Bölünmenin anatomisi
Ne kadar sevecendik birbirimize karşı...
Ne kadar da saygılıydık...
Gurbete düştüğümüz yıllarda, Türklüğümüzü odak noktası yapmıştık. Ayrı düşmüşlüğümüz hiç olmadı. Olduysa en çok, hemşehrilik ayrımı yaptık. Tabii ki düşmanca değil. Benim aksanım-şivem ile konuşan, benim geleneğim ile yaşayan ve benim komşuluk ve akrabalık bağlarıma düğüm atanlara daha sıcak yaklaşmaktan başka kötü bir tavrımız olmadı.
Birbirimizin yardımına koştuk. Türklüğün verdiği özel bir ruh ile dertlerimize çareler aradık.
İlk yılları ve hatta ilk on yılları hep bu duygularla yaşadık.
Ve ayrılıklar gayrılıklar böylece başladı.
Ama ne olduysa, onyıllardan sonra oldu.
Önce camiye gidiyor muyuz, gitmiyor muyuz sorgusu başladı.
Daha sonra, sağcı mısın, solcu musun sorgusu...
Biri diğerine, 'Yobaz dinci' veya 'Dinsiz kafir' demeye baladı.
Bir başkası diğer bir başkasına, 'Kominist' veya 'Faşist' damgası vurdu.
Ama, yukarıdakileri uygulayanlar azınlıktaydı.Ne zaman ki siyasi partiler kollarını yurtdışına uzattılar, işte o zamandan sonra durum tamamen değişti ve vahimleşti.
O sevecen insanların, o saygılı insanların çoğu raylarından çıktılar ve bir yerlere tosladılar.
O eski onyıllardan sonra, şimdi tam 50 yıl sonra durum daha da vahimleşti. 'Sosyal medya' denen meret icad olduktan sonra, çirkin siyasetçilerin ektikleri tohumlar yeşerdi ve hatta orman oldu.
Artık, yobazlık, kafirlik, koministlik ve faşistlik damgaları yüz kızartmaz oldu. Şimdilerde 'Vatansever' (!) olanların, diğerlerini 'Vatan hainliği' ile suçlamaları başımıza bela oldu.
Bütün samimiyetim ile ifade ediyorum ki, vatan hainliğini gerçekten üstlenmiş olanların dışında, yukarıdaki tüm damgaları taşıyanlar ile hep diyalog içinde oldum. Kendi siyasi ve dini görüşüm ne olursa olsun, yukarıda belirtilen unsurları taşıyan herkes ile en medeni bir şekilde görüştüm ve tartıştım.
Ama ne yazık ki, pek çoğumuz bu medeni davranışı sergilemekten uzak kaldı.
Bu kanıya nereden vardım biliyor musunuz?
Sosyal medya denen merette okuduklarımdan.
Aman Allahım, o ne biçim sözler, o ne biçim hakaretler ve küfürler...
Bu çirkinliğin bir tek sebebi var. O da politika, yani siyaset.
Şimdi bazılarınız diyecek ki: 'Eeeee, Ankara'daki siyasetçiler böylesi çirkin söylem ve eylemleri sergilerlerse, onları seyreden bizler ne yapalım?'
Doğrudur, üzüm üzüme baka baka kararır ama, bir de sözün gelişi, 'İmamın dediğini yap ama, yaptığını yapma' sözü vardır.
HABER Gazetesi'nin bu ayki ana konusu: 'Partilerimiz farklı olabilir, değerlerimiz ortak kalsın'.
Partilerdeki farklılaşmalardan dolayı, kutuplaştırıcı, ayrıştırıcı olmak yerine, halkımıza bütünleştirici mesaj vermek boyunumuzun borcu olmalıdır. Hem Hollanda'daki ve hem de Türkiye'deki siyasi partiler arasındaki çekişmelere biz sağduyu ile yaklaşmalıyız.
Çünkü, seçimler gelip geçici, ama birliktelik kalıcı olmalıdır.
15 Mart!ta Hollanda'da genel seçimler yapılacak. Bu seçimler öncesinde tartıştığımız ve karara bağlayamadığımız konu şu: Oyumuzu, siyasi partilerin listelerinde yer alan Türk kökenli adaylara mı verelim, yoksa kendilerini soyutlamış olan ve kendi partilerini kurmuş olanlara mı?
İşte bu durum bir kutuplaşma yaratmış durumda. Çok katı olmasa da Türkler arasında bu tartışma sürüp gidiyor.
16 Nisan'da Türkiye'de, Başkanlık sistemini getirecek olan yeni anayasa için referabdum oylaması var. Başkanlık sistemine sıcak bakanlarla, bu sisteme karşı olanların tartışmalarını ibretle izliyoruz.
Ben şahsen, yurtdışında 50 yıldır gazetecilik yapan ve her zaman Türkler'in yanında yer almış olan 'taraflı' bir gazeteci olarak, referandum konusunda tarafsızlığımı ilan ediyorum. Zira, ne 'Vatansever' olarak onurlandırılmaya, ne de 'Vatan haini' olarak damgalanmaya meraklı değilim.
Şimdi bana yine 'Renksiz' diyecekler olacak ama, varsın öyle olsun.
Ben birleştirmekten yanayım.
Gelin siz de öyle yapın.
Gerek Hollanda'da ve gerekse Türkiye'de oyunuzu mutlaka kullanın ve kendi inacınızın doğrultusunda seşim yapın.
Kimin, kime oy verdiği konusunda da meraklı olmayın.
FACEBOOK YORUMLAR