Mümkün olan her türlü engeli koyduk
Mümkün olan her türlü engeli koyduk
Editör: Turkinfo.nl
12 Temmuz 2011 - 19:53
İspanya´da yayımlanan La Vanguardia gazetesi,´´günümüzün Türkiye´sinin atası Mustafa Kemal Atatürkün belirlediği çizgide, yıllardır Avrupalı olmak için yalvardıktan sonra, tekrar Osmanlı olmak istiyor. Avrupalı olmak istiyorlardı ve biz onlara izin vermedik. Sivil otoritenin askerî otorite üzerindeki üstünlüğü veya devletin dinî karakteri gibi bizim için çok belirgin konuları halletmeleri gerektiği doğrudur. Bu istekleri konusunda asla bize açık şeyler söylemediler. Ancak biz, önlerine Avrupa olarak özellikle de -Fransa ve Almanya- mümkün olan bütün engelleri koyduk. Sonuç aşikârdır: Türkiye, geleceğini artık Avrupada görmüyor´´ değerlendirmesinde bulundu.
La Vanguardia´nın Türkiye analizi şöyle:
Josep Pique
Coğrafya değişmez, hep vardır. Şu iki görüşe bakılmaksızın milletlerin dış politikalarını yorumlamak imkânsızdır: Coğrafya, komşuluğu ve stratejik çıkarları tayin ederken tarih ise müttefikleri, hasımları ve ihtirasları işaret eder.
Örnekler çoktur. Rusya, her zaman, Baltık kıyılarını genişletmek ve aynı zamanda Karadenizi kontrol etmek, Kafkasyayı ve Hazarı yönetimi altında bulundurmak, Orta Asyayı denetimi altına alarak sonrasında Sibiryayı Japon Denizi´ne kadar topraklarına dâhil etmek ve her zaman Orta ve Doğu Avrupayı hegemonyasında tutmak arzusunda oldu.
Çar Büyük Petro ve Çariçe Katerina, bu imparatorluk hayalinin açık bir şekilde temsilcileri oldular. Fakat bu paradoksal hırs, Bolşevik devriminden sonra Sovyetler Birliğinin (yirmi sene önce on beş ülkeye ayrıldı) kurulması ve uydu ülkeler diye adlandırılan devletlerin politik bağlılığı ile -Brejnevin ünlü deyişiyle sınırlı egemenlik- Varşova Paktı adı altında son buldu.
Belirgin örneklerle devam edecek olursak izole adaJaponya, komşuları olan Rusya ve Koreye karşı yaşam alanı aradı. Sonrasında Pasifike doğru açıldı ve sonrasında da geçen yüzyılın ortalarında Birleşik Devletler ile çarpıştı ve bu her ikisine de çok pahalıya mal oldu. Özellikle Japonlar, Hiroşima ve Nagazaki trajedileri ile bunu çok pahalıya ödediler. Birleşme sonrasında hepimizin bildiği korkunç sonuçlarıyla "yaşam alanı (lebenstraum)" arayan Almanya gibi.
Diğer bir örnek de Büyük Britanya için bir tehdit olabilecek (İspanya, Fransa veya Almanya gibi) ve deniz üstünlüğü ile deniz yollarının kontrolünü problem hâline getirebilecek bir Avrupa devletinin güçlenmesi ihtimalini zayıflatma amaçlı İngiliz siyasetidir. Sömürge siyasetine bakarsak önemli olanın, Cebelitarıktan Mayorkaya, Maltaya veya Kıbrısa kadar olan bu kontrolü garanti altına almak olduğunu görürüz. Tarihte birçok örnek var. Güneydoğu Asyadaki Endonezyadan, Güney Amerikadaki Brezilyadan veya Afrikadaki Güney Afrika Devleti´nden bahsedebiliriz.
Ancak bugün sizlere tarihin tekerrür ettiği başka bir olaydan bahsetmek isterim. Türkiyeyi kastediyorum. Neredeyse yüz yıldır çöküşte olan ama bugün gelişen bir ülke. Avrupa, onu küçümseyerek ve düşüncesiz bir şekilde, bazıları doğru bazıları yanlış bin bir bahane ile ona kapılarını kapattı. Buna hemen geri döneceğim. Fakat şimdi tarihi hatırlatmakta fayda var. Çünkü tarihî olarak Müslüman dünyasının birleştirici bir unsuru olan Osmanlı İmparatorluğu, hiç şüphesiz yüzyıllar boyunca Anadolu´dan çıkan mükemmel bir siyasi varlık oldu: Babıaliden yönetilen imparatorluk.
