15 Temmuz'un yurtdışında algılanması ve objektif analiz
Dış medya ve siyasetçiler olaya nasıl baktı? * Türkler arasında neler yaşandı? * Olayın yurtiçi ve yurtdışındaki Türkler arasındaki algı ve eylem farkı neydi?
15 Temmuz 2016 cuma akşamı ve gecesi, Türkiye'de yaşanan olaylar, sadece Türkler'de değil, tüm dünya ülkelerindeki halkların zihinlerinde bir bilimkurgu (Science fiction) filmi gibi iz bırakacak.
O akşam Hollanda'daki evimde TV izleyiciliği yaparken kaçırmış olduğum haberi, alt katta Hollanda programlarını izleyen eşim, 'İlhan, Türkiye'de askeri darbe oluyor' diye bağırarak bana ulaştırmış oldu. O an ne izlediğimi hatırlamıyorum ama, televizyon kumandasına basarak Türk kanallarını açtım.
Gördüğüm manzara hepinizin malumu....
Sizler gibi ben de o geceyi TV ekranına bakarak uykusuz geçirdim. Tabii ki sadece Türk kanallarını değil, diğer yabancı kanalları da izleyerek.
O gece, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın televizyondan yapmış olduğu çağrı üzerine sokaklara dökülen Türkler, darbe girişimcilerine karşı koymuş ve tankların altına yatmışlardı. Türkiye'nin dört bir yanındaki sokağa dökülme olayları yurtdışında da aynen yaşandı. Tüm Avrupa kentlerinde olduğu gibi, Hollanda'nın Rotterdam ve Deventer kentlerindeki Başkonsolosluklarımızın önünde de yığınlar topandı.
Hollanda televizyonları gece boyunca ve ertesi günün tamamında Türkiye'den canlı yayınlar yaptı. Ertesi günkü gazeteler de Türkiye haberleri ile doluydu.
Haberlerin objektiflikten uzak olduğu gözlemleniyordu. Medya organlarının hemen hemen tamamı, cereyan eden olayların ciddiyetinden çok, Recep Tayyip Erdoğan'ın -kendilerince- olumsuz yönlerini öne çıkarıyorlardı.
Avrupa medyasındaki olumsuz haberlerin yanında, Avrupalı siyasetçiler de objektiflikten uzaktılar. De Telegraaf Gazetesi, yayınladığı haber ve yorumlarda sadece Recep Tayyip Erdoğan'ı hedef seçmişti.
Türkiye'deki gergin atmosfer, yurtdışında çok daha gergin bir halde devam etti. Türkiye'de karşıt gruplar bir çatışma içine girmemiş olmasına rağmen, yurtdışında münferit de olsa, karşıt gruplar arasında bazı çatışmalar yaşandı.
Bu çatışmalar medya tarafından tabii ki büyütüldü. Hollanda medyası, mağduriyet iddiasındaki gruplardan birine 'Gülenistler' yakıştırmasını uygun gördü. Yaşanan münferit olaylar siyasetçiler tarafından dikkate alındı ve 'Türkler arasında çıkacak olan büyük bir çatışma' olasılığına karşı önlemler alınması istenmişti.
İlerleyen günlerde, ülkede bulunan İslam Okulları'da yaşanacak olan olumsuzluklara değinilmeye başlandı. İslam okulları arasında Fetullah Gülen'in çizgisinde olduğu belirtilen okullar da vardı. Pek çok Türk ailesi, çocuklarını bu okullara göndermek istemediklerini belirterek, çocuklarını gönderebilecekleri okul gösterilmesini istedi. Şimdilerde belediyeler bu konuyla meşgul oluyorlar.
Aslında, Hollanda'daki İslam Okulları ISBO ve SIMON çatısı altında faaliyet gösteriyorlar. Fetullah Gülen çizgisinde olan okullar da Cosmicus ve De Roos gibi isimler altında faliyet gösteriyor. Bu okullara devam eden öğrencilerin aileleri tedirginlik içindeler.
Hollanda medyası daha sonraki günlerde, karşıt grupların birbirlerini suçlayıcı açıklamalarına yer vermeye başladı. Bu ara bazı gruplar da kişi ve kurumları hedef alan iddiaları ortaya atmaya başladılar. Kişi ve kuruluşlara olumsuz damga vurmaya başladılar.
