Türk medyasının Nezih Demirkent'i
Hayata veda edişinin 14'üncü yıldönümü olan bugün, gazetecilerin duayeni, ağabeyim ve a de arkadaşım Nezih Demirkent, arkasından pek çok olumlu yorumlar yapılacak eşsiz bir insandı.
Demirkent ile şahsım arasındaki bağı, tabii ki benim anlatımım ile Yavuz Nüfel kardeşim kaleme almıştı.
O yaziyı en altta size sunacağım.
Ama şimdi önce rahmetliyi tanıyalım:
25 Eylül 1930'da İstanbul'da doğdu. Haydarpaşa Lisesi'ni ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden bitirdi. Gazetecilik mesleğine 1950 yılında Son Saat Gazetesi'nde muhabir olarak başladı. Yeni Sabah Gazetesi'nde spor yazarlığı, sayfa sekreterliği, spor sayfası yönetmenliği ve yazı işleri müdürlüğü yaptı. 1964 yılında ilk ofset gazete olan Yeni Gazete'nin yayın yönetmenliğini yürüttü.Hürriyet gazetesinde uzun süre genel yayın yönetmenliği ve genel müdürlük yaptı.
Dünya Gazetesi'nin sahibi oldu ve ekonomi gazeteciliğinde ayrı bir yer edindi.
Gazeteciler Cemiyeti'nde çeşitli görevler aldıktantan sonra Cemiyet Başkanlığı yaptı. Gazeteciler Sosyal Yardım ve Emeklilik Vakfı'nın Başkanlığı'nı yaptı. Çeşitli ödüller aldı. Fransızca bilen Demirkent evli ve bir çocuk babası.
TSYD üyesi ve Basın Şeraf Kartı sahibi.
11 Şubat 2001 tarihinde İstanbul'da vefat etti.
Demirkent için yazılanlar:
Yıl 1981. Aralık ayının sonu. 1969’da sekreter olarak girdiği Hürriyet Gazetesi'nde Genel Müdür ve Genel Yayın Yönetmenliğine kadar yükselen Mehmet Nezih Demirkent, gazeteden ayrılır. Ayrılır değil, aslında ayrılmak zorunda bırakılır. Erol Simavi’dir o zamanlar Hürriyet’in patronu. Simavi, Nezih Demirkent'ten Hürriyet’ten ayrılmasını ister. Bunu kabul eder Demirkent. Ama Erol Simavi, Demirkent’ten bir şey daha ister. O günlerde yayınlanmakta olan başka gazetelerde çalışmayacaktır:
Demirkent, Simavi’nin bu teklifine karşı bir teklif götürür: “Dünya gazetesini bana verin. Hürriyet de buna ortak olsun.” Demirkent, o zamanlar başka yerde çalışması istenmediğinden Dünya Gazetesi'ne biraz da vakit geçirme aracı olarak bakar. Dünya o zamanlar sol ağırlıklı bir yayın yapmaktadır. Ulaştığı okuyucu sayısı da binbeşyüzdür ancak.
Zoraki gazete sahibi!
11 yıl genel müdürlük yaptığı gazeteden ayrılmasına neden olarak Hürriyet’i kurum haline getirme isteğini gösteriyor Nezih Bey: “Hürriyet’i aile şirketi olmaktan çıkarmayı düşünüyordum. Erol Simavi’yi ikna ederek Hürriyet Vakfı’nı kurdurtmuştum.”
Demirkent, çalışanların Hürriyet’i bağımsız olarak yönetmesinin yollarını açmaya çalışır. Ama “Gün geldi bazı çevreler bundan rahatsız oldu. ‘Gazetenin sahibi siz misiniz?’ sorusu soruldu. Sahip misin, değil misin sorusu sorulunca da gazetenin sahibi ‘sahip’ olduğunu gösterir.”
Ve 17 yıl çalıştığı Hürriyet’le “kırgın” olarak yolları ayrılır Demirkent’in.
Hürriyet’e kazandırdığı Dünya Gazetesi'ni, ayrılırken tazminatlarına karşılık alınca böylece basın dünyamız yeni bir ‘patron’ daha kazanır. Onun patronluğu biraz zorakidir: “Hürriyet’ten işime son verilmemiş olsaydı ben gazete sahibi olamazdım.” diyor Demirkent.
