Sevgili Okurlarım ve Dostlarım,
Hollanda'da yaşadığım 50 yıl içerisinde hiçbir yıl, içinde bulunduğumuz bu yıl kadar zorlandığımı ve üzüldüğümü hatırlamıyorum.
Hollanda'daki 'gurbetçilik' yaşamımızda, zorluklarımız hep Hollandalılar'dan kaynaklandı.
Kimi zaman biz çok haklıydık, kimi zaman da biz az da olsa haksız...
Ama sorunlarımızın üstesinden gelmeyi de başarıyorduk.
Kimler geldi ve kimler geçti bu zorlu yıllarımızdan?
Glimmerveenler, Janmaatlar , Vicdansız Sabuha olarak isimlendirdiğim Verdonklar ve son olarak da Wildersler ...
Hepsi geldi ve geçti, bir gün gelecek Wilders de bizler ile birlikte gidecek.
'Bizler' dediğim, Hollanda'daki birinci ve ikinci nesil Türklerdir. Daha sonraki nesiller de bu ırkçı bozuntularının kopyaları ile karşılaşacaklar ama, nesiller tur attıkça bu ırkçıların nesli de tükenecektir elbet...
50 yıllık gurbetçilik mücadelemizde, son yıllardaki siyasi ve dini kutuplaşmalar doğana kadar, yumuşak tartışmalar ile yuvarlandık durduk. Tıpkı, Beşiktaşlı, Fenerbahçeli veya Galatasarylı olma tartışması gibi...
Dostluklarımız hiçbir zaman kazaya uğramadı. Zamanı geldiği zaman tek vücut olduk ve sorunlarımıza çözüm yolu aradık ve bulduk.
Eh, zaman zaman kimiz komünist damgasını yedik, kimimiz de faşist. Bazıları dinci oldu, bazıları da dinsiz. Ama bunlar, ağır suçlamalar olmasına rağmen, hep yumuşak geçişlerle yaşandı.
Peki, ne oldu da bugünlere geldik?
Bugünler, birbirimizi anlamadığımız ve anlamaya çalışmadığımız günlerdir.
Siyasi çekişmeler o kadar acı verici oldu ki, aynı dünya görüşünü paylaşanlar dahi, aralarında ikiye ve üçe bölündüler. Bu da yetmedi birbirlerine düşman oldular.
Sosyal medyanın doğuşuyla birlikte tahammül edilmez tartışmalar başladı. Eskiden sadece okuyucu olanlar yazmaya başladılar. Yazmak tabii ki herkesin doğal hakkıdır. Bu ara olan, mesleği yazarlık olana oldu. Kimimizin papucu dama atıldı. Hatta papucunu alıp kaçanlar oldu. Allah bu kaçanların yardımcısı olsun.
Okurlarım ve Dostlarım, Hollanda'da 15 martta yapılan genel seçimler ve Türkiye'de 16 nisanda yapılacak olan referandum için yapılan siyasi kampanyalar, hiç beklenmedik bir şekilde bizler için kabus oldu.
Özellikle Hollanda yakasında cereyan eden, 'ırkçı söylemler ile ay avcılığı', çok çirkin olaylara neden oldu.
Ben şimdi oturup, 'Şunlar oldu, bunlar oldu, şu şunu söyledi, bu bunu söyledi' tartışmasını yeniden açmayacağım. Ama her iki tarafın ve hatta bizlerin de tahammülsüzlüğünden söz edebilirim.
Hollanda ile Türkiye arasında sadece söz savaşı değil, eylem savaşı da çıktı.
Rotterdam Belediye Başkanı Ahmet Ebutaleb'in, 'Vur emrini vermiştim' şeklindeki açıklamasına, bizim Dışişleri Bakanımız Çavuşoğlu, 'Bu bir savaş nedenir' karşılığını vermişti. Yani durum çok vahim bir hal almıştı.
Hollanda seçimleri yapıldı ve Hollanda yakasında hafif bur duralama oldu.
Şimdi 16 nisandaki bizim referandumun gelip geçmesini bekliyoruz.
İşte tam bu sırada oturdum ve Hollanda Başbakanı Mark Rutte'ye uzunca bir mektup yazdım.
Bu mektubun yankılarını önümüzdeki günlerde, gerek siyasetçilerden ve gerekse medyadan öğreneceğiz.
Başbakan Rutte'ye yazdığım mektubu, elinizdeki HABER gazetesinde bulacaksınız.
'Başbakan'a şunu yazdım, bunu yazdım' teranesine de girmeyeceğim.
Zira Başbakan'a neler yazdığımı sizler mektubumda bulacaksınız.
Haaaa, Başbakan Rutte'ye geçmişteki dostluğumuzu hatırlattım ve yine geçmişte Hollanda için beslemiş olduğumuz iyi niyetimizden söz ettim.
Dilerim ki Başbakan Rutte, bunların yüzüsuyu hürmetine ve bizlerin bu ülke için önemine binaen inisiyatifi ele alır ve Türkiye ile Hollanda arasındaki buz dağlarının erimesini sağlar.
Şimdi, burada en önemli olan, bizlerin arasında meydana gelen acı kutuplaşmanın da ortadan nasıl kalkacağıdır.
Ben şahsen derim ki, gelin, Beşiktaşlı, Fenerbahçeli ve Galatasaraylı olarak maçlara birlikte el ele gidelim. Sonuç ne olursa olsun, maçtan çıktıktan sonra yine el ele verelim.
Burada da, siyasi görüşümüz ve dünya görüşümüz ne olursa olsun, aynı toprakların çocukları olarak, anavatana duyduğumuz aidiyeti, içinde yaşadığımız Hollanda ile paylaşalım ve birbirimize karşı tahammüllü olalım.
Sosyal medyadaki yazışmalara tepki verirken, tanıdığınız kişilerin fikirlerine varsayımla ve peşin hükümle bakmayalım, ne yazıldığına bakalım.
Yazılanla hemfikir iseniz ne ala, değilseniz en medeni bir şekilde eleştirinizi yapın. Bu yapılmadığı sürece, birbirimiz ile anlaşmamız çok zor olacaktır.
İnanır mısınız, 50 yıl önceki yaşamı çok özler oldum.
Yolda, karşı kaldırımdan geçen vatandaşa 'Hemşehrim merhaba, nerelisin' diye soranları özler oldum. Sadece istasyon kahvehanelerindeki buluşmaları özlüyorum.
O zamanki tek muhalifliğimiz hemşehri olup olmamaktı. Ama şimdilerde o günlerdeki hemşehri muhalifliğini bile özlüyorum.
İstasyon kahvehanelerinden kurtulduktan sonra, Kayserili, Sivaslı, Konyalı, Afyonlu, Trabzonlu, Diyarbakırlı, Kahramamaraşlı, Adanalı ve bunlar gibi her şehirden insanlarımız kendi derneklerini kurmuşlar zaten.
O zaman sorunumuz birbirimiz ile siyasi çekişme olmamalıdır.
Sorunumuz, bizleri içlerinde kabul etmeyen ırkçılar olmalıdır.
Hoş, içinde yaşadığımız ülkede, ırkçı olmayan ama günün şartlarına ayak uydurmak mecburiyetinde olan pek çok Hollandalı vardır. En azından onlarla iyi geçinmemiz mümkündür.
Ama en önemlisi, bizim kendi aramızda dostça yaşayabilmemizdir.
Hayırlısı olur inşallah!
FACEBOOK YORUMLAR