GÖRÜŞ - Kovid-19 sonrası Türkiye'nin dış politika perspektifi
üresel krizler bütün ülkeler için risk olduğu kadar bir fırsattır da. Türkiye şu anda oluşan konjonktürde doğru adımları atarsa, “Dünya beşten büyüktür” söylemini gerçek anlamda pratiğe geçirme konusunda ciddi bir ilerleme sağlamış olacaktır.
Bugünlerde herkes tarafından çokça dile getirilen “yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını sonrasında dünyada çok şey değişecek” fikrine katılmasam da her ülkede bu hususta bir iç tartışmanın yaşanacağı bir döneme gireceğimizi söyleyebiliriz. Yaşanan bu kriz, bölgesel yapılanmalardan her ülkenin kendi iç siyasetine kadar yeni tartışmalara, politika önerilerine ve hatta belki de kimi ülkelerde yeni siyasetçilerin sahneye çıkmasına yol açacak. Fakat Türkiye gibi Kovid-19 krizini başarıyla yöneten ülkelerin de bazı konuları masaya yatırması gerekiyor. Örneğin, Türkiye Kovid-19 sonrası bir dünyada dış politikasında neler yapabilir? Küresel söylem ve tartışmalara nasıl ve hangi araçlarla katkı sağlayabilir?
Küresel sistemin tahmin edilenden daha kırılgan ve krizleri yönetme konusunda başarısız olduğu ortaya çıktı. Bu durumun temel nedeni, varlığını hâlâ sürdüren eski kurumsal ve örgütsel yapıların yeni sorunlara adapte olma konusundaki başarısızlıklarıdır.
Öncelikle Kovid-19 salgınının temel olarak iki şeyi bizlere gösterdiğini vurgulamak gerekiyor. İlk olarak, küresel sistemin tahmin ettiğimizden daha kırılgan ve krizleri yönetme konusunda başarısız olduğu ortaya çıktı. Bu durumun temel nedeni, varlığını hâlâ sürdüren eski kurumsal ve örgütsel yapıların yeni sorunlara adapte olma konusundaki başarısızlıklarıdır. İşin daha da vahimi, Soğuk Savaş döneminden farklı olarak, işbirliği konusunda artık hiç kimse ne diğer devletlere ne de uluslararası kuruluşlara güveniyor. Öyle bir belirsizlik ortamı söz konusu ki herkes oluşan her bir krizde dünyayı, dostlarını ve neler yapabileceklerini yeniden keşfetmek zorunda. Ortaya çıkan ikinci gerçek ise devletlerin Kovid-19’la veya herhangi başka bir krizle başa çıkabilmelerini belirleyen ana unsurunun rejim tipleri değil, kapasiteleri olduğudur.
Ankara’nın Kovid-19’la ülke içindeki başarılı mücadelesinin yanı sıra yaklaşık 60 ülkeye yardım gönderebilmesinin temel sebebi de hızla harekete geçirebildiği bu devlet kapasitesidir.
Uluslararası siyasette devlet inşası ve demokrasiyi yayma tartışmalarında bütün mesele rejim tipine indirgenmişti. Uluslararası ilişkiler literatüründe, demokrasilerin demokrasilerle savaşmadığı varsayımıyla, demokrasi rejiminin birçok sorunu çözmede kilit rol oynadığı şeklinde çokça güzellemeler yapıldı. Elbette bunların doğruluk payı olabilir; ama devlet kapasitesinin önemi ve gerekliliği hiç bu denli çarpıcı derecede ortaya çıkmamıştı. ABD’nin sağlık sistemi konusundaki kapasite eksikliğinden Avrupa ülkelerinin mevcut durumuna kadar birçok gösterge, devlet kapasitesi meselesinin üçüncü dünyaya has bir konu olmadığını net bir şekilde ortaya koydu.
Türkiye son 15 yılda ciddi şekilde devlet kapasitesini artırdığı için, kriz sürecinde devlet yurtlarından şehir hastanelerine kadar çoğu imkanını hızlı bir şekilde mobilize edebildi.
Türkiye son 15 yılda ciddi şekilde devlet kapasitesini artırdığı için, kriz sürecinde devlet yurtlarından şehir hastanelerine kadar çoğu imkanını hızlı bir şekilde mobilize edebildi. Ankara’nın Kovid-19’la ülke içindeki başarılı mücadelesinin yanı sıra yaklaşık 60 ülkeye yardım gönderebilmesinin temel sebebi de hızla harekete geçirebildiği bu devlet kapasitesidir.
İşte bu nedenle, Kovid-19 sonrası Türk dış politikasında yeni fırsat alanları açılmış durumda. Türkiye, sayıları artan büyükelçiliklerinin yanı sıra, Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA), Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB), Türkiye Maarif Vakfı gibi kurumlarla, yurtdışında faaliyet gösterme kapasitesini son yıllarda zaten fazlasıyla artırmıştı. Şimdi bu krizi fırsat bilip bu kurumları daha koordineli bir şekilde yeni dünya gerçeklerine göre şekillendirmek gerekiyor. Dünyanın Kovid-19’la mücadele ettiği bu dönemde, Türkiye yumuşak gücünü genişleten nadir ülkelerden biri oldu. Bu durum önümüzdeki süreçte de devam edecek gibi görünüyor.
