Ya Türklerde yaparsa

ABD´nin en büyük Türkiye korkusu

Ya Türklerde yaparsa
Editör: Turkinfo.nl
12 Nisan 2011 - 17:21

Türkiye, nükleer enerji için kolları sıvadı. Bu aslında yeni bir gelişme değil; Mersin Akkuyu’da bir nükleer santral kurma fikri, 1970’lerden itibaren gündeme gelmiş, 1977 ve 1984’te, iki kez santral için ihale aşamasından dönülmüştü. 1986’da, artçı şokları “radyasyonlu çay” olarak kahvaltı soframıza kadar uzanan Çernobil faciası yaşandı; son olarak dünya, Japonya’da tsunami nedeniyle soğutma sistemleri hasar gören Fukuşima Daiiçi Santralı’nın insanlığı nasıl bir muhtemel felaketin eşiğine getirdiğini gördü.
 
Türkiye’de hükümetin nükleer santral konusundaki kararlılığı ise değişmedi. Otuz küsur yıldır ilk defa, nükleer santralın temelini atma aşamasındayız. Akkuyu Santralı için mayısta temel atılacağı söyleniyordu; şimdi gerek Japonya depremi, gerekse genel seçim sürecine girilmesi, bu işi yine bir süre için, erteletmiş görünüyor ama iptal söz konusu değil.
 
Öte yandan, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, önceki gün Japon basınına verdiği demeçte, Japonya depremi sonrasında Fukuşima Daiiçi Santralı’ndaki kazanın kontrol altına alınmasına yönelik faaliyetler nedeniyle, Japonya ile Sinop’ta nükleer santral inşaasına ilişkin müzakerelerin gecikeceğini söyledi. Yıldız, bununla birlikte, nükleer enerji konusunda “evet ya da hayır” düzeyinde değil, “En güvenli nasıl olur” konusunda bir tartışma yürüttüklerini vurguladı.
 
Mersin-Akkuyu Santralı’nı ise, mâlûm, Rusya Atom Enerjisi Kurumu (Rosatom) kuracak. Yirmi milyar dolarlık yatırım gerektiren projenin direktörü Sergey Boyarkin, 3 nisanda Cihan Haber Ajansı’na, “Dünyanın en güvenilir nükleer santralını kuracağız” diyerek, hem kaygıları dağıtmak istedi hem de Fukuşima tecrübesinin geri adım attırmadığını teyit etti. Politik ortam değişmez ve kamuoyunun tercihlerinde nükleer enerji karşıtı çok daha ciddi bir ağırlık oluşmazsa, Mersin Akkuyu’daki inşaatın bu yıl içinde başlaması, Sinop’un ise seneye onu izlemesi beklenebilir. Ardından, sırada İğneada var...
 
Peki ABD, Türkiye’nin nükleer enerji arayışına nasıl bakıyor? “WikiLeaks Belgeleri,” Türkiye’deki Amerikan diplomatlarının bu konuya yoğun ilgi gösterdiklerini, Ankara’nın bu alanda üçüncü ülkelerle çalışıyor olmasından kaygı duyduklarını ve “Sivil nükleer enerjinin arkasından nükleer silah gelir mi” sorusunu sorduklarını yansıtıyor...
 
Türkiye de istekli, diğer ülkeler de...
 
ABD’nin Ankara Büyükelçisi Eric Edelman, 15 Aralık 2004’te Washington’a yazdığı telgrafa, başrolünü Kevin Costner’ın oynadığı Düşler Tarlası filmiyle uluslararası dile yerleşen “İnşa et, geleceklerdir” cümlesine nazire yapan, “İlan Et, Geleceklerdir” başlığını koydu. Edelman, “nükleer enerji” üzerine yazıyor ve gerek Başbakan Erdoğan’ın Temmuz 2004’teki Fransa ziyareti, gerekse Rusya Devlet Başkanı Putin’in 5-6 Aralık 2004 günlerindeki Türkiye ziyareti ertesinde, Ankara’nın her iki ülkeyle “nükleer enerji” konusunu daha kapsamlı görüşmeye başlama niyetinde olduğunu duyuruyordu. Türkiye nükleer santral yapma niyetini ilan etmişti ve, evet, “gelmeye” başlamışlardı. Edelman, telgrafının sonundaki “YORUM” bölümüne şu cümleyi yazdı:
 
Türk hükümeti nükleer seçeneğin peşine düşmek konusunda ciddi görünüyor ama biz bunun iktisadî nedenlerden ziyade, siyasi nedenlerden kaynaklandığında hemfikiriz.
 
Türkiye’nin o günkü iktisadî sorunları, kamu borçlanmasını aşağıya çekme gayreti ve IMF programının gerekleri düşünüldüğünde, nükleer santral işine girmesi ve bunun için gerekli finansmanı bulması Amerikalılara pek de gerçekçi görünmüyordu. Edelman da, bu yüzden, Türkiye’nin “iktisadî değil siyasi” bir kararla nükleer lige çıkmak istediğini söylüyordu. Oysa, tabii, tek neden bu değildi. Elektrik talebi, elektrik arzını aşma noktasına yaklaşan bir ülkenin yeni kaynak arayışına yönelmesi kaçınılmazdı.
 
Dokuz ay sonra, 8 Eylül 2005’te ABD Ankara Büyükelçiliği Maslahatgüzar Nancy McEldowney, “Türkiye’nin Nükleer Arayışı ve ABD Teknolojisi” başlıklı bir telgrafta, bu kaçınılmaz arayışa, ABD’nin de cevap vermesi önündeki en önemli engeli gündeme getirdi:
 
Türk yetkililer sivil amaçlı bir nükleer santral yeteneği geliştirme kararını uygulamak için ABD teknolojisini tercih etseler bile, her ikisi de daha önce Türkiye’yle kötü tecrübeler yaşamış olan Westinghouse ve GE (General Electric) temsilcileri, Türkiye’nin bu konudaki istekliliği, kapasitesi ve siyasi olmayan, şeffaf bir sürece bağlı kalabileceği konusunda şüpheci davranıyorlar. Büyükelçilik ise, potansiyel bir fırsat doğduğunda, ABD teknolojisinin de adil bir imkân elde etmesini sağlamaya çalışıyor.
McEldowney, yine “İlan Et, Geleceklerdir” cümlesine sığınarak, Türkiye’nin 2011-16 arasında 5000 MW gücünde üç nükleer santral inşa etme kararını ilan ettiğini hatırlattı ama herkes, Amerikalıların gelmesini beklerken, gelenler Ruslar ve Fransızlar olmuştu. GE ve Westinghouse’un, Türkiye’nin finansman zorluğu, sigorta standartlarının AB standartlarını karşılamaması ve kaynar su reaktörlerine ilgisiz olması gibi spesifik bazı sıkıntılarını gündeme getiren telgraf, bu sıkıntılara rağmen, Amerikan şirketlerinin Türkiye’de açılacak ihalelerle ilgilenmesinden yana tavır aldı.
 
Bizim dışımızda herkesle temastalar
 
Aynı yıl, 16 Aralık 2005’te, yine McEldowney, merkezi uyararak, Türkiye ile ABD arasındaki Nükleer Enerjinin Barışçıl Kullanımı Anlaşması’nın Washington tarafından resmen onaylanmamasının Ankara’da yarattığı sıkıntıyı gündeme getirdi:
 
Bu konuda (anlaşmanın ne zaman onaylanabileceği konusunda) bilgi verilmemesi, ABD sanayiinin Türkiye’deki muhtemel nükleer santral inşaatlarında devreye girmesi üzerinde olumsuz etki yapıyor. Türk hükümeti yetkilileri, Fransa’dan, Kanada’dan ve Güney Kore’den şirketlerin temsilcileriyle görüştüler bile ve Rus temsilcilerle de görüşmek için randevulaşma sürecindeler.
Bu randevular gerçekleşti ve Türkiye, 13 Nisan 2006’da, Koç, Sabancı, Enka, Zorlu, Çalık, Gama, Ak Enerji, Tekfen, Doğuş, Güriş, Nurol, Akkök ve Habaş gibi enerji sektöründe aktif grupların katıldığı bir toplantının ardından, nükleer programını resmen başlattığını dünyaya ilan etti. Bir gün sonra, 14 Nisan 2006’da, Büyükelçi Ross Wilson’ın onayıyla Washington’a gönderilen telgrafın son bölümü şöyleydi:
 
