Hollanda Başbakanı'na şamar gibi mektup

Hollanda Başbakanı Rutte'nin oy toplamak için gazetelerde yayınlattığı tam sayfa ilan, Hollanda'da günün konusu oldu Türk Sivil Toplum Kuruluşları'ndan tepkiler yükselirken, Veyis Güngör'ün, Ahmed Yesevi kitabı ile birlikte Başbakan'a gönderdiği mektup, siyaset dünyasını karıştırdı

Hollanda Başbakanı'na şamar gibi mektup
Editör: Turkinfo.nl
26 Şubat 2017 - 19:16

Hollanda Başbakanı Mark Rutte'nin, 15 Mart'ta yapılacak olan genel seçimler çerçevesinde tüm gazetelere tam sayfa olarak verdiği ilan, Hollanda'da son günlerin en çok konuşulan konusu oldu.

Partisi Hürriyetçi Liberal parti VVD'ye oy toplayabilmek için, popülist ırkçı siyasetçilere özenen Başbakan Rutte'nin, ilanda sarfettiği sözler, sadece yabancılar arasında değil, diğer kesimlerde de eleştiri konusu oldu.



Tam sayfa ilanda, yabancıları kastederek, 'Hollanda'daki toplumsal yaşama ayak uyduramayanlar çekip gitsinler' anlamında cümleler kuran Mark Rutte'ye Türk Sivil Toplum Kuruluşlarından büyük tepki geldi. Hollanda Türkiyeli İşçiler Birliği adına yapılan açıklamada, Başbakan Rutte'nin sarfettiği sözlerin yenilir içilir cinsten olmadığı vurgulandı ve Başbakan'ın geri dönüş yapması istendi.



Amsterdam'da kurulu olan Türkevi Araştırmalar Merkezi başkanı Veyis Güngör ise Başbakan Rutte'ye direkt bir mektup gönderdi. Hem de çok şeyden ders alması için Ahmed Yesevi kitabı ile birlikte...



Sayın Rutte,



Hafta başında, ‘Tüm Hollandalılara’ başlığı ile yayınlanan mektubunuzu büyük bir hayretle gazetelerde okuduk. Bir çok Hollandalı gibi, kullandığınız kelimeler bizi de ürküttü. ‘Ülkemizi temelden ret ediyorsan, ülkemizi terk etmeni isterim’, ‘Normal davran veya çek git’ gibi cümleler, toplumumuz için tehlikeli cümlelerdir. ‘Normal davranmak’tan ne anlaşılacağı da ayrı bir konudur. Kullandığınız kelimeler, göçmen kökenli Hollandalılar'ın toplumsal sorunlar hakkında söz söylemeye hakları yokmuş gibi anlaşılmaktadır. Zira ‘sıradan Hollandalıları ırkçı ilan edemezsiniz’ diyorsunuz.



Gerçekten. Sık sık sorumluluktan bahseden, örnek veren bir Başbakana bu açıklama yakışmadı. Nihai hedef olarak toplumumuzu, 'katılımcı toplum' olarak nitelendirdiniz, ama şimdi bize 'kenarda durun' diyorsunuz. Katılımcı toplumdan anladığımız; birbirini seyretmek değil, tam bir vatandaş olarak katkıda bulunmaktır.

Ama siz diyorsunuz ki, 'Toplumumuzu ilgilendiren tartışmalara katılmayın.'

Bunu yaptığımız zaman da, uyumsuz yeni Hollandalılar olarak kenara itiliyoruz. Cümlelerinizden şunu okuyoruz: ‘Biz ne söylersek yapın, şikayet etmeyin, eğer bunları yaparsanız burada işiniz yok’.

Bu yaklaşım, heterojen Hollanda toplumuna uymamaktadır.



