Küçük insan ya da büyük insan diye bir şey yoktur. Kaliteli ya da kalitesiz insan da yoktur. İnsan eşya değildir. Bir obje gibi tanımlanamaz. İnsan mükemmeldir. İnsan olağanüstüdür. İnsan her zorluğu aşmaya muktedirdir. İnsanı değersiz cansız bir eşya gibi tanımlayamazsınız. Önce insanı bu tür tanımlarla paha biçmeye kalktılar, sonra kadına, sonra çocuğa ve nitekim yaşlıya…
Peki bu değer kimler tarafından veriliyor. Kim yaratanın verdiği kıymeti geri alma derdine düşüyor. ‘YİNE İNSAN’ nasıl mı? Şeytan her bir insanın içinde en ücra koridorlarda kol geziyor. Kötülük yaptığında ya da yanlış bir şey “şeytana uydum!” diyen insan kendisinin yeri geldiğinde şeytanın ta kendisi olduğunu itiraf etmekten yoksun. Hep bu suçu başkasına atma kolaylığı içinde hayatını sürdürüyor. Halbuki şeytan da melek de öncelikli olarak sizin içinizde. Melek figürünün ruhunuzu şeytan figürünün nefsinizi tanımladığını düşünürseniz. Taşıyacağınız sorumluluk ve kabahatleriniz hatta iyiliğe dair olan tüm eylemlerinizin sonuçları daha bir netleşmez mi? Bir düşünün bakalım!
Mitler güneşe tapınmaktan bahseder. Tüm kadim efsaneler neredeyse güneş ve güneşin sunduklarına odaklı gelişir. Güneşin çocukları, güneşin oğulları ya da güneş tanrı RA vs. aslında burada maksat güneşe tapınmak değildir. Yaratıcıya olan hassasiyetten kaynaklı olarak onun adını dile dökmektense onu güneş ile sembolize etmek daha doğrudur. Güneş yaşamın kaynağıdır. Bu kaynağı insanlara sunan ise yaratıcıdır. Yoksa birçok mükemmel esere imza atmış olan insan güneşin pekâlâ yaratıcı olmadığının farkındadır. Bu sembol altında halklar birleşir. Adaklar sunulur tapınmalar gerçekleşir. Güneş kültü neredeyse her medeniyette kendini göstermiştir. Kayıtlardan yola çıkarak şöyle bir çıkarımda bulunmak mümkün olabilir. İnsan her halükârda tapınmak ister. İnsan başını secdeye koymak ister. İnsan kurban vermek ister. İnsan mükemmelliği arar ve üretmenin olağanüstü hazzı peşindedir. Çünkü yaratıcının tüm vasıflarına bir nebze de olsa sahiptir. Allah insanların iç sistemine tapınma, birlik olma, adak adama kodlarını koymuştur. Ama yöntemlerini ipuçları ile desteklemiş ve verdiği irade ile insanın keşif ruhunu ortaya çıkarmasını istemiştir. İşin aslı insan bu keşfetme ruhunu ve maneviyatını besleme yöntemlerini ona sunulan meşru daireler içinde değil de nefsi yani içindeki şeytana uyacak şekilde tatbik ederse bu ondan birçok ilahi kodun silinmesine sebep olacaktır. Dibini göremediği bir kuyuda çaresizce kendi karanlığının tutsağı olarak yaşayacaktır. İşte bu anlamda karanlığını besleyen insan nankördür. Hatır bilmez, saygısızdır. Çünkü ‘ben’ egosu tüm ilahi dürtülerinin önüne geçmiştir. Bu dürtülerle birlikte kapitale sahip olan karanlık zihniyet bugün adını ne korsanız koyun hangi vakıf ya da kral ya da başkan şeytana hizmet etmektedir. Nefsinin kölesidir. Ruhunu şeytana yani nefsine satmıştır. Başkalarının da satması için elinden geleni yapacaktır.
Bu düşünce sonrasında insan kendi yaratıcısının sunduklarını insanların kendi elleriyle koydukları tüm ‘izm’lerden uzak keşfetmek zorundadır. Dini ritüeller kendinizi keşfetmeden önce sadece bedensel hareketlerden ibaret kalır. Ancak bu hareketlere yüklenen mana ve keşif bilinci, içinizdeki nefis ve ruh dengesini size hatırlatan bir öğreti içerir. Asıl olan niyet burada devreye girer öyle değil mi?
Çocuklarımıza sorumluluklarını almayı öğretelim. Öncelikli olarak bilinç eğitimi verelim. Bilinçten yoksun bir din algısı temelsiz bir bina gibidir. Bu sunum eşliğinde sizlere maneviyatınızı besleyecek, kuyunuzun karanlığına düşmeyecek; kitap ve eylem dolu günler dilerim.
FACEBOOK YORUMLAR