Yurttaşlarımızın tepkileri
Hollanda medyasında yayınlanan Türkiye aleyhindeki haber ve yorumlar, buradaki Türk yurttaşlarını üzüyordu. Telefonu kapıp veya kaleme sarılııp tepki koymak isteyen Türkler'in sayısı çoktu. Bu Türkler'den biri olan Cemil Yılmaz oturdu Hollandaca dilinde bir yorum yazdı. Cemil Yılmaz bu yorumuna, Samuel Huntington'un 1993 yılında yayınlanan kitabından bir alıntı ile başladı.
Cemil Yılmaz mektubununun sonunda, ' 15 Temmuz , tarih kitaplarına Demokrasi için şehit olanlar' günü olarak geçecektir. Bunu anlamayan ve anlamak istemeyen Batılılar ve Avrupalılar şerefsiz alçaklardır' şeklinde çok ağır bir cümle kurmuş.
Cemil Yılmaz'ın alıntı yaptığı, 'Mediniyetler Çatışması' adlı kitapta Huntington'un ne demek istediğini, Deventer eski Başkonsolosumuz Orhan
Ertuğruloğlu'ndan okuyalım:
'Huntington, tarihi, ideolojik ve dini-kültürel nedenlerle birbirlerine düşmanlık güden medeniyetlerin çatışmasının kaçınılmaz olduğunu ileri sürüyor.
Huntington'un tezi, hem İslami, hem de Batılı unsurlar barındıran, ne Batılı ne de İslam ülkesi denemeyecek Türkiye'nin, hiçbir zaman Batı'nın güvenilir bir dostu ve AB'nin tam üyesi olamayacağını öngörüyor. Huntington, Türkiye'nin Batılı olmaktan vazgeçip İslam Dünyası liderliğine soyunmasını öneriyor.
İlk iktidara geldiği yıllarda Erdoğan, bu görüşün yanlış olduğunu kanıtlamak istedi. 'Medeniyetler Çatışması' yerine, 'Medeniyetler İttifakı' görüşünü savundu. ASAM'a verdiği siyasi talimat doğrultusundan bu tezi çürütmek için çalışmalar yaptırdı. Kısacası 'Bizi AB'ye alın' demeye çalıştı..
2008'den sonra ise Erdoğan, Huntington teorisinin aksini kantılamak çabasından vaz geçti gibi.
George W.Bush,dış politikasını Huntington'un tezi üzerine kurdu...
Eğer Atatürk devrimlerinden taviz verilmeseydi, Türkiye bağlamında Huntington teorisi çürütülebilirdi..
Ben yaşadığımız ortamda büyük ölçüde Hntington'un teorisinin doğru olduğuna katılanlardanım. Cemil Yılmaz'ın yazısı, Türkiye'deki son gelişmeler karşısında Huntington'un teorisinin etkisinden kurtulamayan Batı'nın ve Hollanda'nın aldığı tutumu eleştiren bir yazı.
Fark ne?
Türkiye'de cereyan eden bu çok acı gelişmeler, ne mutlu ki Anadolu insanını bölünmeye ve karşılıklı eylemlere sevketmedi. Nedendir bilinmez ama, yurtdışındaki Türkler arasında yukarıda anlatıldığı şekilde tatsızlıklar meydana geldi.
Bakmayın siz benim 'Nedeni bilinmez' dediğime. Aslında neden bellidir. Yurtdışındaki Türkler, uzakta oldukları anavatana karşı daha hassas duygular içindedir. Son gelişmeler, siyasi çekişmelerden ziyade, Türkiye'nin varlığı ile ilgili gelişmelerdir. Batılılar da olaya siyasi yönden bakmıyorlar. Türkiye'nin yok oluşu ile ilgili suçlamaları tercih ediyorlar.
Dilerim ki, yurtdışındaki yurttaşlarımız, her türlü siyasi ve dini tartışmaların dışındaki bu 'varolma, yokolma' konusunda aynı çizgide birleşirler ve vatanımız ile devletimizin varoluş mücadelesini desteklerler.
