Osmanlı´nın Hudut Birlikleri
Osmanlı´nın Hudut Birlikleri
Editör: Turkinfo.nl
18 Temmuz 2010 - 11:24
Sınırlarımızı korumak için özel birlikler kuruluyor. Osmanlı döneminde hudut birliklerimiz efsanevi akıncılardı. Ancak bunların günümüzden en önemli farkları şimdi kurulması düşünülen birlikler müdafaaya yönelikken, akıncıların taarruz kuvvetleri olmalarıydı.
ÖNCÜ BİRLİKLER
Akıncılar, Rumeli´de serhat boylarına yakın yerlerde otururlar ve zaman zaman düşman topraklarına akınlar yaparlardı. Akıncılar güçlü ve genç yiğitlerden seçilirdi. Akıncı adayı ocağa girebilmek için kendine güvenilir birini kefil göstermek mecburiyetinde idi.
Mihaloğulları, Evrenosoğulları, Turahanoğulları ve Malkoçoğulları gibi meşhur akıncı aileleri vardı. Mihaloğulları Sofya´da, Evrenosoğulları Arnavutluk ve Yunanistan´da, Malkoçoğulları Silistre civarında, Turahanoğulları ise Mora´da bulunurlardı. Akıncılar da bu akıncı ailelerinin adıyla anılırlardı. Bu akıncı ailelerinin emri altındaki akıncılar Rumeli´deki ilk fetihleri yapan birliklerdi.
Akıncılara, vergi muafiyetinin dışında herhangi bir ücret, silah ve teçhizat verilmiyordu. Akıncılar, savaş sırasında ele geçirdikleri ganimetlerle geçiniyorlardı. Silahları genelde kısa kılıç, bozdoğan denen topuz, zırh, kalkan ve mızraktan, çok ender olarak da yay ve oktan oluşuyordu. Akıncıların en önemli silahları özel olarak yetiştirilmiş atlarıydı. Her akıncının bir de yedek atı vardı.
Sefer zamanı akıncılar padişahın çağrısı üzerine kendi komutanlarının emri altında, belirlenen toplanma yerlerine gelirlerdi. Saldırılacak ülkeye ilk olarak akıncılar gönderilirdi. Akıncılar ordunun öncü birlikleriydiler. Genelde ordudan iki üç günlük mesafede önden giderlerdi. Akıncılar düşman topraklarında keşif faaliyetlerinde bulunurlar, ordunun geçeceği yol, geçit ve köprüleri emniyete alırlardı. Yakaladıkları esirlerden aldıkları bilgilerle orduya istihbarat sağlarlardı.
DÜŞMANIN KORKULU RÜYASI
Akıncılar girdikleri ülkelerde küçük gruplara ayrılarak yağma ve tahrip faaliyetlerinde bulunurlardı. On bin kişilik bir akıncı birliği beşer kişilik iki bin vurucu tim hâlinde düşman ülkesine girerek, her tarafı tahrip edip, korku salardı. Küçük birlikler hâlinde oldukları için yakalanmaları ve engellenmeleri de kolay değildi.
Fatih döneminde Venedik´le savaşılırken akıncılar Tagliamento ve İsonzo nehirleri arasındaki ovaları bir ateş denizine çevirip, İstirya Alpleri´ne kadar her yerde korku ve dehşet salmışlardı. Akıncılar temas ettikleri tüm ülkeleri ateş ve kılıçla harap ederlerdi. Akıncılara direnmek neredeyse mümkün değildi. Asla düzenli bir mücadeleye girişmezler, med-cezir gibi gidip gelirlerdi.
16. Yüzyıl´ın sonlarından itibaren Avrupa´da askeri sistemde bazı tarihçiler tarafından "askeri devrim" diye adlandırılan değişiklikler meydana geldi. Tüfeğin kullanılışlı hâle gelmesiyle, dikdörtgen hâlinde oluşturulmuş kontramarş taktiği izleyen tüfekli piyade birlikleri muharebelerde ateş gücü üstünlükleriyle çok etkili oldular. Yeni askeri sistem gereği ok ve kılıçla savaşan süvarinin yerini tüfekli piyade aldı. Osmanlı ordusunun ağırlığını teşkil eden Tımarlı Sipahiler ve akıncılar Avusturya piyadesi karşısında etkisiz kaldılar. Bu yüzden zamanla akıncı ve Tımarlı Sipahi birliklerinin yerini Saruca-Sekban adı verilen tüfekli piyade birlikleri aldı.