Muhtemelen de biz Avrupalılar, 1453te Bizansın çökmesinden 18. yüzyıla kadar Osmanlıların, Küçük Asyaya, Kuzey Afrikaya, Orta Doğudan Cezayir, Mezopotamya, Kızıl Deniz, Arap Yarımadası (Mekke dâhil), Karadeniz ve Avrupanın büyük bir bölümüne (Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Ermenistan ve Macaristan ile elbette ki Balkanlar) kadar hâkim olduklarını unuttuk. Osmanlı yayılması, 16. yüzyılda Muhteşem Süleyman döneminde, Viyana ve Venedik kapılarına kadar vardı. O zamana kadar durdurulamayan Türk yayılmacılığının önünü kesmekten başka bir sonuç getirmese de İspanya, Papalık ve Venedik ittifakından oluşan filo, 1571de, Korinthos Körfezindeki Lepantoda Türkleri yendi.
Yayılmacılık, sadece askerî açıdan değil hiç şüphesiz dinî açıdan da oldu. Aynı zamanda ekonomik, siyasi, ideolojik ve kültüreldi. Bir hegemonya iradesinin açık tezahürü. Ek bir bulgu daha: Boyunduruğu altındaki Arap dünyasıyla birlikte Şiilik karşısında Sünniliği savunarak Pers (bugünkü İran) tehdidine karşı koymak
Habsburgların Avusturya-Macaristan İmparatorluğuna, Çarlık Rusyasına, Perslere (İran) ve net olarak da Katolik Avrupaya karşı koyarak... Arapların bakış açısıyla, Osmanlılara karşı verilen savaştan başka bir şey olmayan Haçlılara karşı durarak.
Tarih tekerrür ediyor. Çünkü bugün Türkiye, zamanında Osmanlı İmparatorluğunun çöküşünün ve Birinci Dünya Savaşının kaybeden güçleriyle ittifakının ardından günümüzün Türkiye´sinin atası Mustafa Kemal Atatürkün belirlediği çizgide, yıllardır Avrupalı olmak için yalvardıktan sonra, tekrar Osmanlı olmak istiyor. Avrupalı olmak istiyorlardı ve biz onlara izin vermedik. Sivil otoritenin askerî otorite üzerindeki üstünlüğü veya devletin dinî karakteri gibi bizim için çok belirgin konuları halletmeleri gerektiği doğrudur. Bu istekleri konusunda asla bize açık şeyler söylemediler. Ancak biz, önlerine Avrupa olarak özellikle de -Fransa ve Almanya- mümkün olan bütün engelleri koyduk. Sonuç aşikârdır: Türkiye, geleceğini artık Avrupada görmüyor. Bunu, tarihteki yerini yeniden elde etmekte görüyor. Hegemonyasını Arap ve Müslüman dünyasına yayarak ve diğer ülkeler için ayna olarak... İnşallah Tunus veya Mısır için öyle olur. Ancak önemli olan Türkiyenin yüzde 9 büyümesi ve yeniden büyük bir güç olacağıdır.
Avrupalı olmasını istemediğimiz için -ki büyük hata- onu, Batının yanına çekelim. Umarım henüz vaktimiz vardır.
La Vanguardia´nın Türkiye analizi şöyle:
Josep Pique
Coğrafya değişmez, hep vardır. Şu iki görüşe bakılmaksızın milletlerin dış politikalarını yorumlamak imkânsızdır: Coğrafya, komşuluğu ve stratejik çıkarları tayin ederken tarih ise müttefikleri, hasımları ve ihtirasları işaret eder.
Örnekler çoktur. Rusya, her zaman, Baltık kıyılarını genişletmek ve aynı zamanda Karadenizi kontrol etmek, Kafkasyayı ve Hazarı yönetimi altında bulundurmak, Orta Asyayı denetimi altına alarak sonrasında Sibiryayı Japon Denizi´ne kadar topraklarına dâhil etmek ve her zaman Orta ve Doğu Avrupayı hegemonyasında tutmak arzusunda oldu.
Çar Büyük Petro ve Çariçe Katerina, bu imparatorluk hayalinin açık bir şekilde temsilcileri oldular. Fakat bu paradoksal hırs, Bolşevik devriminden sonra Sovyetler Birliğinin (yirmi sene önce on beş ülkeye ayrıldı) kurulması ve uydu ülkeler diye adlandırılan devletlerin politik bağlılığı ile -Brejnevin ünlü deyişiyle sınırlı egemenlik- Varşova Paktı adı altında son buldu.
Belirgin örneklerle devam edecek olursak izole adaJaponya, komşuları olan Rusya ve Koreye karşı yaşam alanı aradı. Sonrasında Pasifike doğru açıldı ve sonrasında da geçen yüzyılın ortalarında Birleşik Devletler ile çarpıştı ve bu her ikisine de çok pahalıya mal oldu. Özellikle Japonlar, Hiroşima ve Nagazaki trajedileri ile bunu çok pahalıya ödediler. Birleşme sonrasında hepimizin bildiği korkunç sonuçlarıyla "yaşam alanı (lebenstraum)" arayan Almanya gibi.