Hatırlarsanız, 18 temmuzda 1980'leri yeniden yaşıyorum başlıklı kısa bir yorum yazmıştım. O yorumda şunları yazmıştım: 1980'de Hürriyet Benelux Temsilcisi ve TRT Hollanda Muhabiri olarak çalışıyorum.
Ülkemde siyaset çirkinleşmiş, yurttaşlarım kamplara bölünmüştü.
Yurtdışındaki Türkler de aynı durumdaydı.
Sağcı, solcu, dinci diye nitelenen örgütler arasında kıyasıya bir kavga vardı. Öyle ki, Türkiye'deki siyasi çekişmeler nedeniyle yurtdışında da cinayetler işleniyordu.
Hürriyet temsilcisi olarak ben, hibir siyasi hareketin yanında bulunmuyor, hiçbir siyasi grubu övmüyor ve yermiyordum.
Ama buna rağmen bütün gruplar nezdinde, en azından 'Bizden değil' gerekçesiyle 'Tu-kaka' durumundaydım.
Mesleğim icabı, her grup içinde temasta olduğum kişiler vardı. Kimi ile dosttum da...
İnanır mısınız, Hollanda polisi tarafından iki defa koruma altına alındım. Birinde, 'Seni sağcılar öldürecek' denildi, diğerinde de 'Seni solcular öldürecek' denildi.
Hollanda polisi o zaman çelik yelek giymemi mecbur etmişti. Aylarca öelik yelek ile dolaştım. Ama Allah'a şükür, ne sağcılar ve ne de solcular beni öldrmeye teşebbüs etmediler.
Yani anlayacağınız, o zamanlar bana sağcılar 'solcu', solcular da 'sağcı' damgasını vurmuştu. Aslında bütün kabahatim onların safında yer almayışımdı.
Ama insanlar arasında yatıştırıcı ve kucaklayıcı birileri de olmalıydı.
Bugünlerde Türkiyemizde yaşananlar beni 1980'lere götürdü.
Buradaki yurttaşlarımız yine kamplara bölünmüşler.
'Bölünmüşler' diyorum, zira Hollanda medyası ve siyasetçilerine göre, Türkler bölünmüşler ve durum tehlikeli bir vaziyet almış. Bu nedenle de şimdi Başbakan Rutte ile Cumhurbaşkanı Erdoğan bir telefon görüşmesi yapmışlar.
Ben, 1980'lerde, daha doğrusu 1970'lerdeki gibi yine yatıştırıcı ve kucaklayıcı bir rol almak durumundayım. Hoş, şimdiki karşıt gruplardan birinin, siyasi bir yarış içinde değil, devletimizi parçalama eğiliminde olduğu suçlaması var. Yani birinin veya benim bu grup ile yatıştırıcı ve kucaklayıcı bir temasım olması halinde, 'Vatan hainliği' ile suçlanabilirim. Bu nedenle de çok dikkatli ve tedbirli olmak durumundayım.
Siyasi görüşlerde tarafsız kalmak 'renksizlikle' damgalanabilir ama, devleti parçalama iddiası içinde olanlara karşı da tarafsız kalmak, 'Vatan hainliği' ile eşdeğer olabilir.
Bu nednle bu konuda, tarafsız, yumuşatıcı ve kucaklayıcı etiketini taşımayacağım.
Bu yorumumu yazarken, AK Partisi ve Erdoğan'a yakınlığı ile bilinen ve Erdoğan'ın inisiyatifi ile kurulan Avrupa Türk Demokratlar Birliği'nin 8 yıl Hollanda başkanlığını yapmış olan Veyis Güngör aklıma geldi.
'Akil İnsan' olarak vasıflandırılan ve Akil İnsanlar toplantılarına katılan Veyis Güngör ile görüşmem gerektiğine inandım. 15 temmuz'u kendine göre analiz etmesini rica ettiğim Güngör'ün sözlerine aynen yer veriyorum.
