2020 Olimpiyat oyunlarının yapılacağı yerin seçimleri Türkiye’de bazı gerçekleri çok net bir şekilde ortaya çıkarmıştır.
Doğal olarak bu oyunların kazanılmasını isteyen ve istemeyen taraflar mevcuttu, bunu yadırgamamak gerekir. Yeter ki karşı olduğunuz ya da taraf olduğunuzu somut gerekçelerle topluma sunabilin.
Kazanmayı popülist, ucuz gösterişler için istemek ve sırf birileri kazanmasını istediği için kaybedilmesini istemek kadar abes bir şey olamaz. Böyle bir ortamda mevcudu olduğunuz topluma hizmette yarışa değil, olsa olsa kutuplaşmaya katkı sağlamak söz konusu olur.
Olimpiyatları güzel temenniler için istemek elbette yerindedir; ülkenin tanıtımı, elde edilebilecek dövizler, geçici de olsa iş sahasının açılması gerekçeler olarak sıralanabilir.
Buna karşı çıkmak için de elbette gerekçeler mevcuttur; emperyalizme hizmet, şehrin betonlaşması, bir ekonomik zararın yaşanılabilmesi gibi.
Maalesef ne bu Olimpiyatların İstanbul’da olmasını isteyenler, ne de istemeyenler sebeplerini sıralayabildiler, iş geri kalmış toplumlarda olduğu gibi birbirini çekememezlik ve kutuplaşmadan rant sağlamak üzere kuruldu.
Sonuç olarak, Olimpiyat Tokyo’ya verildi ve sırf mevcut siyasi iradeye oh olsun diye sevinen bir kesim ortaya çıktı. Yani Olimpiyat oylaması memlekette olan kutuplaşmayı daha da su yüzüne çıkarmış oldu. Gerekçesi olmadan sevinenler milli iradeden uzak, siyasi iradede ise milli irade zaten yok.
Acaba Olimpiyatlar kazanılsaydı ne olurdu? Kutlamaları ve reklamları görecektik, AB konusunda olduğu gibi gündüz gözü Kızılay Meydanı’nda havai fişekler bile atılırdı. Kınaların tükendiğini dile getiren zihniyete bakmak bile yeterlidir.
Önemli olan bu kutuplaşmanın neden özellikle son on yılda arttığına kafa yormakta fayda vardır. Allah vermesin bu gidişle bir savaş olsa kendi insanımız arasında kaybedilmesi için bile sevinenler olacaktır. Ülkeyi yönetenler ve yönetmeye talip olanlarda devlet adamlığı ve milli hassasiyet Türk Devlet’inde dibe vurmuştur. Hem siyasi irade, hem de ana muhalefet kutuplaşma ve zıtlaşmadan medet ummakta; olursa benim olsun, yoksa hiç olmasın zihniyeti hakim.
Bu arada Olimpiyatları kaybetmiş olmamız belki siyasi iradeye “bizi istemiyorlar” diye mağdur edebiyatına dönüşebilir. Fakat unutmayalım ki, o mağdur edebiyatının da bir gün mutlaka sonu gelecektir.
Futbola baktığımızda Ankaraspor ve Ankaragücü’nün başına gelenler hep siyasi ve ben hırsından dolayı gelmiştir. Allah vermesin, dikkat edilmezse Devlet’imiz ve milletimiz de böyle bir gidişata doğru sürüklenebilir. Bu arada Anadolu insanının gönlünde taht kuran Trabzonspor’un girmiş olduğu yolu üzülerek seyretmekteyim, spor ve yağcılık siyaseti birbirine girmiş bulunmakta.
Demek isterim ki memlekette kutuplaşma almış başını gidiyor ve bu gidişat hiç hayırlı gözükmüyor. Bu sadece sportif alanda değil, maalesef her yerde gözükmekte. Reyhanlı saldırısı bile mezhepçiliğe indirilebiliyorsa, gerisini düşünmek bile istemiyorum.
Olimpiyatların İstanbula’a verilmemesine sırf siyasi açıdan sevinenleri anlamakta zorluk çekiyorum. Terör örgütüne bile sessiz bırakılan bir Devletin milleti o kadar birlik ve beraberliğe ihtiyacı varken, ucuz siyaset uğrunda ne kadar sert virajlara girdiğine tanık olmaktayız. Sıfır sorun diyerek, etrafta herkesle kavgalı hale gelen bir Devlet´in milleti böyle birbirine düşmemeliydi.
Türk milliyetçiliğini, Türklüğü ayaklar altına alan zihniyetin bu kutuplaşmada en büyük katkı sahibi olduğunu da kabullenmekteyim. Türk milliyetçiliğini ayaklar altına alan zihniyet ne kadar gaflet ve ihanet içindeyse, İstanbul´a verilmeyen Olimpiyatlar için sevinen zihniyet de aynı gaflet ve ihanet içindedir!
Türk milletinin tekrar vicdanına kulak vermesi her şeyin çözümü olacaktır.
Bu arada Hollanda’da şu an Anadilde eğitim hakkı için verilen mücadele işte o Türk’ün vicdanına kulak verildiğindendir. Gösterişten uzak kalınıp, birlik ve beraberlik içinde hareket edilirse bu hak inşaallah geri kazanılacaktır. En kötü ihtimal kazanılmasa dahi, gelecek için bir örnek teşkil edecektir.
Murat Gedik, 9 Eylül 2013
E-posta: muratgedik@muratgedik.nl
FACEBOOK YORUMLAR