Patron kelimesini tırnak içerisinde yazıyorum. Çünkü Demirkent “patron” yakıştırmasını çok benimsemez: “Kendimi işadamı olarak görmüyorum. Bazı gazeteci arkadaşlar gidip TÜSİAD’a üye oldular. Eleştirmiyorum. Ama ben gazeteciyim ve meslek kuruluşum da Gazeteciler Cemiyetidir.”
Rahmetli Turgut Özal’ın başbakanlık yaptığı dönemlerde Türkiye bilindiği gibi hızlı bir dışa açılma politikası izler. Bunun sonucunda yeni zenginler, işadamları da türer. Bu da, 1981’de Orhan Birgit’in başında olduğu siyasi ağırlıklı Dünya’nın, 12 Eylül sonrası askerlerin bu yayınlardan rahatsız olması ve oluşan ‘asker tepkisinin Hürriyet gazetesine doğru yönelmesi neticesinde kulvar değiştirerek ekonomi gazetesine dönüşmesine yol açar. Bu değişim Dünya gazetesine okuyucu kazandırır. Ortaya çıkan her işadamı Dünya gazetesi için yeni bir okur demektir aynı zamanda.
2, 3, 5 derken bugün 42’bine ulaşır Dünya’nın satışı. Hemen hemen tamamına yakını da abone. Bugün Dünya gazetesi ekonomi gazetesi olarak kendini kabul ettirmişse, bunda erken çıkıp yol almanın etkisi de büyük.
Gazeteci olacak adam...
Amatör olarak 10 Ekim 1950’de spor muhabiri olarak gazeteciliğe başlayan Nezih Demirkent, “sıradan bir ailenin” dört çocuğundan biri olarak 1930’da İstanbul’da doğar. 18 yaşında İstanbul’da okumaya gelen baba Nurettin Demirkent, savaş başladığı için İstanbul’dan Bandırma’ya geçer. Milli Mücadele için gönüllü olarak askere yazılmıştır. Böylece Vefa Rüştiyesini bitiremeden üniforma giyer ve orduda kalır, albay olarak emekli olur. Çocukluğu ekmeğin bile vesika ile verildiği 1940’lı yıllarda geçer. Moda ve Hilal spor kulüplerinde voleybol ve basketbol oynar. 1956’da ise Güreş Federasyonu üyeliği yapar. Spor camiasına ilgisi devam eder. Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi ve Moda Spor Kulübü üyeliği ile...
Evliliğini de spor sayesinde tanıştığı voleybolcu, İstanbul Üniversitesi Ortaçağ Tarihi profesörü olan Işın (Ener) Hanım’la yapar, Ankara MSB’deki askerliğini bitirmesine on gün kala, 21 Mayıs 1957’de... (Bu evlilikten 1958’de tek çocuğu olan Didem (Ersin) doğar.) Demirkent, Haydarpaşa Lisesi’ne giderken gazetecilik yapmayı düşünür. Ama lise sonrası kendisini birden İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde “hukuk” adamı olmak için okuyan bir öğrenci olarak bulur. “Bizim nesil biraz romantiktir” dediği nesilden ünlü gazeteci Abdi İpekçi, Oğuz İmregün üniversite arkadaşları arasındadır.
Aydın Doğan’a danışman oluyor
Basında zemin ve zamana dikkat edilmeksizin konuşulan ve merak edilen bir konu vardır: Koç Grubu ile Aydın Doğan ortaklığı. Demirkent de, Hürriyet’ten ayrıldığı sırada bir yandan Dünya’yı çıkarırken bir yandan da ‘Erol Simavi’nin iznini alarak’, 1982 ve 83 yıllarında toplam 8 ay Milliyet’in yeni patronu Aydın Doğan’a danışmanlık yaptığı için bu konuda bilgi sahibidir:
Koç’un grup olarak herhangi bir ortaklığı yoktu o yıllarda. Ama Aydın Doğan’ın Koç’un bazı şirketlerinde ortaklığı vardır.
Nezih Demirkent’in İlhan Karaçay’a güveni…
Yavuz NUFEL yazdı….
Gazetecilik deyince, anılar O’nda su dolu baraj gibidir. Dile kolay 1967 yılında başlayan serüvenin her anı dolu dolu günler, haftalar, aylar ve yıllar..
Olaylar ve insanlar.
