Merhaba değerli okurlar,
Bu yazimda, “Dilini kaybeden, Kimliğini de kaybeder” konusunu ele alacağım ve bu iki konuyu mümkün olduğu kadar bir arada değerlendirmeye çalışacağım, sizinle beraber, birlikte düşüneceğimiz, ele alacağımız konu, tesadüfen seçilen bir konu değildir.
Bu konu, 1960’lı yılların ortasından itibaren çözülemeyen ve halen çözüm bekleyen, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde yerleşik düzene geçen Türk’lerin ‘’Anadili ve Eğitimi’’dir. O bakımdan, dil deyince, elbette, her şeyden önce, dilin tarifini yapmak gerekir. Hepimizin bildiği gibi dil; İnsanın doğup büyüdüğü aile ve soyca bağlı bulunduğu toplum çevresinden öğrendiği, bilinç altına inen ve kişilerle toplum arasındaki ilişkilerde en güçlü bağdır. Diğer bir tarifle; kişinin önce annesinden ve ailesinden, daha sonra da sosyal çevresinden öğrendiği, şuur altına yerleşen ve onun toplumla kendi arasındaki bağlarını oluşturan bir iletişim aracıdır.
Son yıllarda hakim kültürün etkisinde kalanlanların, aileden ve okuldan yeteri kadar destek alamamasından dolayı gençlerimizin Anadillerinin yok olmaya yüz tuttuğunu hepimiz yakından biliyoruz, hepimiz yakından tanıyoruz.
Dil sadece insanlar arasında iletişimi sağlayan bir iletişim aracı değil, aynı zamanda da yeni neslin geleceğine de yön veren kültürün bir parçasıdır, temelidir. Kültür, toplumların, yaşama biçimidir. İnsanın benliğinin, kimliğinin ve kişiliğinin temelleri aile ortamıyla başlar, öğretimle gelişir. Anne, baba ve çevremizden öğrendiğimiz türküler, ninniler, yemekler, giyim, kuşam, folklor ve daha nice bir çok değer kültürün bir parçasıdır ve bu saydıklarımız, Anadil sayesinde geleceğe taşınmaktadır. Bu da dilin sadece günümüz için değil geleceğimiz adına da önemli olduğunu gösterir.
Anadilin toplum içi iletişimi sağlaması ve kültür taşıyıcılığı yapmasının yanında birey olarak insanın düşüncelerini en derin duygularla ifade edebilmesi, hayatı anlamlandırması, anlatması ve bireyi hayata özgür bir fert olarak katması açısından düşünüldüğünde anadilin bireysel ve toplumsal olarak ne denli önemli olduğu görülmektedir. Anadilimizi yeni nesillere akratamazsak, yaşatamazsak, dilimizi bozarız, kültürümüzü yok ederiz, dinimizi kaybederiz, milletimizle olan bağı koparmış oluruz. Sonunda kültürün helaki, neslin helakini getirir diye düşünüyorum.
Günümüzde Batı Avrupa’da var olan ‘’Islamofobi ve Türkofobi’’ korkusuyla birlikte Türklerin yaşadıkları bir çok sorun içinde en önemlisi işsizlik ve kimlik bunalımıdır. Gerek aile’den, gerekse sosyal ortamdan destek alamayan gençlerimizin anadili eğitimindeki yetersizliği de eklenince hakim kültürün vermiş olduğu tesirle, o kültürün diliyle konuşmaya, düşünmeye ve onlar gibi davranmaya başlıyorlar. Dahası kendi dili etrafında toplanamayan, o dil ile düşünemeyen, ağlayamayan, sevinemeye, yaşayamayan ve ölmeyi beceremiyenlerin Türk toplumundan giderek uzaklaştıklarını ve yalnızlığa itildiklerini gün geçtikçe üzülerek görmekteyiz. Dolayısıyla bu sorunla karşı karşıya olanlar yalnız gençlerimiz değil, onların ana-babaları, akrabaları, hasılı bütün Türk toplumudur.
Hakim kültürün içinde yaşayan Türklerin, güzelim Türkçemizi nasıl hor kullandıklarını, dilimizi öğrenmeden yetiştiklerine her gün şahit olmaktayız. Bu kabahatin, kendini eğitemeyen ana-babaların ve kurumsallaşamayan Türk dernek ve cemiyetlerinin suçu olduğunu söyleyebilirim. Belki, toplumun her ferdinin bu konuda üzerine düşen sorumlulukları vardır; ama her şeyden önce, tabii olarak, ailede kitap okuma alışkanlığının olmayışı, cemiyetlerimizin Türkçe ve edebiyatla alakalı faaliyetlere yeteri kadar ağırlık veremediklerini söyleyebilirim.
Günümüzdeki teknolojik gelişmelere bağlı olarak iletişim araçlarının yaygınlaşması dil ilişkilerini hızlandırmıştır. Dilimizin ve kültürel kimliğimizin yok olmasını ve bozulmasını hızlandıran günümüzün sosyal değişmelerinden birisi de, kitle haberleşme, ve medyanın etkileridir. Facebook, watsapp gibi sosyal haberleşme araçlarının önemli bir payı ve rolü vardır. Haberleşilirken, kısa mesajlaşmalar ve imla kurallarına dikkat edilmemesini söyleyebiliriz.
Türkçeyi anadili olarak konuşan insanların yaşadıkları ülkenin zorlamaları neticesinde, okulların dışında ve aile ortamlarında iki dili karıştırarak konuştuklarına sürekli rastlamaktayız. Selamlaşmayı, vedalaşmayı ve teşekkürü bile çoğunlukla yaşadıkları ülkenin diliyle yapmaktadırlar. Genelde ikinci, üçüncü ve dördüncü nesil artık, düşündüğünü de Türkçe’nin dışında düşünüyor. Okuldan ve aileden yeteri kadar Türkçe öğrenemiyor ki! Yani her şey o ülkenin diliyle, yani rüyaları bile o dille görüyorlar. Türkçe, sadece ebeveynleri tarafından konuşulan bir dil onlar için.
Avrupa’da anadilimizi yaşatmak için, artık birilerinden bir şeyler beklemeden. Türkçe dil enstitüleri kurulmalıdır. Avrupa başkentlerinde açılan Yunus Emre Enstitüleri, Türk dernekleri, cemiyetleri ve camilerinin bünyesinde Türkçe sınıflar oluşturulmalıdır. Uzman öğretmenler tarafından Anadili ve kültürü derslerine ağırlık verilmelidir. Türkçe şiir ve kompozisyon yarışmaları yapılmalı, gençler ödüllendirilmelidir. Onların Türkçe kitap okumaları teşvik edilmelidir. Ailelerin eğitilmesi ve bilinçlenmesi sağlanmalıdır.
Sonuç olarak: Hakim kültürün ve dillerin tesiri altına giren, ondan etkilenen kişilerin kendi kültürleri yavaş yavaş kaybolacak, anadillerini kaybedeceklerdir. Onun için dilimize sahip çıkmalıyız. Çünkü dilini kaybeden insanlar kimliğini, kültürünü ve dinini de kaybeder, kimliğini kaybeden insanlar da her şeyini kaybeder. Bu nedenle hayatımızda korumamız gereken değerlerin en başında dilimiz gelmelidir. Dilimizi korumak ve yaşatmak içinde çokça kitap okumalıyız, çocuklarımıza da okutmalıyız. Bir millet dilini kaybederse kültürünü kaybeder, kendisinden her hangi bir iz kalmaz. Asimile olur, unutulur…
FACEBOOK YORUMLAR