Ülkenin AB serüveni her geçen gün hızlanarak sürüyor. Neredeyse tüm toplum kesimlerine nüfuz eden bulaşıcı bir hastalık gibi. Toplumun demokrasi ve barış beklentilerinin böylesine sakat bir düşe bağlanması, beraberinde daha büyük düş kırıklıkları yaratmasına neden olacaktır. Bunu görmek o kadar zor değil emperyalizmin tarihine kısaca bir göz atmak yeterli olacaktır.
İki emperyalist seçenekten birinin dünya barışı adına öne çıkartılmasının boş bir aldatmadan öte bir şey olmadığı açıktır. Çünkü emperyalizmin tarihi savaşlar tarihidir. Çünkü emperyalizm açlık, yoksulluk ve ölüm demektir. Emperyalist dünyada barış, bir gücün sömürü düzenin tek sahibi olması durumunda sağlanır ki bunun anlamı daha çok yağma, daha çok zulüm demektir. -Emperyalizm her yere özgürlük değil, hegemonya eğilimi götüren mali sermayenin ve tekellerin çağıdır Lenin- Öyleyse ABD emperyalizminin karşısına AB emperyalizmini bir seçenek olarak koyan kesimler ne istiyorlar.
Ülkenin dinamikleri açısından bu soruya verilecek yanıtlar farklılıklar taşısa da Marksistlerin duruşları net olmalıdır. Çünkü bu sorunun yanıtı iki yüzyıldır hiçbir kuşkuya yer bırakmaksızın verilmiştir. Geniş halk yığınlarının, ezilen işçi ve emekçileri tarafından çekici olan demokratik yaşam standardı aslında kumdan kaleler gibi her an dağılıp gidebilecek iğreti bir yapılanmayı içinde barındırıyor. Emperyalizm ne zaman demokrasi ve barış naraları atıyorsa bu sermayenin krizde olduğunun bir göstergesidir. Kaldı ki, AB kendi içinde demokratik hak ve özgürlüklerin sınırlarını daraltarak burjuvazisinin soluk almasına çalışmaktadır. İlk yaptığı işte işçi ve emekçilerin kazanılmış haklarında budamak olmuştur. ABnin mantığını kavramak için örneğin uyum yasaları temelinde Türkiye hükümetine dikte ettirdikleri yasaları incelemek yeterlidir. Yürürlüğe konan yeni iş yasası AB burjuvazisinin demokrasi anlayışının en yalın örneklerinden biridir. II. Emperyalist savaşın yıkımı ardından tesis edilen görece burjuva demokratik ve barışçıl düzen dünyanın yeni düzeni karşısında varlığını sonsuza değin sürdürebilecek kararlılığını gösteremiyor.
Avrupa demokrasiciliği oyunu geçmişte prim yapmış olabilir ancak kalıcı bir Birleşik Avrupa tasarımı kimi kesimlerin düşü olarak kalmaya devam edecektir. Marksistlerin görevi burjuva demokrasisinin savunmasını yapmak değildir. Elbette burada sözümüz liberallerin kuyrukçuluğunu yapan liberal solculara değil onlar varsın Kautskinin yarım kalan düşlerinin ardından gitsinler. Bu gün artık sömürüyü perdeleyen burjuva demokrasisinin karşısına işçi demokrasisini çıkarmak gerekmektedir. Eğer insanlara anlatılacaksa burjuva demokrasisinin gerçek yüzü anlatılmalıdır. Burjuva sınıfının egemenliği anlamına gelen burjuva demokrasisi ABDden de gelse ABden de gelse aynıdır.
ABye karşı olmak geniş yığınlar açısından birtakım incelikleri gündeme getiriyor. Çünkü ABye hayır demek birçokları için var olan düzenin savunmasını yapmak ile eş anlamlı olduğu gibi, öte yandan evet demek de ülkeyi emperyalizmin kucağına atmak anlamına geliyor. ABD emperyalizmine karşı AB diyenlerle, ABci liberal ve liberal sol kesimlerin karşısında statükoyu savunanlar arasında bir fark yoktur. Bütün bu kesimlerin önerdiği düzen aynı düzendir. Bu gün var olan düzen kimin düzenidir. Yerli Sermaye ile uluslararası tekelci sermayeyi birbirinden ne kadar ayırabiliriz. Ülkenin sorunlarını kapitalizmin genel gelişme yasalarının dışında düşünmek kapitalizmin gerçekleriyle örtüşmez.
O halde bizlerin salt muhalif anlayışla ABye hayır dememizin iler tutar yanı yoktur. Bizler ister Avrupa ve isterse ABD kaynaklı olsun burjuva demokrasiciliğinin ne anlama geldiğini biliriz. Daha iyi bir yaşam umudunu emperyalist bir bloğa dâhil edilmesi projesine hiçbir sosyalist evet diyemez. Ne de var olan düzenin savunma görevi bizim işimiz değildir.
Kitleleri yanıltarak daha iyi yaşam umudu ardına takan yoğun propaganda altında ezilen işçi ve emekçilerin yanılgıya düşmeleri kaçınılmaz bir durum. Onlar içinde bulundukları açmazların ve kötü yaşam koşullarının AB demokrasisi altında son bulacağı boş inancıyla hareket ediyorlar. Oysa emperyalizmin demokrasi anlayışı başta Irak ve Afganistan olmak üzere dünyanın birçok bölgesinde sahnelenen vahşi bir oyundan ibarettir. Dün bütün bu gerçekler geniş yığınlar için bilinmiyor olabilir ancak bu günün iletişim dehası karşısında her şey gözler önünde olup bitmektedir. Bütün bilgi kirliliğine ve çarpıtmalara rağmen Kapitalist-emperyalist sistemin gerçekleri gerçekleştiği hızla ortaya çıkıyor.
Ne demokrasinin ABden geleceğine inanmak ve ne de despotik devletçiliği savunmak sosyalistlere düşmez. Bir yandan ABci liberallere karşı çıkarken öte yanda ulusalcı solculuk adına bizi milliyetçilerle aynı konuma düşürecek AB karşıtlığı sol için bir çıkmazdır. Böyle bir karşıtlık işçi sınıfının mücadelesinin geriletilmesi anlamına gelmektedir.
Aslolan, işçi sınıfının öz gücüne güvenmek ve işçi sınıfının enternasyonalist mücadelesini yükseltmektir. Gerçek AB karşıtlığı da budur.
Yorumlar
Kalan Karakter: