Türkiye hep Batı'ya baktı, Doğu'yu hiç dikkate almadı
Türkevi Konuşmaları'nın 5'incisinde konuşan Fatih Okumuş: “Kültür diplomasisi için, bir Gül Babanız, bir Ahmed Yesevi’niz, bir Sarı Saltuk’unuz olmalı. Müzeniz, Ebru’nuz, Ney’iniz, mutfağınız olmalı...”
Amsterdam Türkevi Araşatırmalar Merkezi'nin periyodik olarak düzenlediği, Türkevi Konuşmaları'nın 5'incisinin konuğu, Yunus Emre Enstitüsü'nün Müdürü Fatih Okumuş oldu. Veyis Güngör ve Kamil Saygı'nın sorularını yanıtlayan Okumuş'u dinlemeye gelenler, bugüne kadar hiç gündeme gelmemiş fikirler ile beslendiler.
İşte, Fatih Okumuş'a Veyis Güngör ve Kamil Saygı tarafından yöneltilen sorular ve ilginç cevapları:
Soru: Türk Dış politikasında bir eksen değişimi yaşandı: Türkiye son yıllarda edilgenlikten etkenliğe geçiş süreci yaşıyor. Dış politika da bu yönde yeniden tanımlanıyor. Yunus Emre Enstitüleri'nin kuruluşu değişimle bağlantılı mıdır?
Okumuş: Evet. Bilyorsunuz “Türkiye’nin boyun ağrılar”ndan söz ediyordu üstad Nuri Pakdil, yetmişlerin sonunda seksenlerin başında... Türkiye yıllarca yönünü Batı’ya çevirdi. Yani tek boyutlu bir dış politika izledi. Yönü hep Batı’ya döndüğü için sağındaki ve solundaki ülkelere bakmadı. Seksenlerin ortalarından itibaren, dünyada değişiklikler oldu. Berlin duvarı yıkıldı. Soğuk savaş döneminin çift kutuplu politikası yerini çok yönlü dış politikalara bıraktı. Amerika, Rusya, İran da dış politikalarını değiştirdiler. Mesela İran, bir konuda Rusya ile çalışırken, bir başka konuda Amerika’yla çalışabiliyor. Türkiye de öyle. Çok yönlü dış politikaya geçiş, bizim boyun ağrılarından kurtulmamızı sağladı. Türkiye’nin dış politikası dünyadaki trendlerle uyum içerisinde değişti.
Mesela yumuşak güç kullanımında, 2015’te yayımlanan bir araştırmaya göre, Türkiye 20. sırada. Bu da modern anlamda kültür ve kamu diplomasisine, nispeten yeni başlayan bir ülke için iyi bir sıra... Bu dönüşüm birdenbire olmadı, AK Parti ile de başlamadı. Özal da böyle bir vizyona sahipti. Sabık dışişleri bakanlarımızdan İsmail Cem de “ortak tarihi paylaştığımız ülkelerle” ilişkileri geliştirme yönünde beyanlarda bulunmuştu. Ancak, AK Parti hükümetleriyle aktif olarak çok yönlü ve çok eksenli bir dış politika dönemine girildi. “Yurtda sulh, cihanda sulh” düsturu yeniden yorumlandı. Ahmet Davutoğlu, Dışişlerine gelince, Türkiye komşularıyla sıfır sorunu hedef alan, bölgesel barış için aktif katkı sağlayan bir dış politika vizyonu ortaya koydu. Barış politikasının devam ettirilmesi demek. Bu yeni bir şey değil Osmanlıda da, Selçukluda da bu böyleydi. , Atatürk’ün 1931 yılında Cumhuriyet Halk Fırkası’nın dış politikasının temel düsturu olarak açıkladığı prensip, yurtta ve dünyada sulh, en azından bin yılını bildiğimiz Türk İslam dış politikasının temelidir. Davutoğlu’nun dışişleri bakanlığına getirilmesi antrenörün sahaya sürülmesi demek olsa da, bu sayede Türkiye, pasif dış politikadan etkin ve aktif dış politikaya geçti.
Türkiye’nin ufku geliştikce, Yunus Emre gibi kurumların oluşması da mümkün oluyor. Bu biraz da geçmişte kültür ve tarih, kader birliği yapmış olduğunuz toplumların da beklentisi, isteği belki de bize yükledikleri misyonla ivme kazanıyor. Mısır’da, öğrencilik yıllarımda, seksenlerin sonu ve doksanların başında çokça şahit olmuşumdur. Selam verdiğiniz her iki kişiden biri, Türk olduğunuzu öğrenince, kendilerinin de kökenlerinin Türk olduğunu, Türkçe öğrenmek istediklerini ısrarla belirtirler. Oysa bu ülkede Fransızların, İngilizlerin, Almanların hatta Tayvanlıların kültür merkezleri vardı, dillerini ve kültürlerini öğretiyorlardı. Ama sizi akraba görenlerin ülkesinde sizin böyle bir kuruluşunuz yoktu.
Kısaca ifade etmemiz gerekirse, hem küresel gelişmeler doğrultusunda dış politikamız hem de tarih bizi Yunus Emre Enstitüleri’ni kurmaya teşvik etti.
FACEBOOK YORUMLAR