Türkevi Derneği olarak, çeyrek yüzyıldır Hollanda toplumuna olumlu katkılar yapmaya gayret ediyoruz. Somut olarak, siz ister beğenin ister beğenmeyin Hollandalı Türkler'in Hollanda toplumuna entegrasyonuyla uğraşıyoruz. 1992 yılında Amsterdam’ın bir belediyesinde derneğimizi kurduk, şu anda uluslararası bir kuruluş haline geldik. Örnek vermek gerekirse; çeyrek yüzyılda 1300’ü aşan faalliyet ve proje gerçekleştirdik. 111 kitap yayınladık. Zaman zaman çok zor anlar yaşadık. Projelerimiz belediye ve diğer kurumlar tarafından çoğu kez reddedildi. Suçlandık, çamur attılar, hakkımızda asılsız haber yayınladılar. Ancak, hiç bir zaman pes etmedik. Faaliyetlerimize ve hedefimize odaklandık. Hollanda toplumunun gelişmesine olumlu katkıda bulunmaya çalıştık. Bunları yaparken rol modellerimiz Mevlana Celaleddin Rumi, Yunus Emre ve Ahmed Yesevi oldu. Bu isimler gezgin, Türk mutasavvuflları olup, iç dünyamızın gelişmesi ve İslam anlayışımızı etkilemişlerdir.



Çeyrek yüzyıldır toplumsal faaliyetler yapan bir kuruluş olarak, Hollanda’daki son gelişmelerden endişe duymaktayız. Sizin, ulusa seslenişiniz bizim elimizi kolumuzu bağladı. ‘Normal davran ya da çek git’ cümleniz bizi derinden üzdü. Sanki göçmen kökenli Hollandalılar bu güzel ülkeye her hangi bir katkıda bulunamaz gibi bir durum ortaya çıktı. Başbakanımızın bu söylemi bizi hayretlere düşürdü. Ulusa seslenişiniz, ümit ederiz yeni bölünmelere sebep teşkil etmez.



Rol modellerimize geri dönersek. Yukarıda adı geçen rol modellerimiz, Hollanda ve Avrupa’nın içine düştüğü krizin atlatılmasında ilham kaynağı olabilirler. Özellikle hem Müslüman hem diğer gençlere olumlu katkıda bulunabilirler.  Rol modellerimizin görüşlerini anlatan bir iki örnek vermemiz gerekirse: ‘karşındaki kişi senden daha önemlidir’, ‘bir insanın kalbini kırmak tüm insanlığın kalbini kırmaktır’, ‘Kar taneleri ne güzel anlatıyor birbirine zarar vermeden de yol almanın mümkün olduğunu’.





Birlik, karşılıklı yatırım demektir. Dil, kültür, din hatta milliyet alanında birbirini tanımaktır. Diğerinin kültürüne haklı ve objektif ilgi duymak ve yaklaşmak, kanaatimizce birlik ve hoşgörü anlayışını beraberinde getirir.  Birliği ve birleştiriciliği göstermek isteyen bir Başbakan, Hollanda’da herkesin kendini yabancı hisstemediğini hissettiren bir duruş sergilemelilir.  Kötülük edenler, Müslüman olsun veya olmasın, toplum tarafından kabul görmediklerini anlamayarak, uyum sağlarlar. Ancak, sizin sözlerinizden Hollanda’daki Müslümanlar kendilerini yabancı hissediyorlar. Bu Hollanda için zarardır.



‘Çoğulculuk başarısızlıktır’anlayışının yansıtıldığı bir yönetim vizyonu yerine, sizi, farklı kültür ve dinler çeşitliliğinin var olduğu gerçekliği yönünde düşünmeye davet ederiz.  Çoğulculuk başarısız veya şanssızlık değil, var olandır. Bu gerçekliği konuşmalarınızın çıkış noktası olarak aldığınız takdirde, toplumun ekmek ve su gibi ihtiyacı olan birlik ve hoşgörünün oluşacağını düşünmekteyiz. Homojen olmayan bir toplumda grupların karşılıklı direnmeleri, geçtiğimiz günlerde, De Balie Tartışma Merkezi'nde yaşananları, yani bazı grupların deport edilmesi tartışmalarına sebep olur. Bu tür olayların ne kadar tehlikeli olduğunu anlamak için geçmişe bakmaya gerek yok.

'Bir daha asla!’ söylemi her şeyi anlatmaktadır.



Mektupla birlikte, Ahmet Yesevi’nin düşüncelerini içeren bir kitap gönderiyoruz.  Bir Başbakan, bir VVD lideri ve bir Hollandalı  olarak kitabı okuyacağınızı ve Yesevi’nin düşüncelerinden esinlenip, daha birleştirici konuşmalar yapacağınızı ümit ederiz.



Dost ve birleştirici selamlarımla,



Veyis Güngör

Türkevi adına



 



Veyis Güngör'ün göndermiş olduğu mektup ve kitabın kendilerine ulaştığını email ile bildiren Başbakanlık, mektuba yanıtlarının gecikmeyeceğini belirtti.  Bakanlıklar, parlamenterler ve medya üzerinde etki yapan mektubun içeriğinde yer almayan hususları Veyis Güngör'e sordum.



İşte Veyis Güngör'ün verdiği yanıt:



Hollanda’da seçim süreci başladı. Siyasi partiler programlarını açıkladılar. Adaylar netleşti. Tartışmalar başladı. Hafta başında Başbakan Rutte ulusal gazetelere tam sayfa ilan verdi. Liderler ile söyleşiler de artık medyada yer almaya başladı.



Hem Başbakan Rutte’nin gazetelere, ‘Tüm Hollandalılara,’ başlığı ile yayınlanan ulusal çağrısı, hem de diğer partilerin açıklamalarında ilk dikkari çeken, ‘kimlik tartışmaları’ oldu. Biz kimiz?

Hollandalılar kimlerdir?

Hollanda’da neler normaldir?

Adetlerimiz, uygulamalarımız nelerdir?  sorularına verilen cevaplar, tüm siyasilerin ortak mesajı olma özelliğini taşıyor. ‘Hollandalılık’, ya da ‘biz böyleyiz’ etrafında şekillenen siyasi demeçler bize ‘kimlik tartışması’nın seçimlere damagasını vuracağını gösteriyor.



Siyasi partilerin seçimlere, böylesi kimlik tartışmalarıyla, Hollandalılığı tanımlamalarıyla başlamaları, ilk etapta, ırkçı parti PVV’nin çok önlerde gitmesine neden olabilir. Hatta partilerin PVV’ye oy verecek seçmeni devşirme, tekrar kazanma çıkışları olarak da izah edilebilir. Seçim döneminde bu ve benzeri tutum ve davranışlar, mantıksal olarak aklımıza gelebilir. Bu yaklaşımda haklılık payı vardır. Irkçı partiye oy verenleri ikna etmek ve oy oranlarını yükseltmeye çalışmak, siyasi partilerin olmazsa olmazlarıdır.



Ancak, seçimlere damgasını vuracak bir kimlik tartışmasının, daha derin ve toplumsal arka planı bulunmaktadır. Zira Hollanda’nın gidişatından memnun olmayanlar, sadece siyasetçiler değildir. Bilim adamları, sosyologlar, tarihçiler de Hollanda’nın gidişatından memnun olmadıklarını açıkca belirtmekteler. Bilimsel çevrelerde yapılan kimlik krizi tartışmasından önce, Başbakan Rutte’nin ulusal çağrısı üzerinde durmak isterim.



