Bir konferans nedeniyle Macaristan´ın PECS şehrindeydim. Macarlar burada bulunan tarihi Mümlek Hasan Paşa Camii´nin şerefesine HAÇ takmıştı, bunu gözlerimle gördüğümde çok üzülmüştüm. PECS Avrupa´nın üçüncü kültür başkenti, medeniyetlerin beşiği olan bu şehirde, böyle bir rezalete seyirci kalanların, şimdi Türkiye´de sanat ve sanatçıya nasıl duyarsız kalabildiklerini düşündüğüm de, dinle bilimi karşı karşıya getirmek isteyenlerin maksatlarını sorgulama gereği duymuyorum.
İnanç saygınlığını siyasete kullanmaya kalkışırsanız, işte o zaman felaketin nasıl ve ne zaman kopacağının farkına bile varamazsınız. Geçmişten intikam alma hırsının nasıl felaketlere davetiye çıkardığının ötesinde, ülkenin gelecekte siyaset çarkının ortasında tıkanıp kalması bunun diğer bir adıdır. 28 şubatı bahane ederek, bunu şimdi inancın bir zaferi olarak göstermekten kaygı duyduğumu ifade etmeliyim. Büyük Millet Meclisi, halkın hür iradesinin hakim olduğu bir yer. Halkın tüm iradesinin temsil edilmediğini söylemek, adaletsiz bir dağılımın olmadığını görmek, sonuçta kendi çoğunluğuna dayanan bir karar hakkının olduğunu savunmak, hangi demokrasinin adıdır? Bir siyasi iktidarın lideri, çıkıp da kendi vekillerine aldıkları karardan dolayı teşekkür ediyor, ´´çok iyi bir iş çıkardınız tebrik ediyorum sizi´´ diyor, sonra da ´´bu bir intikam almak değil´´ diyor. Burada siyasal bir sorumluluğun saygınlığını görebiliyor musunuz? Başbakan iyi bir hatip, bunu da seçim meydanlarında çok iyi kullanıyor. ´´Biz intikam hırsıyla yapmıyoruz´´ diyen açıklamaları bana inandırıcı gelmiyor. Özellikle CHP hala kendi içindeki sorunlara çözüm bulmaya çalışarak harcadığı zamanı, keşke toplumla bir araya gelerek, bundan sonrasın da inandırıcılığını halka yansıtabilseydi. AKP ve Başbakan, şimdi 14. LUİ gibi, her şey benim diyor.İşte cumhuriyet Türkiye´sinde gelinen siyasi tablo, bunları açıklamaya gerek var mı bilmiyorum.
İNANCI SİYASETİN İÇİNDE KULLANMAK...
İşte asıl tehlike burada yatıyor ,Başbakan çok tehlikeli açıklamalar yapıyor, ´´İmam hatipler artık herkesin saygıyla yad edecekleri bir kurum haline getirilecek´´ diyor. İnanç etkileşimin de yetişmiş bir gençlikten söz ediyor, Anıtkabir´in karşısındaki bir okul seçilerek İmam Hatip Lisesine dönüştürülüyor, Ankara´da yüzlerce okul var, neden başka bir okul değil de özellikle Anıtkabir´in karşısındaki bir okul? Kutlu doğum kutlamaları neredeyse iktidarın her yerde şovuna dönüşüyor. Tüm kamu kurumlarına din eğitimi almış insanların yerleştirilmesi bir başka acı gerçeğin ta kendisi değil mi? Türkiye de inanca ve bunun saygınlığına karşı kimse söz edemez ,ama siz dini siyasete alet ederek buradan siyasal çıkar sağlamaya çalışırsanız, işte asıl tehlike budur. Daha korkunç sonuçların nasıl ve ne zaman kendini göstereceğini bilemezsiniz, iki düşman toplum yaratmak, demokrasiye yarar değil zarar verecektir. Başbakanın bir sözü geldi aklıma ´´Bir gün gelecek bu ülkeye laiklik değil ümmetcilik hakim olacak, geliyoruz sindire sindire geliyoruz´´ demişti. Başbakanın ümmet anlayışı buysa vay bu ülkenin haline. Atatürk devrimlerini, onun çağdaş anlayışını, akıl ve bilimi siz yok etmeye çalışırsanız, Ortadoğunun kabile demokrasisini kabul ediyorsunuz demektir, bana göre bunun adı çağdaş cumhuriyet değil, Ilımlı İslam Cumhuriyeti, istenilen de bu bana göre. Din ve cami saygınlığını siyasete alet etmeden bu yanlıştan dönülmeli.