15 Temmuz Darbesinin Avrupa Türkleri Yakası
Ülkemizde 15 Temmuz’da gerçekleştirilen kanlı darbe girişimi, sadece Türkiye’de yaşayanlar değil, aynı zaman da, Avrupa’da yaşayan Avrupa Türkler'inin de yüreğini ağzına getirmiştir. FETÖ (Fethullahçı Terör Örgütü) ve iş birlikçileri tarafından organize edilen hain darbe girişimini öğrenen Avrupalı Türkler de aynı gün ve saatlerde T. C. Başkonloslukları ve Büyükelçilikleri önünde toplanmışlardır. İlerleyen günlerde Avrupa’nın bazı kentlerinde de demokrasiye saygı mitingleri organize ederek Türkiye’ye destek vermişlerdir. Diğer taraftan, yıllık tatillerini Türkiye’de geçiren Avrupalı Türkler de, bulundukları şehirlerin meydanlarında demokrasi mitinglerine katılarak, ülke çapında milli iradenin tecellisine katkıda bulunmuşlardır. Avrupa’nın farklı ülkelerinde etkin olan Türk Sivil Toplum Kuruluşları zaman zaman iki dilde yayınladıkları bildiri ve açıklamalarla darbeyi, milletine silah çevirenleri, parlamentoyu bombalayanları, sivil halka kurşun sıkanları sert dille kınamışlar ve demokrasiden vazgeçilmeyeceğini belirtmişlerdir.
Avrupa’da akıl tutulması ve hayal kırıklığı
Bütün bunlar yaşanırken ve Türkiye büyük bir felaketten kıl payı kurtulurken, demokrasiye anlam veren yegane unsur, yani halk sokaklara dökülmüşken, Avrupalı dostlarımız neredeyse dört hafta gibi bir süreyle susmayı tercih etmişlerdir. Açıklama yapanların da ezici çoğunluğu Türkiye’deki darbeyi kınama yerine, Erdoğan’nın dikdatör olduğu yönünde açıklamalar ve yorumlar yaparak, insanlık suçu darbe yerine, Erdoğan’ın daha da güçlendiğini tartışmışlardır. Türkiye’de idamın yeniden uygulanamayacağına dikkat çekmişlerdir. Bu tutum, ancak Avrupa’da bir akıl tutulmasıyla izah edilebilir. Avrupa nasıl geçtiğimiz aylarda mülteci sorununda sınıfta kaldıysa, Türkiye’de yaşanan 15 Temmuz hain darbe kalkışmasında da sınıfta kalmıştır. Avrupa’nın bu davranışı, Türkiye’ye olan bu tutumu Avrupa Türk diasporası için daha da vahimdir. Üzerinde çalışılması gereken çok önemli bir alan ve konudur. Birlikte yaşadığımız bu toplulukların tavrını ve tutumunun arka planını mutlaka anlamamız gerekmektedir.
Gerçi, sözkonusu davranışın elbette bir 15 Temmuz öncesi vardır. Hakim yaklaşım; aylardır yapılan anti Türkiye ve anti Erdoğan propagandası oluşturduğu bir yaklaşımdır. En önemlisi de, Avrupalı halkların Erdoğan’ın siyasetten çekilmesi, bertaraf edilmesi yönündeki algı ve arzularının, 16 Temmuz sabahı alt üst olmasıdır. Avrupalılar bu konuda tam bir hayal kırıklığı yaşamışlardır. Bu hayal kırıklığı, Avrupa karar vericilerinin neredeyse dört hafta kendilerine gelememelerine sebep olmuştur. Avrupalılar önce Türkiye’de bir kanlı darbe girişiminin olduğunu anlamalılar. Bu anlaşılmadan sağlıklı konuşulamaz. İbrenin geri dönmesi bir an önce hızlandırılmalıdır.