BEKÂR ASKERLER
Terörle mücadelede kurulacak olan özel birliklere alınacak kişilerin bekar olmalarına öncelik verilecek. Osmanlı döneminde de profesyonel askerliğin en önemli şartı askerlerin evlenmemeleriydi.
Yeniçeri ocağında görev yapanların evlenmeleri yasaktı. Bu kural, yeniçerilerin niteliğine ve ruhuna tamamen uygundu. Varlığının ve sürekliliğinin, manevî kuvvetinin ve gücünün ilk ve vazgeçilmez şartı idi. Ailenin getirdiği ve insanı topluma bağlayan tüm sorumluluklardan ve taleplerden uzak olduklarından dolayı yalnızca kendileri ve tek efendileri olan padişah, bağımsızlıkları ve gururları, şan ve şöhretleri için yaşarlardı.
Yeniçeriler kendilerine yapılan ve oda adı verilen kışlalarda hayatlarını sürdürürlerdi. Yeniçeriler bölükbaşı, yayabaşı veya ocak zabitliğine yükselmeyince evlenemezlerdi. Bu kural 16. Yüzyıl´ın başlarında bozuldu. Yavuz Sultan dönemi vezir ve veziriazamlarından Yunus Paşa´nın yeniçeri ocağında bulunan kardeşi evlenmek için ağabeyi vasıtasıyla sultana müracaat etti ancak kabul edilmedi. Fakat Yunus Paşa daha sonra bir yolunu bulup Yavuz´u ikna ederek kardeşini evlendirdi.
16. Yüzyıl´ın sonlarından itibaren yeniçerilerin evlenmeleri yaygınlık kazandı. Evli yeniçeriler bekâr olanlardan kıyafetleri ile ayrılıyorlardı. Gösterişli bir kemerle bir arada tutulan daha uzun ve daha değerli bir kaftan giyiyorlardı. Daha büyük itibarın göstergesi olarak da silahların yerine uzun bir asa taşırlardı.
Yeniçerilerin evlenmeleriyle seferler sırasında hayatlarını kaybeden babalarının yerine kullanılabilecek kadar çok sayıda ve yaşta oğullarından oluşan yeni bir grup ortaya çıktı. Yeniçeri çocuklarının ocağa alınmalarıyla bu kurumun asıl karakteri değişti.
Erhan Afyoncu/ Bugün
ÖNCÜ BİRLİKLER
Akıncılar, Rumeli´de serhat boylarına yakın yerlerde otururlar ve zaman zaman düşman topraklarına akınlar yaparlardı. Akıncılar güçlü ve genç yiğitlerden seçilirdi. Akıncı adayı ocağa girebilmek için kendine güvenilir birini kefil göstermek mecburiyetinde idi.
Mihaloğulları, Evrenosoğulları, Turahanoğulları ve Malkoçoğulları gibi meşhur akıncı aileleri vardı. Mihaloğulları Sofya´da, Evrenosoğulları Arnavutluk ve Yunanistan´da, Malkoçoğulları Silistre civarında, Turahanoğulları ise Mora´da bulunurlardı. Akıncılar da bu akıncı ailelerinin adıyla anılırlardı. Bu akıncı ailelerinin emri altındaki akıncılar Rumeli´deki ilk fetihleri yapan birliklerdi.
Akıncılara, vergi muafiyetinin dışında herhangi bir ücret, silah ve teçhizat verilmiyordu. Akıncılar, savaş sırasında ele geçirdikleri ganimetlerle geçiniyorlardı. Silahları genelde kısa kılıç, bozdoğan denen topuz, zırh, kalkan ve mızraktan, çok ender olarak da yay ve oktan oluşuyordu. Akıncıların en önemli silahları özel olarak yetiştirilmiş atlarıydı. Her akıncının bir de yedek atı vardı.
Sefer zamanı akıncılar padişahın çağrısı üzerine kendi komutanlarının emri altında, belirlenen toplanma yerlerine gelirlerdi. Saldırılacak ülkeye ilk olarak akıncılar gönderilirdi. Akıncılar ordunun öncü birlikleriydiler. Genelde ordudan iki üç günlük mesafede önden giderlerdi. Akıncılar düşman topraklarında keşif faaliyetlerinde bulunurlar, ordunun geçeceği yol, geçit ve köprüleri emniyete alırlardı. Yakaladıkları esirlerden aldıkları bilgilerle orduya istihbarat sağlarlardı.