Macaristan da Türk camisinin şerefesine HAÇ takılıyor buna bir tepki yok, ama kendi ülkem de onca mesele varken din siyaseti yapmanın bir başka adı var mı acaba? Başbakan dine dayalı bir eğitim sistemine ağırlık vereceklerini söylüyor, bunun en bariz örneği de son alınan eğitim yasası. Peki akıl ve bilime dayalı bir eğitim neden bu ülkede itibar görmüyor? Başbakan ya da hükümet neden tüm bilimsel kurumları kapatıyor? Ülkenin çok sayıda önemli bilim adamları, bilim ve sanata karşı yapılanlara tepki gösterirken, Başbakan´ın bir üniversite Rektörüne karşı sözleri unutulmuş değil, bütün bunlara karşılık, yapılan her yanlışa karşı toplumsal tepki, sisteme hakim olan hükümet tarafından önemsenmiyor, bunun adına demokrasi demek mümkün mü? Demokrasiler de ülkeyi yönetenler, kendilerine karşı yapılan her türlü eleştiriye karşı hoşgörüyle karşılık vermeliler. ´´Eleştiriden feyz almanın akıllılık, almamanın buna sinirlenmenin aptallık olduğunu, öfkenin getirisinde intikam duygusunun yattığını anlamak, işte bu tehlikeli sonuçların yaşanmasının adıdır´´ gerek Victor Hugo, gerekse Napolyon Bonapart aynı sözlerin adını koymuşlar. Başbakan her zaman eleştiriye hoşgörüyle yaklaşmadığı gibi, kızgınlığını öfkesini açıklamalarıyla tahammülsüzlüğünü sözleriyle göstermeye çalıştı. Başbakandan korkuyorum bunu her keresinde yazdım söyledim. Türkiye yanlış yönetiliyor, Türkiye Ortadoğuda korkunç bir maceraya sürüklenmek isteniyor. Bu yanlıştan dilerim kısa zamanda dönülür.
DIŞ SİYASET BECERİKSİZLİĞİ...
AKP bunca yıldır iktidarda, hayal ettiği sistemin içine ülkeyi çekebilmek adına çok tehlikeli kararlara imza koyuyor. Her şeyin güllük gülistanlık olduğunu söyleyen iktidar, ülke de çok önemli sorunların halledilmesi yerine, Ortadoğuda bir felaketin ortasına sürüklenmenin adını bile koyamıyor. Suriye politikasında yapılan yanlışlar bunun bir göstergesi değil mi? Suriyeli sivil ve silahlı muhalifleri destekliyor, onlara yardım yapıyor, askeri bir müdahaleden bahsederek Suriye Devlet Başkanı Esad´a posta koyuyor! Neden? Çünkü ABD öyle istiyor diye! ABD dostumuz ona kıyak yapmak gerek! Ama dostumuz denen ABD´nin Kuzey Irak´ta askerlerimizin başına çuval geçirdiği unutuluyor! Davutoğlu ´´ Türkiye Ortadoğuda konuşan bir ülke olacak´´ diyor, bunu söylerken sinirli gergin ve insanı endişelendiren bir tavır sergiliyor. Bir ülkenin, başka bir devletin çıkarları için komşu bir başka ülkeyle savaşması ona ne kadar onur verir, AKP ve dolayısıyla Başbakan´daki bu savaş hevesi neden? ABD´nin Irak´ı işgali sırasında, 1 Mart tezkeresi´nin reddi ile Amerikan yönetiminden alınan olumsuz puanların silinmesi mi amaçlanıyor acaba? Ya da Başbakan yeni bir ´´ Cemal Abdül Nasır, Hasan El Benna , Ya da Şam Fatihi´´ mi olmayı amaçlıyor? Kim bilir, belki de ABD ´li dostlarımızın gözüne girmek istiyordur! Böylesi çağrışımlar içinde koca bir ülke bir bataklığa sürükleniyor ama kimin umurunda. Arap Baharını ABD tarafından çizilmiş senaryodan başka bir açıklaması var mı? Bu senaryonun içinde kim kullanıldı? Dışişleri Bakanı Davutoğlu ´´Türkiye dış siyasette çok yol katetti, kimse çıkıp da darbeyi tetikleyenleri kastediyorum bizim önümüze engel olmasın´´ diyor. Türkiye yanlış yönetiliyor, Türkiye dış siyasette olmak istediği yerde değil. Cumhurbaşkanı Gül ´28 Kasım 1995 tarihli bir konuşmasında, ´´Cumhuriyet dönemi artık bitti sonu geldi, her yere Ne Mutlu Türküm Diyene, ilkesini dağa taşa yazmak asıl ilkelliktir´´ demişti. İşte Batı bize bu anlayışın içinde bir ülke gözüyle bakıyor, Atatürk uluslararası saygınlığı miras olarak bırakmış, ama biz şimdi onun tüm çağdaş değerlerine intikam andıyla bakıyoruz. Cumhuriyet ve Atatürk değerlerine sahip çıkmadığımız resmine bakan Batı, bize saygı duyabilir mi? Şimdi ´´Batı´nın saygısına ihtiyacımız yok, biz güçlü büyük ülkeyiz 2023 geldiğinde tüm dünya karşımızda titreyecek´´ diyenleri görüyorum. Ama ben gelecekten endişeliyim, dilerim sonunda ben yanılmış olurum, neticede başka bir Türkiye elbette yok olmayacakta. Atatürk´e Cumhuriyete, sanata ve sanatçıya, akıl ve bilim insanına, tüm çağdaş değerlerin yansıtıldığı bir ülke de yaşamak istediğim bu.Ama dini inaçları siyasal amaçlar adına kullanarak toplumu ikiye bölüp karşı karşıya getirmek işte asıl tehlike de bu. Batı Türkiye´ye Ilımlı İslam modeline kayan bir ülke olarak bakıyor, bunun da adının ´´Ilımlı İslam Cumhuriyeti´´ olduğunu görüyor. İşte Türkiye´nin dış siyasette tüm dünyaya hediye etmeye hazırlandığı kendi rüyasının adı.
Prof. Dr. Levent Seçer
FACEBOOK YORUMLAR