Tarhana Çorbası, soğuk kış aylarının vazgeçilmezidir memleketimizin. Buram buram kokusu gelen; börülceli, acı kırmızıbiberli o tarhanadır. Yaz aylarından çıkmadan, kınalı ellerle hazırlanır da toprak boduçlara, kurutulmuş su kabaklarına doldurulup saklanırdı eskiden; ya da bembeyaz divitin keselere doldurulup asılırdı tavan çengellerine.
Tarhananın kökeni ile ilgili iki rivayet vardır, birincisi bu çorbanın kökeni Farsça terhane şekli örnek gösterilir, ikinci bir rivayet ise Padişah Yavuz Sultan Selim Hanın veziri ile birlikte Tebdil-i kıyafet yani kılık değişitirip bir Ramazan ayında halkın arasına karışarak sorunlarını yerinde gözlemlemek istemiştir.
Ve işte tarhana çorbasının öyküleri.
1- İftar vaktine yakın dar gelirli bir sokaktan geçmek isterler ve ezan ilk kimin evinin önünden geçerken okunursa o evde iftar açmak isterler, zaten iftara yakın mahallede hemen hemen herkes kapıda beklemektedir iftara misafir bulmak için.
Yavuz Sultan Selim Han ezan okununca bir evin önünden geçiyordu o sırada evde yaşlı bir nene seslenmiş hemen davet etmiş. Yavuz Sultan Selim Han içeri girince hemen sofraya davet edilir. Sofrada da sadece tarhana çorbası ve ekmek vardır. Yavuz Sultan Selim Han bunu çok beğenmiş ve sormuş nedir bu diye, yaşlı kadın ise dar hane çorbası demiştir.(Dar hane yani dar gelirli ev fakir ev anlamında kullanılır).
2- Soğuk ve karlı bir kış günüdür.
Padişah ve veziri kimseye haber vermeden ava çıkmışlardır. Gezmişler, dolaşmışlar, avlanmışlar akşamı etmişlerdir. Geri döneceklerdir de bir türlü ormandan çıkamamışlardır. Artık karanlık çökmek üzere ve umutların tükendiği bir zamandır ki; bir kulübecik görürler. Kapıyı çalıp misafir olmak istediklerini söylerler kulübe sakinlerine. Kabul görürler, misafir olurlar haneye.
Ev sahibi erkek, misafirlerinin için için üşüdüklerini hissettiği an:
-Hanım, baksana nasıl da üşümüşler, çorba kaynatır mısın misafirlerimize?.. der.
Ev sahibesi hanımefendi hemen kalkar ve toprak bir güvecin içinde çorba hazırlar.
Çorbalar içilince, içi ısınır misafirlerin, rahatlarlar; üstlerindeki abaları postları çıkarınca göz alıcı giysiler çıkar meydana. Az, biraz genç olanı:
-Ben padişahım der.
Hane halkı şaşırır, demek ki padişah fakirhanenin konuğudur.
Padişah devamla:
-Benim sarayımda da her gün kazanlar kaynar ama hiç böyle lezzetli çorba içmedim bugüne kadar, nedir bunun adı?.. der.
Ev sahibesi hanım şaşırır; “Çorbanın da adı mı olurmuş, adı üstünde, çorba işte…” diye geçirir aklından. Ancak padişah soran gözlerini kadının gözlerine dikmiş, gelecek cevabı beklemektedir. Ne desin kadın?.. “Fakir Ev” anlamına gelen:
-Darhane Çorbası, hünkârım… deyiverir.
Geceyi o “Dar hane” de geçiren padişah ertesi gün ne yapmıştır bilinmez ama söyleyiş özellikleri nedeniyle günümüze “Tarhana” olarak taşınmıştır bu çorbanın adı.
Selam olsun memleketimin tarhanasını yapan gelinine, kızına; selam olsun elleri nasırlı analara, bacılara; selam olsun apak saçlı ebelere, ninelere. Selam olsun tarhanayı soframıza getiren öpülesi ellerin sahiplerine.
Gönül dolusu selam olsun, selam olsun…memleketime.
Kaynak - Osmanlı mutfağı ve hikayeleri.
FACEBOOK YORUMLAR