bıraktı. Dünyanın dört bir tarafında krizler patlak vermişken, bu krizlerin etkileri Almanya’nın sınırlarına dayanmışken, Almanlar kendilerini güvensiz hissediyor. ABD’nin bu zamana kadar sağladığı güvenlik şemsiyesini kaybediyor ve Almanya’nın güvenlik ihtiyacı var. Bunu sağlamak için geriye iki yol kalıyor: Ya AB’nin gerçek bir ordu kurması ya da Almanya’nın kendi ordusunu kurması. İlki mümkün değil, ikincisi ise riskli.
AB’nin ordu kurma çabaları yeni değil. Amerikan güvenlik şemsiyesi altındayken ve her şey yolundayken bile gerçekleştirilemedi. AB’nin genişlediği ve derinleştiği dönemlerde dahi üye ülkeler ortak dış politika ve güvenlik siyasetine yanaşmadılar. Şimdi AB’nin kriz yaşadığı bir dönemde ordu kurabilmesini kimse beklemesin.
Ordu kurma ihtimali
Geriye ikinci seçenek kalıyor: Almanya’nın kendi ordusunu kurarak silahlanması. Bu mümkün. Avrupa’nın en büyük ekonomisi ve sanayi devi Almanya, kısa sürede güçlü bir ordu inşa edebilir. Fakat bunun da sonuçları olacaktır. Böyle bir adım Almanya’yı tekrar dünya siyasetinin merkezi sorunu haline getirir. Hem Avrupa’nın çevresindeki aktörleri rahatsız eder hem de AB siyasetinin sonu olur. Almanya’nın ordu inşa etmesi demek, öncelikle Fransa’nın tehdit hissetmesi demektir. Yani İkinci Dünya Savaşı öncesi duruma dönmek anlamına gelecektir. Karşılığında Fransa’nın da silahlanması ve AB’nin iki motor gücünün yeniden birbirlerinin rakibi haline gelmesi kimseyi şaşırtmaz. Dahası bu durum AB’nin sonu olur. Fransa ve Almanya’nın bu tavra bürünmesi, diğer küçük AB ülkelerini de tetikler. Sonuç olarak bir kısmı Almanya’ya teslim olabilir, bir kısmı da Fransa ile ittifak kurabilir. Bu açıdan bakıldığında, Almanya’nın kendi ordusunu kurup büyütmesinin, Avrupa siyasetini farklı bir aşamaya taşıyacağı açık.
Almanya’nın dilinin altındaki bakla
Ama belki de Almanya’nın dilinin altındaki bakla tam da budur. Belki Almanya aslında silahlanmak ve yayılmak istiyor ve ABD’nin çekilmesini bunun bir bahanesi olarak sunuyor. Belki de Avrupa’da artık kendisine ekonomik anlamda meydan okuyacak aktör kalmamış olmasını, siyasi ve askeri güce dönüştürmek istiyor olabilir. Sanki Almanya bir revizyon istiyor gibi.
Almanya ekonomik anlamda zaten Avrupa’yı teslim almış durumda. AB ekonomisi 290 milyar civarında ticaret fazlası verdi. Bunun 280 milyar doları Almanya’ya ait. Yani AB ekonomisi büyük oranda Almanya için çalışıyor desek yeridir. Diğer ülkelerle Almanya arasında tek taraflı bir ekonomik ilişki kurulmuş halde. Almanlar dünya siyasetindeki boşluktan faydalanarak sınıf atlamaya çalışıyor. AB’nin sahibi küresel siyasi güç olmanın yolu işte tam budur.
Almanya’nın yeni tutumu çok maliyetli olacak
Almanya bu tür adımları attığı müddetçe, yeni yeni gerilimlerin tarafı olacaktır. Yeni yeni karşıtlıklar yaşayacaktır. Fakat bu oldukça maliyetli bir tutumdur. Diğer bölgesel ve küresel aktörlerle doğrudan karşı karşıya gelmek demektir. Almanya’nın jeopolitik özellikleri nedeniyle, yani Avrupa’nın tam ortasında yer alması nedeniyle birçok rakiple karşılaşacağını hepimiz öngörebiliyoruz. Zaten işte Almanya’nın dünya siyasetinde artan bir şekilde hissedilmesi ve yeni gerilimlerin tarafı olması da bu yüzdendir.
Ancak Almanya bu çok cepheli savaşı daha fazla yürütemez; rakip sayısını azaltmak zorunda. Tüm rakiplerle aynı anda mücadele vermek yerine, tek birine odaklanmayı isteyebilir. Artık ABD’yi yanına alamayacak gibi görünüyor. Ama karşısına da almak istemeyecektir. Yani Almanya ABD ile rekabete girmekten özellikle kaçınacaktır. O zaman geriye, karşı karşıya gelebileceği iki aktör kalıyor: Ya Rusya ya da Türkiye. Tarihten çok iyi tanıdığımız bir denklem. Tıpkı Avusturya-Macaristan, Rusya ve Osmanlı arasındaki 18. ve 19. yüzyıldaki ilişkilere benzer bir durum ortaya çıkıyor. Almanya öncelikle bunların ancak biriyle mücadele etmek isteyecektir. Hangisiyle karşı karşıya geleceğini ise Suriye krizi veya Ukrayna krizi belirleyecektir. Ukrayna meselesi Almanya için daha öncelikli. Ama Ukrayna’da bir statüko kurulmuş gibi. Almanya kurcalamadığı müddetçe ateşlenmez ve Rusya ile bir krizi tırmandırmaz. Suriye meselesi Almanya’nın daha az ilgisini çekiyor ama daha sıcak. Bu konuda Almanya’nın şimdilik en önemli meselesi terör ve göç. Bu anlamda Türkiye’yi kullanamayacağını hissediyor. AB politikaları çerçevesinde Türkiye’yi bir tampon bölge haline getirmek istiyor. Fakat Türkiye’yi kontrol edemeyeceği ortaya çıkınca ve Türkiye bölgesel politikalar anlamında meydan okuyucu bir tavır benimsedikçe, ilişkideki gerginlik oranı da artış gösteriyor.
Ama işin asıl ilginç tarafı, Avrupa içi dengelerde ortaya çıkacak gibi. Almanya Rusya ve Türkiye ile rekabete girebilir ama Fransa ve diğer Avrupa ülkeleri için daha öncelikli bir tehdit haline dönüştüğünde yeni gündem maddeleri orada karşımıza çıkabilir.
Her ne olursa olsun, bundan böyle Almanya’nın ismini daha çok duyacağız ve bu isim çoğunlukla gerilimlerin bir parçası olacak. Çünkü Almanya kendini güvensiz hissediyor, gücünü artırmak istiyor ve böylece çevresini de güvensizleştiriyor.
[İstanbul Ticaret Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümün öğretim üyesi olan Doç. Dr. Hasan Basri Yalçın aynı zamanda SETA strateji araştırmaları direktörüdür]
FACEBOOK YORUMLAR