Başbakan Rutte, toplumun gidişatından şikayet ediyor. Büyük sessiz çoğunluğun sesinden, vicdanından bahsediyor. Bu ülke için çalışanlara dikkat çekiyor. Sözkonusu huzursuzluğu hak etmediklerini söylüyor. Örnekler veriyor. Toplumda, caddede, halk otobüsünde asosyal davranışların olduğunu, sokaklara çöplerin atıldığını, tramway sürücüsüne tükürüldüğünü ifade ediyor. Doğru. Bu ülkede yaşayan bizler de, bu tür davranışları onaylamıyoruz. Kabul edilir bulmuyoruz. Ahlaki görmüyoruz. Bu sorun hepimizin sorunudur.

Ancak, ulusa çağrının bir bölümünde, ülkelerinde özgürlük olmadığı için Hollanda’ya gelen ve bizim özgürlüğümüzü istismar ederlerden bahsediyor. 'Ya kurallarımıza uyarar ya da ülkeyi terkederler' diyor.

Kim bunlar?

Mülteci olarak Hollanda’ya gelenler mi?

Ülkede yaşayan göçmenler mi?

Rutte, Hollanda toplumunun ne hale geldiğininden yakınıyor ve 'nasıl bir ülke istiyoruz?' diye soruyor. 'Gelin birlikte çalışalarım, birbirimize yardım edelim. Daha iyi bir ülke oluşturalım' diyor.

Biz bunlara asla hayır diyemeyiz. Bu ülkenin sorunu bizim de sorunumuzdur.



Tabii ki, Başbakan Rutte ve diğer siyasilerin bir kaç gündür açıklamaları, aslında Avrupa’da var olan ve tartışılan ‘Biz kimiz’? sorusunun Hollanda’ya yansımalarıdır. Tüm Avrupa’da ırkçı akımlarda bir yükselme gözlemleniyor. Yükselmede kimlik tanımına atıfta bulunma prim yapıyor. 'Biz, önce Holllandalıyız, Fransızız' diyorlar. Avrupalılık tanımı ve kimliği artık bir bunalımı getiriyor. 



Sorun daha derin kanaatimce. Siyaset duayenlerinin de ifade ettiği gibi, otuz kırk yıl önce Hollanda toplumu ideoloji veya bir dini inanç etrafında kimliklerini buluyorlardı.  Birileri sosyalist, bazıları protestan veya katolik, liberal kimliklerle kendilerini ifade ediyorlardı. İşte bu bölünmüşlük, aslında toplumsal sorumluluğu da beraberinde getiriyordu. Oysa günümüzde, bu kimliklerin belirginliği, ağırlığı hissedilmiyor. Bunun için bireyler: 'Ben neyim' sorusu yenire 'Ben kimim' sorusuna cevap vermekte zorlanıyorlar. Bireysellik ufalanmış kültürler meydana getirdi. Birey ise bu kültürler içinde yerini bulmakta zorlanıyor. Kimlik problemi yaşanıyor. Bu belirsizlik, bu sorun da siyasete yansıyor.



Olaylara böyle baktığımızda, Başbakan Rutte’nin ulusa seslenişi tam bir popülizm olarak değerlendirilmelidir. Kimleri kasdettiği belli olmayan, bir çok insanın üzerine alındığı suçlama, bir Başbakan tarafından yapılmaması gerekirdi. Ama Rutte, bu davranışı ilk kez yapmıyor. Altı ay önce bir televizyon programında da ‘defolun gidin’ lafını etti. Rutte’nin bu çıkışı, 2016 yılının en talihsiz açıklaması olarak tarihe geçti.



Bize gelince. Bu ülkede yaşayan, ülkenin kalkınmamsında ebeveynlerimizin alın terlerinin yer aldığı bu ülke için mutkala sorumluluk almalıyız.



'Nasıl bir Hollanda istiyoruz?' sorusunu bizim de kendimize sormamız ve cevabını bulmamız gerekiyor. Biz Türkler, tarih boyunca gittiğimiz her ülkede hiç bir zaman sorumluktan kaçmadık. Tam aksine insanlığın gelişmesi, topluluğun sorunlarının çözümü için görevler üstlendik. Bu bizim, tarih içinde insanlığa hizmet anlayışımızda vardır. Tekrar hatırlamamız gerekiyor.



