EN feráh Sinan kubbesinin sükûnetini aramaya, geçende Edirne’ye gitmiştim.Tiryákisi olduğum cigaralar bittiğinden de, belki ‘free shop’larda vardır umuduyla, hazır oraya kadar gelmişken bir de Kapıkule’ye uzanayım dedim.Bulamadım ama, TIR kamyonları hariç sınırın bomboş olmasına sevindim.* * *SEVİNDİM, zira sanmıştım ki, Balkan arbedesinden beri E-5’i terk edip ayaklarını uçağa alıştıran ‘gurbetçiler’, savaş bitince tekrar eski göçebe adetine döndüler.Sanmıştım ki, izin vakti geldi miydi, Fransa Lyon’undan veya Felemenk Utrecht’inden çelik kuşa kurulup, üç saat sonra ‘anavatan’a inmek ‘lüks’ünü kanıksadılar.Sanmıştım ki, o üç saat yerine üç gün boyunca hem bizzat kendilerini yollarda helák etmek, hem de aynı yollarda başkalarını ‘fitil etmek’ rezaletini artık unuttular.Sanmıştım ki, ‘araba sevdası’ndan bir türlü vazgeçemiyorlarsa, İtalya’dan feribota binip, güvertenin püfür püfür Akdeniz havası ve kamaranın mışıl mışıl ‘sıla rüyası’, Çeşme’ye, İzmir’e, İstanbul’a böyle rahat bir yolculuk ertesinde ulaşıyorlar.Yani sanmıştım ki ve sevinmiştim ki, ‘Alamancı’lar artık ‘Alamancı’ değildir.* * *YANILMIŞIM ve de hevesim kursağımda kaldı.Demek ben hududa gittiğimde henüz Ağustos’un ‘avdet vakti’ gelmemişti ki, aradan birkaç gün geçti, gazetelerde çarşaf çarşaf haberler çıkmaya başladı.‘Kapıkule’de izdihamdan geçilmiyor?’‘Türkiye’den Avrupa’ya dönen gurbetçiler’ sınırda saatlerce bekliyor.’Bu arada da, aynı ‘gurbetçiler’in ağzından ‘orada ‘yabancı’ diye, burada ise ‘Alamancı’ diye dışlanıyoruz’ türünden ‘serzeniş’ röportajları yayınlanıyor.Dobra dobra söyleyeyim, vız gelir, tırıs geçer ve kendi düşen ağlamaz.‘Gurbetçi’ler, nam-ı diğer ‘Alamancı’lar karayolundaki sınır kalabalığından ve ‘anavatan’daki Türklerin ‘küçümsemesi’nden yakınıyorlarsa, umurumda değil.* * *BAŞTA belirttim, uçağa binsinler. Olmadı, feribot aktarmalı gidip gelsinler.Kimse onları üç bin kilometre yolu kelle koltukta; üstelik, başkalarının kellesini de götüren bir ‘şoför performansı’yla, aynı anda ‘kavimler göçü’ne zorlamıyor.Hadi, eskiden ‘yeni Alamancı’ydılar ve de Türkiye’nin ‘kıtlık dönemiydi’.Dolayısıyla, Avrupa oto mezarlıklarındaki bilumum hurda minibüsleri toplayıp içine balık istifi doluşmalarını; ‘köylüme hediye’ diye de, üçüncü sınıf ‘Kaufhof’ donu denklerini tavana yüklemelerini, sonra, güzergáhtaki cenaze levazımatçılarını zengin ede ede ‘gurbet, sıla, gurbet’ yoluna dökülmelerini anladık diyelim.Ama, artık o devirler çoktaan bitti.* * *EVET bitti ve kendileri acenteden gıcır otomobil çekecek kadar zenginleştiler.Türkiye’de ise şimdi yok, yok. Hele hele, defolu don hediyeye hiç ihtiyaç yok. O halde, kabin tuvaletine ‘tünememek’ ve dönüş bagajında tarhana çuvalını bağlamak kaydıyla, kurulun uçağa ve paşa paşa seyahat edin yahu. Daha da ucuz…Ama eğer mutlaka vasıta istiyorsanız,‘anavatan’ın en ücra havaalanlarında bile kredi kartıyla emrinize amade gelen otomobilleri kiralayın. Biraz paraya kıyıverin.Sen sağ, ben selámet, başka bir yazıda enine boyuna irdeleyeceğim o ilkel ve o köhne ‘gurbetçilik’ten bir nebze kurtulabilmek için, bu, zorunlu bir ‘başlangıç’tır.Orada ve burada dışlanan ‘Alamancılık’tan sıyırtabilmenin ‘ilk’ aşamasıdır.Bol ticari TIR ve bol sınır otosu hariç, ‘anavatan’ tenha Kapıkule’yle sevinir. | |
FACEBOOK YORUMLAR