Türk hükümeti Türkiye’nin enerji yelpazesine nükleer gücü de katmak konusunda ciddi görünüyor. Türkiye’nin öngörülen enerji açığı ve giderek artan biçimde enerji ithalatına bağımlı hale gelmesi –her iki konu da kamuoyunda giderek daha fazla tartışılıyor– bu kararın itici gücünü oluşturuyor. Bu nükleer rüyayı gerçekleştirmek için büyük miktarda yatırım ve teknik uzmanlık gerektiği düşünülürse, yabancı ortaklar/tedarikçiler kritik önem taşıyacak ve onların tepkisi henüz net değil (birçoğu Türk hükümetiyle konuşmakta olsa bile). GE ve Stone and Webster benzeri ABD şirketleri ilgilenir gibi görünüyor; (kısa süre önce Toshiba’nın aldığı) Westinghouse’un ilgisi ve statüsü ise daha belirsiz. Eğer ABD, Türkiye ile imzaladığı Nükleer Enerjinin Barışçıl Kullanımı Anlaşması’nı onaylamazsa Amerikan şirketlerinin/teknolojisinin katılımı mümkün olmayacak. Nükleer güç santralının modeliyle ve Türk hükümetinin süreçteki rolü ve kararlılığıyla ilgili belirsizliklerin giderilmesi gerekecek. Enerji yatırımları konusundaki mevcut yasa ve mali baskılar nedeniyle, Türk hükümeti, Hazine garantilerinden uzak durmaya çalışıyor. Kamuoyunun çevreci ve ‘arka-bahçemde-olmasın’cı direnişi de ciddi bir engel oluşturacaktır. Nükleer atık yönetimi de yine ciddi bir mesele olacaktır.
Amerikan güzelleri bu yarışta olmalı
 
ABD’li diplomatların, Türkiye’nin nükleer enerji programında Amerikan teknolojisine ve denetimine yer açması çabasını yansıtan bir diğer telgraf, yine Büyükelçi Wilson tarafından 20 Ekim 2006’da gönderildi. Wilson, “Bir Güzellik Yarışması Olarak Türkiye’nin Nükleer Arayışı” başlıklı telgrafında, Enerji Bakanlığı Müsteşarı Sami Demirbilek’le yaptıkları özel görüşmeye geniş yer verirken, Demirbilek’in nükleer santrallarla ilgili karar sürecini “güzellik yarışması”na benzettiğini aktardı ve Washington’a Türkiye’nin “Küresel Enerji Programı”na dahil edilmesi ve Amerikan Nükleer Düzenleme Komisyonu (NRC) kapsamında Ankara’ya tecrübe desteği sağlanması önerilerinde bulunduktan sonra, “Türkiye’nin güzellik yarışmasının, Türkiye’nin barışçıl nükleer santral arayışına destek verecek sorumlu uluslararası topluluk mensuplarının ilgisini çekmekte ne kadar doğru zamanlamalı ve başarılı olacağı henüz net değil” diye bir cümlelik bir uyarı ekledi.
 
Buradaki “sorumlu” vurgusunun, teknolojik yeterlilik ve üstün standartlara sahip olmanın yanı sıra, nükleer enerjinin askerî amaçlı kullanımının önüne geçilmesinde ısrarcı olacak ülke ve şirketleri de kastettiğini düşünüyoruz. ABD’nin niyetini, “Türkiye atomu parçalayacaksa onu da biz yapalım ki süreci denetleyelim” diye okumak mümkün görünüyor.
 
Erdoğan’a mektup yazdım, dedim ki...
 