Bizim tarihi referanslarımız var. Örneğin Hoca Ahmed Yesevi, ki bu yıl UNESCO tarafından ‘Hoca Ahmed Yesevi Yılı’ ilan edilmiştir, bizim için Avrupa’da yaşayanlar için örnek alınacak rehberlerimizdir. Zira içinde bulundukları çağın zor şartlarına rağmen, Hoca Ahmed Yesevi ve öğrencileri, insanları hep hakikate ve birliğe çağırdılar. Başarılı oldular. Bugün, Avrupa’da bizim de içinde yaşadığımız süreç, ırkçılık, islamofobi, yabancı düşmanlığı, önyargılar ve ayırımcılığın gittikçe yaygın hale geldiği bir süreçtir. Biz de kimsenin kalbini kırmadan, incitmeden, kültür ve medeniyet kurucularımız ve taşıyıcılarımızın öğretilerini aktüelleştirmeliyiz. Kendimize ve gençlerimize güven gelmeli. Hal ve davranışlarımızla, çok ama çok çalışarak hak ve hakikati temsil etmeye ve dikkat çekmeye gayret etmeliyiz.

Piri Türkistan Hoca Ahmed Yesevi’nin dediği gibi: “Kâfir bile olsa, hiç kimsenin kalbini kırma. Kalp kırmak, Allahü teâlâyı incitmek demektir.” Gönül yıkan değil, gönül kazanan olmalıyız. Bizim bu davranışımız, hem Başbakan Rutte hem diğer siyasi liderleri sevindirmelidir.



HollandaTürkiyeli İşçiler Birliği HTIB'nin tepkisi:



Başbakan ve VVD lideri Mark Rutte gazetelere tam sayfa ilan vermiş: ‘Kurallarımıza uymayanlar ülkeyi terk etsinler’ demiş. Rutte bu iddialı sözleriyle acaba kimleri kastediyor olabilir? Algemene Dagblad’a verdiği demeçte sadece yabancıları veya göçmenleri değil, herkesi kast ettiğini söylüyor.



Acaba öyle mi?



Bir Başbakan ülkesinin yurttaşlarını ülkeyi terk etmeğe davet edebilir mi? Bildiğimiz kadarıyla demokrasinin ve hukukun egemen olduğu ülkelerde bu pek rastlanan bir durum değildir.



Bir kişi ülkesine karşı düşman saflarında yer alırsa veya düşmanca faaliyetlerde bulunursa ve bu kanıtlanırsa vatandaşlıktan çıkarılabilir. Bu hemen hemen bütün ülkelerde genel geçer bir hukuk kuralıdır. Bunun dışında, eğer kendisi herhangi bir nedenle talepte bulunmamışsa, ağır suç işlemiş olsa bile vatandaşlıktan çıkarılamaz ve ülkesini terk etmesi istenemez.



Bunu Rutte bilmiyor mu? Tabiatıyla biliyor.



Hal böyleyken, Rutte acaba bu sözleriyle kimleri kast etmiş olabilir?



Elbette ki ülkeye sonradan gelmiş olan göçmenleri ve yabancıları kast ediyor.



Peki, Rutte’nin derdi ne?



Neden bugün böyle bir açıklama yapmak gereğini duyuyor?



Çünkü önümüzdeki mart ayında genel seçim var. Wilders’in partisi PVV açık ara önde görünüyor. Onun hemen arkasında VVD bulunuyor. PVV, bütün dünyada esen popülizm rüzgarını ardına almış geliyor, VVD ise onunla yarışmak için bu rüzgardan yararlanmak istiyor. Yani bu sözlerin altında politikacıların, özellikle de sağ politikacıların oportünizmi, yararcılığı, fırsatçılığı yatıyor.