Su dolu anılar barajının kapaklarından biri açılmaya görsün; coşkun sular gibi çağlayıveriyor İlhan Ağabey usta; Ardı ardına sıralanıyor, efsane sanatçılarla, sporcularla, gazetecilerle, dünyanın çeşitli ülkelerinde çeklilmiş , siyah beyaz fotoğraflarda kalan anıları… .
Bu yazacaklarım da o anı dolu barajdan en dikkate değer olanı:
Hürriyet gazetesinin ‘tek adam’ yönetimi ile yönetildiği yıllara doğru yöneliyor anı deryasında sular. O “tek adam” devri Rahmetli Nezih Demirkentli yıllardır.
İlhan Karaçay’ın muhabirlik becerisine çok güvenen Demirkent’in yakın dostları iyi bilir. Konu İlhan Karaçay olunca, bazen dostları ve meslektaşları ile bu konuda iddiaya da girermiş Demirkent.
Bu iddialardan söz ediyoruz. ‘Nedir bunlar, nedir olaylar, yaşananlar, nerden kaynaklanıyor bu sonsuz güven İlhan Ağabey’ diyorum:
1970’li yılların sonu 1980’li yılların başında, ünlü popstar Ajda Pekkan’ın ünlü bir işadamı ile yaşadığı aşk hikayesi, dönemin magazin basınında gündemde ilk sıradaki yerini koruduğu, fakat hiç bir gazetenin cesaret edip yazamadığı da ayrı bir gerçektir!
Yazacak olsalar bile ispat etmek için fotoğraf gerekir ki, kimse iş adamının korkususundan, yaptırım gücünden çekindiğinden, böyle bir şeye cesaret edemez. Patronlar muhabirlerine “Bu ilişkiyi görüntüleyin” diye görev vermez/ veremez…
Bilinen fakat fotoğraflanamayan Ajda Pakkan ile ünlü işadamı ilişkisi, bilinse yazılsa bile fotoğrafsız ne işe yarar ki..
“Ben bu ilişkiyi fotoğraflatırım” diye iddiaya giren Nezih Demirkent, Ajda Pekkan’ın Eurovizyon Müzik Yarışması’na katılmak için gittiği Hollanda’nın Lahey kentinde, kendisiyle buluşacak olan ünlü iş adamı için İlhan Karaçay’a talimat verir: “İlhan, Ajda ile aşk ilişkisi olan iş adamı …… Hollanda’ya geliyor. Kendisini havalanından al, Lahey’e götür, yakından ilgilen ve sonra da Ajda ile birlikte fotoğraflarını çek ve bana gönder. Bunu yapamazsan ceketini alırsın ve Hürriyet’ten ayrılırsın.”
İşte, Ajda Pekkan ve ünlü işadamı ilişkisi
Erovizyonda derceceye gireceğimize kesin gözü ile baktığımız, “ Petrol“ şarkısını hatırlamayan yoktur. Ajda Pekkan Eurovizyon Şarkı Yarışması için Hollanda’ya gelir Ertuğrul Akbay ile İlhan Karaçay’ı bir kez de 1980’de Hollanda’da karşı karşıya getirmesi açısından, ‘Kaderin cilvesi’ olarak baktığım bu buluşmayı önemli buluyorum. .
Böyle olunca, Arjantin’de başlayan Ertuğrul Akbay ile İlhan Karaçay kapışmasının rövanşı Lahey’de kaçınılmaz olur…
O zamanlar Hürriyet’i ‘Tek adam’ olarak yöneten rahmetli Nezih Demirkent, Ajda ile aşk yaşayan ünlü bir işadamının tek kare fotoğrafı için neler dediğini yukarıda yazmıştım.
Unutanlar için bir kez daha hatırlatmakta yarar var. Rahmetli Demirkent Karaçay’ı telefonla arar ve direktifi verir: ” İlhan; ünlü işadamı ……. bugün Hollanda’ya gidiyor. Havalanından al ve ilgilen. Sonra da bir ara Ajda ile birlikte fotoğrafını çek ve bana gönder. Bu işi yapamazsan ceketini alır ve Hürriyet’ten gidersin
ha ! ”
Aldığı direktif doğrultusunda hareket eden Karaçay, işadamını havaalanından alır ve Lahey’deki otele götürürken işadamını da uyarmayi ihmal etmez: “…. Bey, Ajda ile birlikte fotoğrafınızı çekeceğim ve Nezih beye göndereceğim.”