Nitekim iki yıl sonra, Türkiye, nükleer santrallar konusundaki nihai kararını henüz vermemişken, yine Büyükelçi Wilson bu kez General Electric adına bizzat devreye girecek ve 18 Eylül 2008’de Başbakan Erdoğan’a bir mektup yazarak, Türkiye’nin 24 Eylül 2008 için planladığı nükleer santral ihalesini, 1 Mart 2009’a ertelemesini resmen talep edecekti. GE’nin Hitachi’yle ortak alt birimi GEH, ihaleye Sabancı/Iberdrola grubuyla birlikte teklif vermek istiyor, ancak projenin muhtemel risklerini hesaplayıp, fiyatı buna göre belirlemek için ek zamana ihtiyaç duyuyordu. Başbakan Erdoğan ise daha fazla bekleme niyetlisi değildi; başka bazı ülkelerin ve şirketlerin de ertelemeyi talep etmesine rağmen, bu isteği reddetti ve GE devredışı kaldı.
 
Ankara, 2008 sonunda, nükleer santral ihalesini, teklif veren yegâne grup olan Rus konsorsiyumuna bıraktı. Ertesi yıl ise, bu kararından da vazgeçerek, Akkuyu ile Sinop santralları için yeniden ihaleye çıkacağını açıkladı. Bu esnada, ABD Ankara Büyükelçisi ile Enerji Bakanı Taner Yıldız sıkça görüştüler, ancak Rus lobisi ağır bastı ve Ankara, Akkuyu santralının inşaatını ihale yerine, özel bir anlaşmayla Moskova’ya bırakmayı tercih etti.
 
5 Şubat 2010’da Büyükelçi James Jeffrey, Yıldız’la yaptığı kapsamlı görüşmeyi uzun bir telgrafla Washington’a iletirken, şöyle diyecekti:
 
Yıldız, Akkuyu nükleer santralının hükümetlerarası anlaşmayla Rusya’ya verileceğini bize teyit etti. Ama Sinop’ta kurmayı hâlâ istedikleri ikinci santralı ihaleye çıkaracaklarını da söyledi. Büyükelçi Jeffrey, Başkan Obama’nın yeni kuşak güvenli ve temiz nükleer enerji santrallarına açık olduğunu kaydederek, ABD şirketlerinin proje için teklif vermekle ilgilenebileceklerini belirtti.
 
Ne var ki Akkuyu’yu Ruslara kaptıran ABD, Sinop’ta da geri planda kalacak; Türkiye 2010’da önce Güney Korelilerle pazarlık ettikten sonra, sekiz aylık müzakereler sonuç vermeyince, bu kez Fukuşima-Daiiçi santralını da yapan ve Amerikan Westinghouse’u daha önce bünyesine katmış olan Japon Toshiba ile masaya oturma kararı alacaktı.
 
Hillary Clinton’dan nükleer sorular
 
Şimdi biraz daha geriye, ABD’nin Türkiye’nin nükleer enerji üreten ülkeler ligine çıkma hevesine gösterdiği yakın ilginin, en üst seviyeye yükseldiği 28 Nisan 2009’a gidelim. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın o tarihte Ankara Büyükelçiliği, İstanbul Başkonsolosluğu ve Viyana’da Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’ndan (UAEK) da sorumlu olan ABD temsilcisine gönderdiği “GİZLİ” ibareli telgraf “Türkiye’nin Nükleer Enerjiye Olan İlgisi Hakkında Enformasyon Talebi” başlığını taşıyor. Bu telgraftaki “nükleer” sorular, Clinton adına ama Clinton tarafından değil, ABD Dışişleri İstihbarat, Araştırma ve Operasyonlar Bürosu Başkanı Suzanne McCormick tarafından kaleme alınmış. Telgrafta sadece bu sorular yok; giriş bölümünde Türkiye’nin nükleer enerji sahibi olma çabasının Washington’da yarattığı kaygının sebebi de anlatılıyor ve bu kaygının Clinton dahil, en üst düzey ABD yetkililerince paylaşıldığı aşikâr:
 
(1) Washington’daki analistler Türkiye’nin nükleer enerji programı geliştirmeye yönelik her türlü ilerlemesinin yakın takibiyle ilgilenmektedir ve temsilciliğin, Türkiye’nin nükleer enerjiye olan ilgisi konusunda süregelen raporları makbule geçmektedir.
 