Darbenin Avrupalı Türkler ve karar vericilere yansımaları
Avrupalı Türkler; Avrupalılardan Türkiye’de girişilen darbeyi kınama açıklamaları beklerken, bu süreçte Avrupalılar ve özelde ırkçılar Avrupalı Türklerin başta aidiyet, sadakat, entegrasyon, kimlik gibi bir çok meselesini yeniden sorgulamışlardır. Avrupa meydanlarında ellerinde Türk bayraklarıyla demokrasi yürüyüşleri yapan toplulukları anlamak yerine, bazı siyasetçiler, ‘Madem Erdoğan’ı o kadar çok seviyorlar o zaman bavullarını doldurup Türkiye’ye gitmeleri gerektiğini'. Hatta Belçika’da çok daha ileri gidilerek; Flaman Sosyalist Partisi, Ahmet Koç isimli Türk’ü facebook sayfasında, ‘Allah’ım bizi vatan hainlerine karşı koru’ ifadesini yazması ve Erdoğan’cı suçlamasıyla parti üyeleğinden çıkartmıştır. Diğer taraftan özellikle medyada, Türkler arasında büyük kavga ve gürültülerin olacağı günlerce yazılmıştır. Hatta bu yönde özel güvenlik önlemleri alındığı haberleri öne çıkartılarak Türkler'in sorunlarını ancak kavgayla halledecekleri imajı verilmiştir. Bu çerçevede cereyan eden bir iki münferit olay, özellikle Avrupa’daki FETÖ’cü kurum ve kişilerin yaptıkları taraflı haberler, olay sonrası gönderdikleri twitler ile daha da abartılmıştır. Örneğin, geçen hafta Amsterdam’da bir işyerinde iki ortak arasında ticari kaygılardan dolayı yaşanan kavga, hemen farklı yönlere çekilmiş, ‘Rotterdam Başkonsolosu hedef gösterdi, Erdoğan’cılar saldırdı’ twiti atılarak olay provake edilmeye çalışılmıştır. Ancak, milletimizin derin sağ duyusu her zaman olduğu gibi yine kendisini göstermiş ve öngörülen kavga ve gürültüler yaşanmamıştır.
Başbakan Rutte Erdoğan’la görüşüyor…
Diğer taraftan Fas kökenli Rotterdam Belediye Başkanı Ebutalip, Rotterdam Başkonsolosumuz’nun Türkiye’deki yaşananları anlatmak amacıyla bazı belediye başkanlarına yazdığı mektubu bahane ederek, Rotterdam’da huzur ve düzenin korunması adına, Hollandalılar'dan daha Holllandalı bir tutum içine girmiştir. Aynı günlerde, Hollanda Başbakanı Mark Rutte de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı telefonla arayıp, fikir alışverişinde bulunmuştur. Hollanda basınına göre, Başbakan Rutte Türkiye’ninHollanda'nın içişlerine karışmaması yönünde bir görüş bildirmiştir.
15 Temmuz darbe girişiminin Hollanda’ya yansıyan bir başka yönü de, Hollanda’da etkin olan Türk sivil toplum kuruluşları Diyanet, Milli Görüş, Süleymancılar ve FETÖ’cülerin yeniden araştırılmaya tabi tutulmasıdır. Bu araştırma Başbakan Yardımcısı Lodewijk Asscher tarafından, bundan bir kaç yıl önce gündeme gelmiş, ancak buzdolabına konulmuştu. Şimdi uygulamaya geçiriliyor.
İhbar hatları…
Hain darbenin bir başka yansıması da Avrupalı Türkler'in birbirlerini Türkiye Cumhuriyeti yetkililerine FETÖ’cü diye şikayet ettikleri haberleriydi. Kim ve kimler tarafından hazırlandığı meçhul mektuplar, çağrılar ortalıkta dolaşıtırılyor. Sosyal medyada dolanan bu asılsız mektuplarla güya Türkler'e 'ihbar edin' çağrıları yapılıyor. Mektup, her haliyle düzmece olduğu anlaşılan ve her vatandaşın kolaylıkla bulabileceği bir kaç telefon numarası, mail adresi verilerek toplum huzursuz edilmeye çalışılmasına yarıyordu. Tabii ki ortamın bu bulanıklığından faydalanmaya çalışan bazı karanlık kişi ve kurumlar da, kendilerine vazife çıkartıp ortalığı velveleye verdiler. Kurum ve kişiler hakkında yalan haberler yaparak, iftiralar attılar.
İmamlar Ajan mı?
