Hollanda'nın UCM ikilemi: Hukukun üstünlüğü mü, diplomatik dengeler mi?
İsrail'in tehditleri karşısında Hollanda'nın etkisiz kalması, ülkenin uluslararası kuruluşlar için güvenilir bir ev sahibi olma statüsünü tehlikeye atıyor.
Maastricht Üniversitesi Uluslararası Hukuk Bölümünden Selman Aksünger, İsrail'in UCM’nin yargı sürecine müdahale etmesi sonrası, Hollanda mahkemelerinin İsrail'e yönelik atacağı hukuki adımın önemini AA Analiz için kaleme aldı.
***
Uluslararası Ceza Mahkemesine (UCM) yönelik İsrail’den gelen tehditler ve baskılar, Hollanda'yı zorlu bir hukuki ve diplomatik ikilemle karşı karşıya bırakıyor. İsrail'in UCM'ye ve diğer uluslararası kuruluşlara yönelik saldırgan tutumu, ev sahibi ülke Hollanda'yı UCM’yi ve uluslararası hukuk sisteminin temellerini koruma yükümlülüğü ile İsrail’le mevcut diplomatik ilişkilerini sürdürme arzusu arasında bırakıyor.
İsrail'in UCM yargı sürecine müdahale girişimleri, uluslararası hukuk açısından ciddi ihlaller olarak değerlendiriliyor. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, UCM soruşturmasına müdahaleyi dolaylı olarak teşvik etmesinin ardından, söylemini daha da sertleştirerek, UCM'yi "suçluların ve teröristlerin silahı", UCM Savcısı Kerim Han'ı ise "saf antisemitizm" ile itham etti.
Filistin’de işlenen suçların cezalandırılması için UCM’ye ne kadar ihtiyaç varsa, bağımsız bir yargı organı olduğunu ispat etmek için UCM’nin de Filistin’e en az o kadar ihtiyacı var.
İsrail istihbarat ajanslarının UCM'ye ve yetkililerine yönelik 9 yıl süren bir casusluk ve gözetleme kampanyası yürüttüğü iddiaları, UCM'nin Filistin soruşturmasına ve mahkemenin tarafsızlığına gölge düşürüyor. Eski Mossad Başkanı Yossi Cohen'in UCM Başsavcısı Fatou Bensouda'yı tehdit ettiği iddiaları, mahkemenin bağımsızlığına saldırı olup, Roma Statüsü'nün 70. maddesi kapsamındaki "adaletin sağlanmasına karşı işlenen suçlar" kapsamında cezai yaptırım gerektiriyor. Hollanda'nın, UCM’nin kendisine karşı işlenen ve daha önce açıklayamadığı bu suçları soruşturması bekleniyor.
UCM ile Hollanda arasındaki anlaşmanın 7. maddesi, Hollanda'ya mahkemenin güvenliğini sağlama yükümlülüğü getiriyor. Ancak İsrail'in tehditleri karşısında Hollanda'nın etkisiz kalması, ülkenin uluslararası kuruluşlar için güvenilir bir ev sahibi olma statüsünü tehlikeye atıyor. Hollandalı adli makamlar durumu bilmelerine rağmen kendiliğinden harekete geçmezken, Hollandalı Avukat Barbara van Straaten'ın 20 Filistinli adına Hollanda savcılığına yaptığı başvuru, UCM'ye yönelik tehditlerin araştırılması için kritik bir adım olarak öne çıkıyor. Hollanda Savcılığının açacağı muhtemel soruşturma, mahkemeye şantaj ve sabotaj yapan İsrailli yetkililerin cezalandırılması, diplomatik yaptırımlar uygulanması ve UCM'nin güvenliğinin artırılması için yeni önlemler alınması noktasında imkan sağlayabilir. UCM, Hollanda makamlarıyla işbirliğine hazır olduğunu açıklarken ülkedeki adli makamların soruşturmayı ne kadar ilerletebileceği de belirsizliğini koruyor.
Hollanda Savcılığının açacağı muhtemel soruşturma, mahkemeye şantaj ve sabotaj yapan İsrailli yetkililerin cezalandırılması, diplomatik yaptırımlar uygulanması ve UCM'nin güvenliğinin artırılması noktasında imkan sağlayabilir.
İsrail’in eylemleri Batılı ülkeleri de zorluyor
Batılı devletler, Rusya ve Filipinler’in UCM'ye saldırılarını kınarken, İsrail'in şantajına sessiz kalarak çifte standart uyguluyor. Bu tutum, Batılı devletlerin övünerek inşa ettikleri "kurala dayalı uluslararası hukuk düzeni"nin, İsrail'in suçlarını örtbas etmek uğruna feda edilebileceğini gösteriyor.