Analistler, Türkiye’yi “ufuktaki” bir nükleer endişe nedeni sayıyorlar ve üst düzey politika belirleyicilerinin Ankara’nın nükleer niyetleri ve yetenekleri konusundaki sorularını rutin olarak cevaplıyorlar. Analistler, Ankara’nın hâlihazırda bir nükleer silah programı olmadığını düşünseler de, Ankara’nın ciddi bölgesel istikrarsızlık algısı ve/veya bölgedeki diğer devletlerin nükleer silah edinmesi ya da geliştirmesinin bir sonucu olarak, Türk hükümetinin nükleer silah geliştirme konusundaki politikasını tersine çevirmesi ihtimali bizi endişelendirmeye devam ediyor.
 
Analistler, temsilciliklerin, zaman ve kaynaklar elverdiği ölçüde, aşağıdaki konularda sağlayabileceği her türlü raporu büyük ilgiyle okuyacaktır. Analistler, UAEK’nin veri tabanından ve açık kaynaklarından edinilen enformasyondan ve daha önceki bilgi taleplerinden haberdardır ve en çok, temsilciliklerin irtibatta olduğu kişilerden normal iş akışı içinde edinebilecekleri ilave bilgilerle ilgilenmektedir.
 


Dizayn, yakıt tipi vb. hepsini rapor edin
 
Bu girizgahtan sonra, Clinton imzalı “nükleer sorular” başlıyor. Son anda politika ve planlarda bir değişiklik olmazsa, Türkiye’nin ilk nükleer enerji santralı için, muhtemelen 12 haziran genel seçimleri sonrasında, Mersin Akkuyu’da temel atılacak. Aşağıdaki soruları, cevaplarının bu aşamada sadece Hillary Clinton’a değil, herbirimize lâzım olduğunu ve bu konuda daha fazla bilgilenme talebini teşvik edeceğini düşünerek yayımlıyoruz:
 
(A) NÜKLEER ENERJİ PLANLARI
 
(1) Türk liderlerini sivil nitelikli bir nükleer enerji programı geliştirme kararı almaya yönelten etkenler nelerdir? Bu muhasebede İran’ın nükleer silah sahibi olma yolundaki muhtemel çabası nasıl bir rol oynamıştır? Türk liderler, İran’ın oluşturduğu tehditte bir artış ya da azalma algılamakta mıdırlar?
 
(2) Türkiye, kendi olanaklarıyla ya da dış destekle ne tür bir nükleer enerji teknolojsi geliştirme peşindedir? Türkiye kaç reaktör inşa etmeyi planlamaktadır? Planlanmakta olan bütün reaktörlerin teknik tariflerini, dizayn parametreleri, yakıt tipi, MWE (elektrik üretme) kapasitesi ve lokasyon bilgilerini içerecek şekilde yapınız.
 
(3) Herhangi bir nükleer enerji ihale anlaşmasında ne tür bir enerji/uzmanlık transferi söz konusu olacaktır? Türkiye, nükleer enerji inisiyatifini desteklemek amacıyla uranyum ya da toryum işletme/çıkarma operasyonları yapmayı, dönüştürme ve yakıt üretim tesisleri kurmayı, zenginleştirme kapasitesi elde etmeyi ve/veya atık yönetimi ve yeniden işleme tesisleri kurmayı planlıyor mu?
 
(4) Türkiye müstakbel nükleer santral operasyonlarını yürütebilmek için, nükleer konusunu düzenleyecek bir altyapı oluşturmak amacıyla, eğer bulunduysa, ne tür girişimlerde bulundu?
 