Bütün bunlar yaşanırken, ve ortalık toz dumanken, Hollanda’da FETÖ’nün önemli elamanlarıından biri, Hollanda’daki günlük yayınlanan AD (Algemene Dagblad) gazetesine gerçekleri yansıtmayan bir açıklama yapıyor. Açıklaması, muhtemelen uzman bir imaj yenileme ofisi tarafından, ustaca gazetenin en okunan sayfasında yayınlatılıyor. Diyanet imamlarının, Türk devletinin ajanı oldukları ve geri gönderilmeleri ifadelerinin yer aldığı bu haber, Hollanda Türk toplumu arasında geniş tartışmalara yol açarken, haksızlık karşısında susmayan bir çok cami yöneticisini harekete geçirmiştir. Oysa şu gerçek; yani bir çok araştırma sonucunun da ortaya koyduğu; ‘Hollanda’da Türkler'in uyum sürecinde Diyanet imamların beklenilenden daha fazla katkıda bulundukları’ gerçeği yok sayılmak istenmiştir. Diğer göçmen grupların entegrasyon sürecine bakılırsa, Diyanet imamlarının kıymeti daha da iyi anlaşılır…
Erdoğan bu günleri 2004 yılında (ön)görmüştü…
Yıllar önce, bu günleri (ön)gören bir isim vardı. O zaman Başbakandı. Bir gün bizlerin ya da Yeni Türkiye’nin Avrupa’da zorlanacağını biliyordu. Haklıyken haksız konumuna gelip, anti demokratik darbe girişimini bile anlatmakta zorlanacağımızı tahmin etmişti. Bunun bertaraf edilmesi ya da daha hafif atlatılması için, Avrupa Türk Demokratlar Birliği UETD’nin kurulmasını sağlamıştı. 2004 yılında Brüksel Conrad Hotel’de yaptığı konuşmada, bizlere (UETD hareketi mensuplarına) bir vizyon çizmişti. O vizyon, başta siyasi katılım olmak üzere, içinde yaşadığımız ülkelerin STK’ları, medya ve karar vericileri üzerindeki etki kabiliyetimizi genişletmek ve arttırmayı ihtiva etmekteydi. Ancak, çok çeşitli sebeplerden dolayı UETD yönetimleri bu vizyonu yerine getiremediler. Maalesef bir başarı sağlanamadı. İşte UETD en çok ihtiyaç duyulan bir zaman için, yani bugünler için kurulmuştu….
Üçüncü Tehlike…
Avrupalı Türkler'i yıllardır meşgul eden sorunlara bir yenisi daha ekleniyordu. On yıllardır devam eden sözde Ermeni soykırımı ve PKK terör örgütü sorunu karşısında zorlanan Avrupalı Türkler'in gündemine bir sorun daha geldi. Bundan böyle artık FETÖ hareketinin ne olduğu da anlatılacak. Kaldı ki, ilk iki konuda zorlu sınavlar veren Avrupalı Türkler, üçüncü konuda da sert bir sınavla karşı karşıyalar. İlk yapılacak iş, bu her üç problemin bir antropolijisi yapılmalı. Ne oldukları, nasıl çalıştıkları, neleri hedefledikleri iyi billinmeli, araştırılmalı. Aksi halde işimiz oldukca zor.
Avrupalı Türkler Neler yapabilir?
Öncelikle mevcut Avrupa şartları göz önünde bulundurularak, hedefe odaklı yeni bir strateji oluşturulmalıdır. Bu stratejide mümkün olduğunca Batılı dostlarla (önyargısız ve art niyetsiz Batılı aydınlar) işbirliği yapılmalı ve hamasetten uzak olunmalıdır. Bunları yapabilmenin şartları elbette konuşulmalıdır. Bugüne kadar yaşadığımız tecrübeler, Batı’da sokaklara dökülüp protestolar organize etmenin etkili olmadığını, hatta ters tepki verdiğini gösterdi. Bu da gösteriyor ki, yeni strateji Batıda yaygın olarak kullanılan metotlarla olmalıdır. Dünyanın en başarılı lobisi olan Yahudi lobisinin sokaklarda yapmış olduğu bir protesto görülmemektedir. Mevcut yapılar ve kuruluşlar maalesef bu metotları kullanma konusunda gereken donanıma sahip değildirler. Haliyle bir taraftan mevcut kurum ve kuruluşları daha profesyonel çalışmaya teşvik etmeli, diğer taraftan da fazla göz önünde olmayan ancak hedefe odaklı ve etkin organlar oluşturulmalıdır. Aksi takdirde bugüne kadar olduğu gibi enerjimizi boşa harcamış oluruz.
FACEBOOK YORUMLAR