Yağmur endişeli yağıyordu.
İnce ince, kesik kesik…
Kediyi görünce yuvalarına kaçan fareler gibi
Karıncalar da hızlı bir şekilde evlerine gidiyorlardı.
Oysa onun gidecek hiç bir yeri yoktu.
Toprağın tarifsiz kokusu, burnunu sızlattı.
O an karıncalar gibi toprağın altında olmak istedi.
Hüzünlü gökyüzüne baktı.
Uykusuz yıldızları kaplamış, kasvetli bulutları seyretti.
Sonra elindeki küflü şemsiyesine gözleri ilişti.
Paramparça olmuş ruhuna, çok derinlerde saklı tuttuğu yarasına üşüşen, sineklere ağladı.
Ayakları daha fazla yerçekimine direnemedi.
Tüm gerçeğin ortasında dondu kaldı.
Keskin bir ayaz esti, burnu buğulandı.
Alt dudağını sarkıtıp, gözlerini sımsıkı yumdu.
Elini kalbine tuttu, bir hareket hissedemedi.
Gri, simsiyah bulutların arasında hapsolmuş güneş gibi soluksuz kalmıştı.
Fırından aldığı ekmeğin sıcaklığını aradı.
Yoktu kimse etrafında.
Gecenin köründe elinde güğümüyle gezinen bozacılar gibi yapayalnızdı.
Sahile doğru yürümeye başladı.
Birbirleriyle cilveleşen martıların çığlıklarını dinledi.
Arkalarından seslendi.
Sonsuz mavilikte dönüp bakmadılar bile…
Bir kuş gibi uçmak istedi.
Uçamadı.
Türbelere bırakılan sahipsiz mumlar gibi bir ümit ışığı aradı.
Zira üfleseler sönecek kadar çaresizdi.
Parmakları uyuşmuştu.
Bulutlar döktü içini pervasızca, delik deşik ettiler her bir yanı.
O hala sahilde küflü şemsiyesiyle bekliyordu.
Bulutlar bile rahatladı diye düşündü.
Derken kasvetli bulutların arasından bir boşluk yakaladı güneş.
Ekmek sıcaklığıyla yüzüne vurdu.
Şemsiyesinin küfleri döküldü hemen.
Yüzünü, o küçücük delikten parlayan güneşe uzattı.
Ağladı hıçkırıklarla, zehirli gözyaşları içindeki yaraya değdi.
Sinekler kaçıp kayboldu.
Bir nefes geldi yüreğine bulutların arasından.
Umudunu kaybetmemeliydi.
Nefes almaya, yaşamaya devam etmeliydi.
Her gün yine geleceğini bildiği halde güneş bile vazgeçmemişti.
Küçük bir boşluk beklemişti hayata dair.
İçindeki kör kuyuları kapatıp, öksüz boşlukları birleştirdi.
Bir balonun içinden boşalan hava gibi denize üfledi.
Ruhunu arayan gölgesi vicdanına seslendi.
“Daha bu gönül değirmeni kim bilir ne fırtınalar biçecekti.”
Ayağa kalkmaya karar verdi.
Karıncalar yine koşmaya başlamıştı.
“O” da devam etmeliydi.
Rahmetli İhsan Üren’in dizelerini zihninde hatırladı:
"Gün yirmi dört saat inancınla olacaksın,
Onu giyinip kuşanacak, onu çıkarmadan yatacaksın.
Kalıcı olmak istersen,
Gün yirmi dört saat deseler de inanmayacaksın."
Gülümseyerek martılarla vedalaştı.
Belki içindeki küflü acının,
Bu hayatta bir karşılığı yoktu.
Ama ne olursa olsun,
Yüreğinde hissedebildiği her şey için sonsuz şükretti!..
Sevgilerimle,
Cevdet Gökhan TÜZÜN
FACEBOOK YORUMLAR