Türkiye-AB ilişkilerinde aklıselime dönüş
Brüksel’deki NATO toplantısında gerçekleşen görüşmelerden sonra, Türkiye-AB ilişkilerini yenide canlandırabilecek ‘12 aylık yeni takvim’ üzerinde çalışıldığı ve bu sürecin yılın sonunda başlatılacağı açıklandı.
Anadolu Ajansı için yazdığım bir önceki yazıma “Türkiye-AB ilişkilerinde büyük kriz” başlığını atmıştım. 16 Nisan referandumu öncesi yazdığım o yazıda, Türkiye-AB ilişkilerinin, 1997 yılında yaşanan “siyasi düzeyde ilişkilerin dondurulması” dönemini başlatan ve 1999 yılının sonunda Türkiye’ye ‘aday ülke statüsü’ verilinceye kadar süren büyük krize benzer bir kriz yaşama riskini içerdiğini söylemiştim. Böyle bir krizin, sadece her iki taraf için değil, bölgesel ve küresel istikrar için de çok olumsuz sonuçları olacağı ikazını yaparak her iki tarafın da aklıselim olana dönmesi gerektiğini vurgulamıştım.
Cumhurbaşkanı Erdoğan Brüksel’de yapılan NATO toplantısında AB Konseyi Başkanı Donald Tusk ve AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker ile de görüştü. Olumlu geçen bu görüşmeden sonra, Türkiye-AB ilişkilerini yenide canlandırabilecek ‘12 aylık yeni takvim’ üzerinde çalışıldığı ve bu sürecin yılın sonunda başlatılacağı açıklaması yapıldı.
13 Haziran’da siyasal direktörler düzeyinde ‘siyasi diyalog toplantısı’ yapılaması kararı alındı. Temmuz ayında ise bakanların ve AB komiserlerinin katılacağı üst düzey siyasi diyalog toplantısı yapılacak. Bu yıl sonu başlatılması düşünülen yeni takvim:
Bir süredir askıya alınan enerji diyaloğu ve ekonomi toplantılarının yeniden başlatılmasını;
AB ile Türkiye arasında imzalanan göçmen anlaşması kapsamında 8 maddenin karşılanmasını ve tarafların fon ve diğer konularda üzerlerine düşeni yerine getirmesini;
Türkiye-AB arasındaki ‘vize serbestisi’ konusunda yol alınmasını;
Gümrük Birliği Anlaşması’nın güncellenmesinin ve modernizasyonunun hızlandırılmasını;
Türkiye-AB müzakerelerinde yeni fasılların açılmasını içeriyor.
Bu somut maddelerin dışında, Türkiye AB’den çifte standart uygulamalarının bitirilmesini ve darbe girişimine ve teröre karşı yaptığı mücadelesini anlamasını istiyor ve işbirliği çağrısı yapıyor. AB de Türkiye’den demokrasiden ve hukukun üstünlüğünden sapmamasını ve kendisine karşı sert üslubunu bırakmasını istiyor. Tusk ve Junker’a ek olarak, Avrupa Parlamentosu Başkanı Antonio Tajani’nin idam cezasına geri dönüşün Türkiye-AB ilişkilerini kurumsal olarak bitireceği ikazını da yaptığını söyleyelim.
Peki, 12 aylık yeni takvimin başlatılması kararı niye alındı ve bu karar aklıselime dönüş olarak değerlendirilebilir mi?
Türkiye-AB ilişkilerinde güven krizi
Türkiye-AB ilişkilerinde ciddi boyutta bir ‘güven krizi’ yaşandığı doğru. Liderler arası ipleri koparma derecesine kadar giden bir ‘sözler savaşı’ olduğu da doğru. Türkiye’nin, yaklaşık altmış yıl sonra kapıda beklemekten çok sıkıldığı ve “artık yeter” noktasına geldiği de doğru. AB’nin Türkiye ile ilişkilerini, demokrasi ve hukuk sorunlarını bir tarafa bırakarak götürmesinin kendi içinde ciddi sıkıntılar yarattığı da doğru. Türkiye’nin AB-Avrupa ülkelerindeki imajının son dönemde çok kötüleştiği de bir gerçek. Türkiye-AB müzakere süreci de durmuş durumda.
Türkiye-AB ilişkileriyle ilgili son zamanlarda katıldığım toplantılarda yapılan benzetmeyi kullanırsam, iyi gitmeyen ve çıkmaza girmiş ilişkilerinde iki tarafın da “boşanma kararı” alması için her türlü nesnel, öznel, psikolojik, politik neden ve unsur mevcut. Fakat aklıselim olan, taraflara boşanma tavsiyesinde bulıunmak değil, aksine “ilişkilerde normale dönüşü sağlayacak hamleleri yapın” ikazını yapmak.
Tüm sorunlara rağmen, bugün küreselleşen dünyanın yaşadığı türbülans ve bu türbülansın hızlandırdığı bölgesel istikrarsızlık ve insani trajedi içinde, Türkiye-AB ilişkilerinin de, bırakın dondurulmayı ya da boşanmayı, tam aksine yeniden-canlandırılmaya, birlikte çalışmaya ve işbirliği yapmaya gereksinimi var.