Bu sözler üzerine işadamı dudaklarını büküp, başını yukarı kaldırarak, ‘Kesinlikle yapamazsın’ anlamına gelen bir işaret yapar. Karaçay da “Bakın … Bey ben bu fotoğrafı çekeceğim ve göndereceğim. Gerisine karışmam, gerisi size kalmış” der.
Ertesi gün, Lahey’deki otelde ünlü işadamı, Ajda Pekkan , İlhan Karaçay ve eşi otururken Ertuğrul Akbay içeri girer ve yanlarına gelir. Bu, Karaçay ile Akbay’ın arasında başlayacak ikinci yarışın başlama düdüğü olur adeta.
Eurozvizyon Şarkı Yarışması için Türkiye’den gelen kafilenin başkanlığını TRT’nin en ünlü spikerlerinden Bülent Özveren yapmaktadır. Aynı zamanda o yıllarda TRT Hollanda muhabirliği yapan Karaçay, Özveren’e “Bak, bu Ertuğrul Ajda ile ne yapmak isterse bana bildir ha !” diye rica eder.
Karaçay, rakibinin Ajda Pekkan’ı bir camiye götürüp dua ederken fotoğraf çekeceğini öğrenir.
“İyi bir işti” diyor Karaçay… Bunun karşışığında bir şey yapmak zorundadır Karaçay.
O da Ajda’yı alıp Hollanda’nın otantik kasabası Volendam’a götürmeyi planlar ve Bülent Özveren’den bu izni de kopartır.
Fakat evdeki hesap çarşıya uymaz Volendam’a Ajdayı götürme planı iptal olur. Bunun üzerine Karaçay hemen başka bir plan yapar. Volendam’a gönderdiği bir elemanına, Hollanda’nın milli kıyafetlerinden satın aldırp otele getirmesini söyler. Otele yakın olduğu için, Ajda Pekkan’ı Minyatür Park Madurodam’a götürür.. Minyatür Parkta Ajda Pekkan’a Volendam’dan gelen milli kıyafetler giydirilir. Bir yığın fotoğraf çektilir. Daha sonra, konu müzik ve eurovizyon olduğu için, sokakta müzik yapan bir laternacı bulunur. Laternanın başında da Ajda Pakkan’ın boy boy fotoğrafları çekilir. Karaçay’ın fotoğrafları sadece Hürriyet Gazetesi’nde yayınlanmakla kalmaz. Başta Kelebek olmak üzere, Hafta Sonu, TV’de 7 Gün ve Gong dergilerinde birinci sayfadan yayınlanır...
Bütün bunlara rağmen henüz Ajda Pekkan’ın işadamı ile fotoğrafını çekmek için ortam ya da fırsat olmamıştır.
Yarışma fiyasko ile sonuçlanmış, Ajda Pekkan’ın Petrol şarkısı en sonlarda bir yerlerde kendine yer bulmuştu.
Hiçbir gazetecinin fotoğraf çekmeye teşebbüs bile edemediği işadamı….., Ajda Pekkan, İlhan Karaçay ve eşi Jeanne ile, fiyaskoyla sonuçlanan yarışma sonrasında otelin barına gittiler. Barda İşadamı ile Ajda da kederlerinden içtikçe içerler.
Karaçay alkolün etkisiyle kontrolü zayıflayan işadamına hitaben:
“ ….. kardeş bir hatıra fotoğrafı çekilelim mi?”
Alkolün de etkisiyle işadamı cesurca :“Çekin anasını satayım…” der!..
Karaçay, o anda barda dolaşan Hürriyet’in foto muhabiri Zozo Toledo’ya,
“Zozo, gel bir fotoğrafımızı çek.” der.
Zozo, “Çekmem abi” deyince, Karaçay tekrar işadamına seslenerek,“Söyle şuna bir fotoğrafımzı çeksin”.
İşadamı, “Çek lan Zozo” der.
Zozo, “Abi şimdi sarhoşsun, yarın ayıkınca anamı bellersin” dese de
fotoğraflar çekilir, Ajda Pekkan ile ünlü işadamı aynı karede görüntülenmiştir..
Rahmetli Demirkent’in direktifi yerine gelmiş, Ertuğrul Akbay bir kez daha atlatılmıştır.