(5) UAEK’in Türkiye’nin nükleer enerji geliştirme arayışında nasıl bir role sahip olduğunu anlatın. Türkiye, UAEK’in teknik işbirliği projelerine başvuru yapmayı ya da bu projeler üzerinde çalışmaya başlamayı planlıyor mu? Devam eden teknik işbirliği projeleri ya da istişareleri var mı? Nükleer teminatlar konusunda ya da Türkiye’nin nükleer teminat müfettişlerini kandırma girişiminde bulunduğu yönünde geçerli kaygılar var mı? (Nükleer “teminatlar” ya da “safeguards,” devletlerin nükleer malzemeyi silah yapımında kullanmadığının teyit edilmesine yönelik önlemlerdir. Bu önlemler, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması yani “Non- Proliferation of Nuclear Weapons Treaty” –NPT– çerçevesinde hükme bağlandığı gibi, kurulması 1969’da UAEK tarafından kabul edilen ve TAEK’in de parçası olduğu Uluslararası Nükleer Enformasyon Sistemi –INIS– çerçevesinde de ele alınmakta ve teftiş edilmektedir.)
 
(6) Ülkenin nükleer enerji faaliyetlerinin bütçesi nedir? Lütfen, mümkünse, ayrıntılı bir döküm verin. Bu bütçe, geçmişteki bütçelerle nasıl karşılaştırılabilir? Gelecekteki bütçeler için planlanan değişiklikler var mı? Nükleer faaliyetlerin bütçesini hükümetin ya da askeriyenin içindeki hangi birimler kontrol ediyor?
 
(7) Türkiye ticari amaçlı nükleer enerji geliştirmenin peşinden gitmeyi sürdürecek mi, yoksa nükleer enerji peşinde koşmaktan vazgeçmesine yol açabilecek etkenler var mı?
 
(8) Türkiye’nin, uranyumu zenginleştirme yeteneği geliştirmek amacıyla bir Ortadoğu Konsorsiyumu geliştirme yönündeki planlara katılmak konusunda herhangi bir ilgisi var mı?
 
(B)NÜKLEER YETENEKLER
 
(1) Türkiye’de nükleer altyapının, teknolojinin ve araştırmanın hâlihazırdaki statüsü nedir?
 
(2) Türkiye’nin en önemli bilimsel önderleri kimlerdir? Ne tür araştırmalar yürütüyorlar? Yurtdışındaki konferanslara gidiyorlar mı ya da dışarıda çalışma yapıyorlar mı?
 
(3) Türkiye’nin işgücü havuzunun yetenek düzeyi nedir? Türkiye, nükleer enerjiyi desteklemek üzere, bilimadamlarının yetenek düzeyini arttırmayı planlıyor mu? Türk vatandaşlarının yabancı üniversitelerde eğitim görmesi ve nükleer alanda yabancı uyruklu bilimadamı ve teknisyen alınması dahil olmak üzere, Türkiye’nin yetişmiş bir nükleer bilimadamı, mühendis ve teknisyen kadrosu kurmaya yönelik her türlü girişimini rapor edin.
 
(4) Devlet, üniversite laboratuvarlarında ya da Türkiye’deki ya da diğer ülkelerdeki özel laboratuvarlarda nükleer konulara ilişkin ne tür araştırmalara destek veriyor?
 
(5) Türkiye’nin nükleerle ilgili malzeme, araç gereç, teknoloji ve uzmanlık edinme konusundaki bütün girişimlerini anlatın. Türklerin nükleer malzeme sağlayıcılarla irtibatlarını ve/veya ikili nükleer destek anlaşmaları yapma girişimlerini rapor edin.
 
(6) Türkiye, nükleer teknolojisinin herhangi bir kısmını yaygınlaştıracak mı? Türkiye nükleerle ilgili hangi maddeleri ya da araç gereci ihraç etmektedir? Kimlere ihraç etmektedir?
 
(7) Türkiye hangi ülkelerle ya da yabancı kurumlarla nükleer uzmanlık paylaşımı yapıyor? Bu değişimin niteliği nedir (mesela, iki ülkenin üniversiteleri arasında bilimsel değişim programları, devletten devlete anlaşmalar gibi)? Eğer Türkiye hâlihazırda nükleer teknoloji paylaşımı yapmıyorsa, bunun hangi yönlerini, kimlerle ve hangi koşullar altında paylaşmayı düşünmektedir?
 
(4) Lütfen yukarıdaki soruları cevaplarken, konu satırına C-WP9-00234 yazınız. /CLINTON
 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum

Tüm gelişmelerden haberdar olmak için Turkinfo Hollanda Haber'i:

Adreslerinden takip edin!