Afganistan'daki yönetimi, kadın haklarını korumadığı takdirde Uluslararası Adalet Divanı'nda (UAD) dava açmakla tehdit eden Hollanda'nın, kendi topraklarında gerçekleşen ve UCM'yi hedef alan tehditlere karşı sessiz kalması, büyük bir çelişki oluşturuyor. Bu durum, Hollanda'nın insan hakları ve uluslararası hukuk konusundaki samimiyetini sorgulatıyor.
İsrail'in UCM'ye ve diğer uluslararası kurumlara yönelik saldırıları, küresel hukuk düzenini tehdit ediyor. Bu durum, özellikle Batılı ülkelerin uluslararası hukuka olan bağlılıklarını test ediyor.
İsrail'in hukuka aykırı saldırıları, sadece Orta Doğu'daki devletleri ve Birleşmiş Milletler (BM) kuruluşlarını değil, doğrudan Batılı ülkeleri de hedef alıyor. Bu durum, İsrail'in neden acilen durdurulması gerektiğini gözler önüne seriyor; aksi takdirde, İsrail'in eylemleri sadece uluslararası sistemi çökertmekle kalmayacak, bu sistemi kuran Batılı ülkeleri de beraberinde sürükleyecek.
Filistin soruşturması: UCM’nin son meşruiyet sınavı
UCM’nin Filistin soruşturması, mahkemenin siyasi baskılara karşı sağlam durabildiğini ve aynı zamanda ayrım gözetmeksizin mağdurlara adalet sağlayabildiğini gösterme fırsatı sunuyor. Ön Yargılama Dairesinin yaklaşık 5 aydır beklettiği tutuklama kararı, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve İsrail’den gelen tehditlere boyun eğildiği endişesi uyandırırken, mahkemenin daha önceki uygulamalarıyla defalarca zedelediği meşruiyetini teyit edebilmesi için belki de son fırsat anlamına geliyor. Belirtmek gerekir ki, Filistin’de işlenen suçların cezalandırılması için UCM’ye ne kadar ihtiyaç varsa, bağımsız bir yargı organı olduğunu ispat etmek için UCM’nin de Filistin’e en az o kadar ihtiyacı var.
Mahkeme şu anda kritik bir seçimle karşı karşıya; ya dış müdahalelere direnerek Netanyahu ve İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkındaki tutuklama talebini onaylayacak ya da ABD, İngiltere, Almanya gibi devletlerin baskılarına boyun eğerek meşruiyetini daha da sorgulanır hale getirecek. Mahkemenin bağımsız bir yargı organı olarak işlev görme yeteneği, bu ikilemde alacağı karara bağlı.
İsrail, kendisini desteklemeyen kuruluşlara da savaş açtı
İsrail'in BM'ye ve diğer uluslararası kuruluşlara yönelik saldırıları, sistematik bir strateji izlediğini gösteriyor. UCM'nin yanı sıra, İsrail'in BM şartını hiçe sayması, Birleşmiş Milletler Yakın Doğu'daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansına (UNRWA) saldırması ve BM Genel Sekreteri Antonio Guterres'i "istenmeyen adam" ilan etmesi, uluslararası hukuku reddettiğini ve suçlarını araştıran kurumlara da savaş açtığını ortaya koyuyor. BM raportörlerinin, "Kendilerini hukukun üstünlüğünün şampiyonları olarak gören ülkelerin, uluslararası bir mahkemeyi sindirmeye çalıştığını görmek şok edici" şeklindeki açıklaması, durumun vahametini gözler önüne seriyor. Bu açıklama, aynı zamanda uluslararası toplumun İsrail'in eylemlerine karşı sessiz kalmasına yönelik bir eleştiri niteliği taşıyor.
Sonuç olarak, İsrail'in UCM'ye ve diğer uluslararası kurumlara yönelik saldırıları, küresel hukuk düzenini tehdit ediyor. Bu durum, özellikle Batılı ülkelerin uluslararası hukuka olan bağlılıklarını test ediyor. Hollanda'nın UCM'yi koruma konusundaki tutumu, diğer uluslararası kuruluşların güvenliği ve bağımsızlığı açısından belirleyici olacak. Zira UCM’nin yalnız bırakıldığı bir durumda, benzer tehdit ve şantaj kaygıları sebebiyle UAD veya diğer mekanizmalardan da bağımsız ve güvenilir karar çıkması zorlaşacak. Bu nedenle, başta Hollanda olmak üzere tüm ülkelerin, uluslararası hukukun üstünlüğünü korumak için somut adımlar atması gerekiyor. Aksi takdirde, İsrail'in hukuk tanımaz tutumu, uluslararası kurumların son 70 yıldaki küresel adalet alanındaki kazanımlarını temelden sarsacak.
[Selman Aksünger, Maastricht Üniversitesi Uluslararası Hukuk Bölümü]
*Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.
FACEBOOK YORUMLAR