Sıra, filmi İstanbul’a göndermeye gelmiştir. Karaçay aynı gece Schiphol Havalimanına gider ve zarfı kargoya verir.
Ertesi gün sabah otelde, İlhan Karaçay Ajda ile TRT için çekim yaparken, işadamı da Karaçay’ın eşi Jeanne’ye Türkiye’deki mal varlıklarını anlatmaktadır..
Karaçay röportajı bitirip geri döndüğünde, işadamımızın yatırımları Eskişehir’de kalmıştı.
İşadamı, Karaçay’a “Dün ne oldu Karaçay, fotoğraf çekildi mi?” diye sorar.
Karaçay, “Fotoğraf çekildi ve dün gece kargoya verildi” deyince, işadamı hemen İstanbul’u arar. Verdiği talimat aynen şöyledir: “Bugün gazeteleri dolaşın! Benim ile Ajda’yı görüntüleyen fotoğraflar gitmiş! Çaresine bakın!”
Rahmetli Nezih Demirkent, ertesi günün akşamı Hafta Sonu gazetesinin birinci sayfasını tamamen o fotoğraflarla doldurur. Manşet oldukça manidardır: . “İlhan Karaçay, ünlü işadamı ve Ajda Pekkan’ı işte böyle görüntüledi.”
İşin ilginç yanı, o gazeteden ancak 100 adet basılmasıdır. Nezih bey, sırf iddia kazanmak için bunu yapar. Zaten gazetenin sahibi Erol Simavi bile işe müdahale etmek için baskı sırasında gazeteye bile gelir. Ama Demirkent baskıyı durdurmuştur bile.
Aynı akşam Anadolu’ya gazete götüren tüm kamyonlar durdurlur Anadolu baskıları erken basıldığı için gazeteler erkenden yola çıkmıştır. Zira, o yıllarda gazetelerin dağıtım, nakil işleri de o ünlü işadamının firmaları tarafından yapılıyordu.
Eurovizyon sonrasında İstanbulá giden İlhan Karaçay, foto muhabiri Zozo ile Hilton’da karşılaşır. Zozo, “Ooooo İlhan bey, hoş geldin. Hös geldin ama …. Abi seni bekliyor. Çekmecesinde Haftasonu gazetelerinin hesabını soracak” diye devam eder. Karaçay ünlü ve gizemli işadamı ile buluşur ama en medeni ölçüler içinde ağılanır.
Son olarak; “Kimdi İlhan ağabey o ünlü işadamı?” diye soruyorum
Karaçay yine, “Yavuz!… Yavuz! “ diye adımı iki kez arka arkaya söylüyor.
Belli o ismi vermeyecek.
Benim, “Ama gazeteci olarak bulmam hiç de zor değil abi” sözüm üzerine İlhan Karaçay; ”Yavuz, bunları anlatırken amacım, birilerini deşifre etmek değil, paparazilik yapmak değil. Ben sana gazeteciliğin güzel ve hoş anlarını anlatıyorum” der.
Şimdi devir değişti. Karaçay’ın açıklamadığı o işadamının ismi, şimdilerde sosyal medyada dillendi bile. Internet sayfalarında, Ajda Pekkan ile ilişkisi olan o işadamının, bugün Beşiktaş’ın Başkanı olan Yıldırım Demirören’in babası Erdoğan Demirören olduğu ilan edildi bile. Bu nedenle, İlhan ağabeyin açıklamadığı ismin, benim burada açıklamamın ekstra bir zararı olmayacaktır.
Bakın, Ekşi Sözlük web sayfasında bu konuda hangi satırlar var: “ Erdoğan Demirören. Bir dönemler Ajda Pekkan'la büyük bir aşk yaşadığı dedikoduları ile cemiyet dünyasını sarsan eski kurt.... şimdi ise eşinin dizinin dibinden ayrılmayan süt dökmüş kedi misalidir.... yaşlanıp, torun torba sahibi olduğundandır herhalde....”
Bu öyküde de Karaçay’ın nasıl bir gazeteci olduğu, o dönemlerde bir fotoğraf karesinin bile ne şartlarda ve zorluklar içinde gönderildiğini düşünecek olursak, bugün dijital makineler, diz üstü bilgisayarlar, cep telefonları kameralar, internet ile anında haber, fotoğraf ve video görüntüleri dünyanın öbür ucuna ulaşmakta.
FACEBOOK YORUMLAR