Ne yazık ki tablo böyle ve bu tablo sadece Hollanda’da değil, bütün dünyada olan biteni gayet güzel yansıtıyor. Wildersler'in, Putinler'in, Orbanla'rın, Le Penler'in, Trumplar'ın sayısının giderek artmasının nedeni açık ve net popülizmdir. Bir başka deyimle, sağ popülistler toplumun bilinçsiz ve eğitimsiz kesiminin kuyrukçuluğunu yaparak, nabza göre şerbet vererek, kitlelerin memnuniyetsizliğinden yararlanarak iktidara gelmek istiyorlar.



Bütün dünyada küreselleşmeye, gelirlerin adaletsiz bölüşümüne karşı bir tepki var. Dünyanın yüzde onu gelirlerin yüzde doksanına, buna karşılık yüzde doksanı is sadece yüzde onuna  sahip. Sadece uluslararası sekiz şirketin dünyadaki gelirlerin yüzde kırkına sahip olduğu birkaç gün önce açıklandı. Bu korkunç gerçek düşük gelirli ve bilinçsiz kitlelerde öfke birikimine neden oluyor. İşte sağ popülistler bu tepkiden yararlanarak güçleniyorlar. Wilders’in yaptığı da budur ve anketlerde birinci parti çıkması kimseyi şaşırtmamalıdır.



Buna karşı yapılması gereken en doğru yöntem gelir eşitsizliğine karşı somut ve adaletli bir çözüm önerisiyle gelmektir. Sosyal adaletin savunulması, az ve orta gelirli olan ailelerin desteklenmesi mevcut toplumsal sorunlardan tek çıkış yoludur.  Ama Rutte bunu yapmak yerine Wilders ile popülizm yarışına giriyor. Yabancılar ve göçmenler üzerinden oy devşirmeye çalışıyor. Son açıklamasının altında yatan neden budur ve bu bir politikacı için utanç verici bir olaydır.



Bir başbakan, kurallara uymadı diye vatandaşlarının ülkeyi terk etmesini isteyebilir mi? Bu, yabancı düşmanlığının daniskasıdır ve kesinlikle kınanması gerekir. Eğer bir başbakan bunları söyleyebiliyorsa, sokaktaki vatandaş neler söylemez ki? Eğer bir Başbakan bunları söyleyebiliyorsa, Wilders gibi tescilli ırkçıların çıkıp, ‘Daha az Faslı anlamında-minder, minder’ diye slogan atmalarının önünü alamazsınız ve ırkçılık sokağa dökülür, toplumsal yaşam altüst olur.



Bu nedenle politikacılara sesleniyoruz: Seçimler yaklaşıyor diye popülizm rüzgarına kapılmayın. Popülizmin sonu acı, gözyaşı, yoksulluk ve savaştır. En yakın örnek İkinci Dünya Savaşı felaketidir. Lütfen biraz tarihe bakın ve ders çıkarın. Bize aynı acıları yaşatmayın.



Şunu unutmamak gerekir ki toplumsal huzursuzluğun önemli nedenlerinden birisi bizzat sağ popülist politikacıların sorumsuz açıklamalarıdır. Eğer toplumsal huzur istiyorsak en başta yapmamız gereken şey sağ popülistleri oylarımızla cezalandırıp, sosyal adaleti savunanları güçlendirmeliyiz.



Bu nedenle bütün yurttaşlara çağrıda bulunuyoruz.



Sağ popülistlere geçit vermeyin.



Her fırsattan yararlanarak onları protesto edin ve gerçekleri dile getirin.



Oylarınıza sahip çıkın ve sandığa gidip sosyal adalet ve eşitlik için oyunuzu kullanın.



Hollanda Türkiyeli İşçiler Birliği (HTİB)



FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum

Tüm gelişmelerden haberdar olmak için Turkinfo Hollanda Haber'i:

Adreslerinden takip edin!