Diğer bir örnek de Büyük Britanya için bir tehdit olabilecek (İspanya, Fransa veya Almanya gibi) ve deniz üstünlüğü ile deniz yollarının kontrolünü problem hâline getirebilecek bir Avrupa devletinin güçlenmesi ihtimalini zayıflatma amaçlı İngiliz siyasetidir. Sömürge siyasetine bakarsak önemli olanın, Cebelitarıktan Mayorkaya, Maltaya veya Kıbrısa kadar olan bu kontrolü garanti altına almak olduğunu görürüz. Tarihte birçok örnek var. Güneydoğu Asyadaki Endonezyadan, Güney Amerikadaki Brezilyadan veya Afrikadaki Güney Afrika Devleti´nden bahsedebiliriz.
Ancak bugün sizlere tarihin tekerrür ettiği başka bir olaydan bahsetmek isterim. Türkiyeyi kastediyorum. Neredeyse yüz yıldır çöküşte olan ama bugün gelişen bir ülke. Avrupa, onu küçümseyerek ve düşüncesiz bir şekilde, bazıları doğru bazıları yanlış bin bir bahane ile ona kapılarını kapattı. Buna hemen geri döneceğim. Fakat şimdi tarihi hatırlatmakta fayda var. Çünkü tarihî olarak Müslüman dünyasının birleştirici bir unsuru olan Osmanlı İmparatorluğu, hiç şüphesiz yüzyıllar boyunca Anadolu´dan çıkan mükemmel bir siyasi varlık oldu: Babıaliden yönetilen imparatorluk.
Muhtemelen de biz Avrupalılar, 1453te Bizansın çökmesinden 18. yüzyıla kadar Osmanlıların, Küçük Asyaya, Kuzey Afrikaya, Orta Doğudan Cezayir, Mezopotamya, Kızıl Deniz, Arap Yarımadası (Mekke dâhil), Karadeniz ve Avrupanın büyük bir bölümüne (Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Ermenistan ve Macaristan ile elbette ki Balkanlar) kadar hâkim olduklarını unuttuk. Osmanlı yayılması, 16. yüzyılda Muhteşem Süleyman döneminde, Viyana ve Venedik kapılarına kadar vardı. O zamana kadar durdurulamayan Türk yayılmacılığının önünü kesmekten başka bir sonuç getirmese de İspanya, Papalık ve Venedik ittifakından oluşan filo, 1571de, Korinthos Körfezindeki Lepantoda Türkleri yendi.
Yayılmacılık, sadece askerî açıdan değil hiç şüphesiz dinî açıdan da oldu. Aynı zamanda ekonomik, siyasi, ideolojik ve kültüreldi. Bir hegemonya iradesinin açık tezahürü. Ek bir bulgu daha: Boyunduruğu altındaki Arap dünyasıyla birlikte Şiilik karşısında Sünniliği savunarak Pers (bugünkü İran) tehdidine karşı koymak
Habsburgların Avusturya-Macaristan İmparatorluğuna, Çarlık Rusyasına, Perslere (İran) ve net olarak da Katolik Avrupaya karşı koyarak... Arapların bakış açısıyla, Osmanlılara karşı verilen savaştan başka bir şey olmayan Haçlılara karşı durarak.
Tarih tekerrür ediyor. Çünkü bugün Türkiye, zamanında Osmanlı İmparatorluğunun çöküşünün ve Birinci Dünya Savaşının kaybeden güçleriyle ittifakının ardından günümüzün Türkiye´sinin atası Mustafa Kemal Atatürkün belirlediği çizgide, yıllardır Avrupalı olmak için yalvardıktan sonra, tekrar Osmanlı olmak istiyor. Avrupalı olmak istiyorlardı ve biz onlara izin vermedik. Sivil otoritenin askerî otorite üzerindeki üstünlüğü veya devletin dinî karakteri gibi bizim için çok belirgin konuları halletmeleri gerektiği doğrudur. Bu istekleri konusunda asla bize açık şeyler söylemediler. Ancak biz, önlerine Avrupa olarak özellikle de -Fransa ve Almanya- mümkün olan bütün engelleri koyduk. Sonuç aşikârdır: Türkiye, geleceğini artık Avrupada görmüyor. Bunu, tarihteki yerini yeniden elde etmekte görüyor. Hegemonyasını Arap ve Müslüman dünyasına yayarak ve diğer ülkeler için ayna olarak... İnşallah Tunus veya Mısır için öyle olur. Ancak önemli olan Türkiyenin yüzde 9 büyümesi ve yeniden büyük bir güç olacağıdır.
Avrupalı olmasını istemediğimiz için -ki büyük hata- onu, Batının yanına çekelim. Umarım henüz vaktimiz vardır.
FACEBOOK YORUMLAR