Üç temel kriz
Küresel türbülans içinde yaşanan bölgesel istikrarsızlık, Türkiye ve Avrupa’yı, diğer büyük güçlerden farklı olarak, yakın tehlike oluşturan güvenlik riskleriyle, üç temel krizle karşı karşıya bırakıyor: Başta Suriye ve Irak olmak üzere Libya'dan Yemen'e kadar geniş bir coğrafyada yaşanan ‘çökmüş devlet’ sorunu, mülteci krizi, DEAŞ ve terör sorunu.
Sadece Türkiye’de, “koşulsuz misafirperverlik” temelinde yaşayan mültecilerin sayısı 4 milyona varmış durumda. Ürdün, Lübnan ve Mısır eklendiği zaman bu sayı 7 milyonu geçiyor. Somali ve diğer Afrika ülkelerinden çıkan mültecilerle birlikte, 12 milyona yaklaşan bir mülteci topluluğundan bahsediyoruz. Evlerinden, yurtlarından kendi istekleri dışında zorla ayrılmak zorunda kalan bu masum insanların gidecekleri iki yer var: Türkiye ve Avrupa. Amerika, Rusya, Suudi Arabistan, körfez ülkeleri, İsrail ve İran gibi ülkelerin mülteci sorunu olmadığını vurgulayalım.
Son olarak Manchester’da yaşanan terör saldırısı, bir kez daha, AB/Avrupa ülkelerinin ve bu ülkelerde yaşayan masum sivillerin, başta DEAŞ olmak üzere, PKK ve diğer terör örgütlerinin hedefi olduğunu gösterdi. Türkiye de son dönemde artan bir biçimde terör saldırıları altında yaşıyor; masum insanlarımız bu saldırılarda yaşamlarını kaybediyorlar. Türkiye ve AB/Avrupa, terörün ilk hedefi durumundalar.
Gerek mülteci krizinin, gerekse terör sorununun hızla yayılmasının önemli nedenlerinden biri de komşularımız Suriye ve Irak’ta ‘kendi iç işlerini ve sınırlarını denetleyebilecek’ ve bu yolla belli derecede bir “düzen yaratma” kapasitesi olan bir devlet yapısının artık olmaması.
Suriye ve Irak parçalanma, bölünme ya da ayrışma riski altında olan, denetleme ve düzen kurma kapasitelerini kaybetmiş ‘çökmüş devlet’ler. Suriye ve Irak’taki çökmüş devlet sorunu, hem terör için uygun bir ortam sağlıyor, hem de mülteci sorununun krize dönüşmesine neden oluyor. Bu ülkelerle uzun sınırları olan Türkiye ve AB/Avrupa ülkeleri de çökmüş devlet sorunundan direkt ve çok olumsuz şekilde etkileniyorlar.
Aklıselime dönüş
Birbiriyle bağlantılı ve iç içe geçmiş bu üç sorun, Türkiye-AB/Avrupa ilişkilerinin yeniden canlandırılmasını, bu iki aktörün işbirliğini ve birlikte çalışmasını gerekli kılıyor.
Her iki aktör de bu sorunlardan en fazla zararı görüyor, ciddi düzeyde etkileniyor. Diğer taraftan, bu sorunların çözümünün de ‘kilit aktörleri’ konumundalar. Paris, Nice, Brüksel, Berlin, Manchester, Ankara, İstanbul, Diyarbakır: Terör Türkiye’yi ve Avrupa’yı vuruyor. Hem de masum insanları hedef alarak. Mülteciler Türkiye-AB/Avrupa ekseninde hareket ediyorlar. Çökmüş devletlerin siyasi ve insani maliyeti, en az kendi içlerindeki kadar, Türkiye ve Avrupa’da ödeniyor.
Türkiye-AB ilişkilerde boşanma ya da ilişkilerin dondurulması lüksü yoktur. Brüksel’de alınan Türkiye-AB ilişkilerinde yeni bir dönemi başlatma ve 12 aylık yeni bir yol haritası hazırlama kararı, aklıselim olanın tercih edilmesi olarak okunmalıdır. Bununla birlikte, son dönemki kriz yaratıcı sorunlardan ders alınarak:
Türkiye-AB tam üyelik müzakere fasıllarının açılması ve müzakere sürecinin tekrardan başlatılması;
Sayın Cumhurbaşkanı’nın sürekli vurguladığı gibi, terör, mülteciler ve çökmüş devlet sorunları gibi büyük meydan okumalara karşı Türkiye ve AB/Avrupa’nın işbirliği içinde ve birlikte çalışması;
AB/Avrupa’nın Türkiye’ye, mültecileri ve terörü kendi ülkesi içinde tutan ve Avrupa’ya gitmesini engelleyen bir ‘tampon ülke’ gibi araçsal ve indirgemeci bir yaklaşımla bakmaktan vazgeçmesi;
Türkiye’nin de darbe girişimine ve teröre karşı mücadele ederken, eş zamanlı olarak, demokrasisini güçlendirmesi ve olağan hukuk alanına geri dönmesi gerekmektedir.
[Sabancı Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Prof. Dr. Fuat Keyman aynı zamanda İstanbul Politikalar Merkezi direktörüdür]
“Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
FACEBOOK YORUMLAR