DÜŞMANIN KORKULU RÜYASI
Akıncılar girdikleri ülkelerde küçük gruplara ayrılarak yağma ve tahrip faaliyetlerinde bulunurlardı. On bin kişilik bir akıncı birliği beşer kişilik iki bin vurucu tim hâlinde düşman ülkesine girerek, her tarafı tahrip edip, korku salardı. Küçük birlikler hâlinde oldukları için yakalanmaları ve engellenmeleri de kolay değildi.
Fatih döneminde Venedik´le savaşılırken akıncılar Tagliamento ve İsonzo nehirleri arasındaki ovaları bir ateş denizine çevirip, İstirya Alpleri´ne kadar her yerde korku ve dehşet salmışlardı. Akıncılar temas ettikleri tüm ülkeleri ateş ve kılıçla harap ederlerdi. Akıncılara direnmek neredeyse mümkün değildi. Asla düzenli bir mücadeleye girişmezler, med-cezir gibi gidip gelirlerdi.
16. Yüzyıl´ın sonlarından itibaren Avrupa´da askeri sistemde bazı tarihçiler tarafından "askeri devrim" diye adlandırılan değişiklikler meydana geldi. Tüfeğin kullanılışlı hâle gelmesiyle, dikdörtgen hâlinde oluşturulmuş kontramarş taktiği izleyen tüfekli piyade birlikleri muharebelerde ateş gücü üstünlükleriyle çok etkili oldular. Yeni askeri sistem gereği ok ve kılıçla savaşan süvarinin yerini tüfekli piyade aldı. Osmanlı ordusunun ağırlığını teşkil eden Tımarlı Sipahiler ve akıncılar Avusturya piyadesi karşısında etkisiz kaldılar. Bu yüzden zamanla akıncı ve Tımarlı Sipahi birliklerinin yerini Saruca-Sekban adı verilen tüfekli piyade birlikleri aldı.
BEKÂR ASKERLER
Terörle mücadelede kurulacak olan özel birliklere alınacak kişilerin bekar olmalarına öncelik verilecek. Osmanlı döneminde de profesyonel askerliğin en önemli şartı askerlerin evlenmemeleriydi.
Yeniçeri ocağında görev yapanların evlenmeleri yasaktı. Bu kural, yeniçerilerin niteliğine ve ruhuna tamamen uygundu. Varlığının ve sürekliliğinin, manevî kuvvetinin ve gücünün ilk ve vazgeçilmez şartı idi. Ailenin getirdiği ve insanı topluma bağlayan tüm sorumluluklardan ve taleplerden uzak olduklarından dolayı yalnızca kendileri ve tek efendileri olan padişah, bağımsızlıkları ve gururları, şan ve şöhretleri için yaşarlardı.
Yeniçeriler kendilerine yapılan ve oda adı verilen kışlalarda hayatlarını sürdürürlerdi. Yeniçeriler bölükbaşı, yayabaşı veya ocak zabitliğine yükselmeyince evlenemezlerdi. Bu kural 16. Yüzyıl´ın başlarında bozuldu. Yavuz Sultan dönemi vezir ve veziriazamlarından Yunus Paşa´nın yeniçeri ocağında bulunan kardeşi evlenmek için ağabeyi vasıtasıyla sultana müracaat etti ancak kabul edilmedi. Fakat Yunus Paşa daha sonra bir yolunu bulup Yavuz´u ikna ederek kardeşini evlendirdi.
16. Yüzyıl´ın sonlarından itibaren yeniçerilerin evlenmeleri yaygınlık kazandı. Evli yeniçeriler bekâr olanlardan kıyafetleri ile ayrılıyorlardı. Gösterişli bir kemerle bir arada tutulan daha uzun ve daha değerli bir kaftan giyiyorlardı. Daha büyük itibarın göstergesi olarak da silahların yerine uzun bir asa taşırlardı.
Yeniçerilerin evlenmeleriyle seferler sırasında hayatlarını kaybeden babalarının yerine kullanılabilecek kadar çok sayıda ve yaşta oğullarından oluşan yeni bir grup ortaya çıktı. Yeniçeri çocuklarının ocağa alınmalarıyla bu kurumun asıl karakteri değişti.
Erhan Afyoncu/ Bugün
FACEBOOK YORUMLAR