Türk dış politikasının (Batı dışında) yoğun etkileşimde olduğu bütün ülkelerde en temel konu devlet meselesidir. 1960 ve 1970’lerde Afrika ve Latin Amerika başta olmak üzere geri kalmış bölgelerin ana sorunu devletin rolü, kapasitesi ve yapılandırılmasıydı. 2020’lerde Kovid-19 salgınıyla birlikle bu konu tekrar gün yüzüne çıkmış oldu. Afrika ve Latin Amerika’da devletin yetersizliği krizle birlikte net bir şekilde ortaya çıktı. İşte tam bu noktada, özellikle TİKA başta olmak üzere Türkiye adına yurtdışında faaliyet gösteren kurumların ana önceliği, devlet kapasitesini artırmak olmalı. Yurtdışında faaliyet gösteren bütün sivil toplum kuruluşlarının da buna yönelik çalışmalar yapması ve “yardım” kavramını geçici bir faaliyet olmaktan çıkarması gerekir. Şu an Türkiye’de hem devlet hem de sivil toplum çalışmalarında, kapasite artırımıyla geçici yardımlar arasında gidip gelen bir politika yaklaşımı öne çıkmakta. Bunlardan hangisinin belirleyici olduğu, yapısal bir yaklaşımdan ziyade, sahada görev yapan kişinin yaklaşımı, perspektifi ve en önemlisi çapıyla doğrudan orantılı. Kovid-19 kriziyle beraber, yapısal anlamda resmiyetteki insani dış politika yaklaşımının içeriğini zenginleştirerek devlet kapasitesini artırmaya yönelik politikaları öncelemek gerekiyor; hatta ana yönelim bu olmalıdır. Bu anlamda Kovid-19 krizi, Türk dış politikasında, farklı bölgelere yönelik açılım döneminin bitmesi ve derinleşme döneminin başlaması için ciddi bir fırsattır.
Türkiye 2020-2021 döneminde Birleşmiş Milletler (BM) 75. Genel Kurul Başkanlığını üstelenecek. Aday gösterilen eski Avrupa Birliği (AB) Bakanı, TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Volkan Bozkır’ın seçilmesi için konsensüs oluşmuş durumda. BM Genel Kurulu’nun 193 ülkenin katılacağı 12 Haziran 2020'deki toplantısında kendisinin resmen seçilmesi bekleniyor. Genel Kurul Başkanlığı BM’nin en üst organının başkanlığı olduğu için, Genel Sekreterlik kadar olmasa da, BM ajandasının şekillenmesinden konuların öne çıkarılacak konuların belirlenmesine kadar geniş bir alanda etkin bir makamdır. Genel Kurul Başkanlığını kazanan ülke hangi konuları küresel alana taşımak isterse, o çerçevede bütçe ve personel desteği vererek ilgili ajandayı bir yıl boyunca şekillendirebilmektedir. Türkiye Kovid-19 sonrası BM Genel Kurul Başkanlığını, özellikle küresel anlamda Afrika, Asya ve Latin Amerika’da devlet kapasitesinin artırılması temasıyla etkin kullanabilir. Bu çerçevede, BM’ye ait organların Kovid-19 sonrası oluşan dünyaya adaptasyonu ve öncelikleri konusunda ciddi katkılar sağlayabilir. Bu kriz sürecinde Türkiye’nin dünyanın birçok ülkesine yardım etmesi ve ülkelerarası yardımlaşmayı öncelemeye devam etmesi, Türkiye’nin BM nezdinde yapacağı girişimlere ve oluşturacağı söyleme ciddi katkılar sağlayacaktır.
Ortadoğu’dan Latin Amerika’ya, Afrika’dan Asya’ya, küresel anlamda devlet kapasitesinin yanında, herkesi etkileyen en temel ikinci konuyu göçmenler meselesi oluşturuyor. Kovid-19 sebebiyle net olarak bir kez daha ortaya çıkan ve çoğu devletin görmezden geldiği mülteciler konusu, Türkiye’nin BM ajandasında önceleyebileceği ana konulardan bir diğeri olabilir. Yaşanan salgın sonrası birçok devlet, göçmenler konusunda yeni bir yaklaşım geliştirilmesi için, gelecek önerilere ve başarılı tecrübelere açık olacaktır. Kendi kurumlarının yanı sıra Türkiye, BM Ekonomik ve Sosyal Konseyi (ECOSOC) üzerinden, bu konularda çalışan kendi sivil toplum kuruluşlarını öncü kılıp yeni bir yaklaşım ve söylemin oluşmasına BM üzerinden katkı sağlayabilir. Kovid-19 salgını ve BM Genel Kurul Başkanlığı bu konuda Türkiye’ye ciddi fırsatlar sunuyor.
Sonuç olarak, Türkiye’nin yurtdışında faaliyet gösteren kurumlarının, küresel anlamda devlet kapasitesini artırmaya katkı sağlama öncelikli yeni bir vizyonla yapılandırılmasının, Türkiye’nin BM Genel Kurulu Başkanlığı üzerinden oluşturacağı söylemle paralel gitmesi, Türkiye’yi Kovid-19 sonrası dönemde küresel anlamda son derece iyi bir şekilde konumlandıracaktır. Küresel krizler bütün ülkeler için risk olduğu kadar bir fırsattır da. Türkiye eğer şu anda oluşan konjonktürde doğru adımları atarsa, “Dünya beşten büyüktür” söylemini gerçek anlamda pratiğe geçirme konusunda ciddi bir ilerleme sağlamış olacaktır.
[Halen New York’ta Türkiye Maarif Vakfı ABD Direktörü olarak görev yapan Doç. Dr. Mehmet Özkan 2015-2018 yılları arasında Kolombiya’da TİKA Latin Amerika Direktörlüğü yapmış, İspanya, İsveç, Mısır, Güney Afrika, Hindistan, Bosna, Kolombiya ve Türkiye dahil birçok ülkede uluslararası ilişkiler alanında dersler vermiş, araştırmalar yapmıştır]
FACEBOOK YORUMLAR