Yaşamakta olduğumuz modern çağda (!), uygar görünümlü modern (!) devletlerin ve halkların, insancıl (!) ifadelerine takılmayınız.
Bu sözde modern ve insancıl devletler ve halkların geçmişleri vahşetler ile doludur.
Sömürgeci zihniyetin, geri kalmış ülkelerde yaptıkları vahşetler tarih sayfalarında kaybolmayacaktır.
Aynı devlet ve halkların yakın tarihimizde de yaşanmış vahşetleri vardır.
Yugoslavya’nın parçalanışı ve Bosna’daki Srebrenitsa Katliamı, Saddam Hüseyin’in ortadan kaldırılarak Irak’ın parçalanması, Mısır’ın bölünmesi, Kaddafi’nin ortadan kaldırılarak Libya’nın parçalanması ve Suriye’nin bu hale düşürülmesi, hep bu sözde modern ve demokrat ülkelerin vahşice planlarıdır. Bunlara, Afganistan’daki son durumu da ekleyebiliriz.
Yakın tarihimizde, uluslararası olmasa da, ulusal sınırlar içerisinde pek çok vahşet olaylarına şahit olmuşuzdur. Bu vahşetleri de, sözde modern ve insancıl halklar gerçekleştirilmiştir.

Avrupa’da bi ril sayılacak olan ırkçılık hareketleri 1972 yılında Rotterdam’da başlamıştı. Yakından takip ettiğim Rotterdam olayları Hürriyet’te günlerce yayınlandı.
Göç alan ülkelerde cereyan eden ve bizzat şahsımın da yakından izlediğim ilk vahşet olayları Rotterdam’da yaşanmıştı. Türklerin varlığına tahammül edemeyen ırkçı halk kesiminin başlattığı Rotterdam olayları tam bir hafta sürmüştü. Yazımın en sonuna detaylı olarak ekleyeceğim haberimde bu olayın içyüzünü okuyabileceksiniz.

Rotterdam olaylarını bir Hollanda gazetesi de ‘Bir hafta nefret ve siddet’ başlığıyla vermişti.
Rotterdam’da yaşanan vahşetin üzerinden 4 yıl geçtikten sonra, 1976 yılında yine bir ağustos günü, bu kez Rotterdam’ın banliyösü Schiedam’da Türk işyerleri ve evleri talan edilmeye başlandı.

Schiedam olayları sırasında bir yurttaşımız can vermişti.
Rotterdam ve Schiedam’da yaşanan olaylar, Hollanda’yı tüm dünyada ırkçı bir toplum olarak tanıtmıştı. Bu konudaki haberi altlarda göreceksiniz.
MÖLLN VAHŞETİ
23 Kasım 1992 günü, Almanya’nın kuzeyindeki Mölln’de, ırkçıların bir Türk evini kundaklayarak yaktıkları haberi geldi. O sırada GÜNAYDIN’ın Almanya müdürlüğünü yapan Günhan Altınkaynak telefonla aramış ve ‘Ne duruyorsun, çabuk Mülln’e fırla’ demişti.
Otomobil ile çiktığım yol 4 saat sürmüştü. Mölln’e geldiğim zaman 3 ceset çıkarılan evden dumanlar çıkıyordu. Aşırı sağcı ve ırkçıların sebepsiz olarak kundakladıkları evde, 10 yaşındaki Yeliz Arslan, 14 yaşındaki Ayşe Yılmaz ve 51 yaşındaki Bahide Arslan yaşamlarını yitirmişlerdi.
22 Kasım’ı 23 Kasım’a bağlayan gece, aralarında baş suçlu Michael Peters ve Lars Christiansen’in bulunduğu bir grup, önce Ratzeburgerstr.’da bulunan Türklere ait binaları, sonra da Arslan ailesinin evini ateşe verdiler. İtfaiye ekipleri Ratzeburgerstr.’daki yangın yüzünden gecikince, Arslan ailesinin üç ferdi yanarak can verdi. Olay yerine gelen itfaiye ekipleri içeri girdiklerinde, 6 saattir duman soluyan ve babaannesi Bahide Arslan’ın ıslak battaniyelere sarıp masanın altına soktuğu İbrahim Arslan ağır yaralı olarak çıkarıldı. Oğlu Emrah’ı da ıslak battaniyeye sarıp 7 metre yükseklikten aşağıya atlayan Ayten Arslan ise iki sene süren tedavisinin ardından, hayata ‘engelli’ olarak dema etmek mecburiyetinde kaldı
Mölln halkı bu vahşet karşısında çok şaşırmıştı. Öğleden sonra yapılan protesto gösterilerine binlerce Alman ve Türkler ile dayanışma içinde olan insanlar katılmıştı. Tabii ki bunu fırsat bilen bizim ayrılıkçılar da gösteride provakasyon yaparak ortalığı dağıtmışlardı. Polisin bu kez Alman ırkçılar yerine bizim ayrılıkçılarla çatışması başgöstermişti.
Mölln’deki kundaklamayı yapanlardan Michael Peters ve Lars Christiansen 15’er yıl hapis yattıktan sonra, şimdilerde maalesef insanlık dışı eylemlerini sürdürüyorlar.
29 YIL ÖNCEYDİ
Geçtiğimiz 23 Kasım günü, 29 yıl önce yaşanan vahşet yapılan çeşitli törenlerle anıldı.
Irkçılığın kınanması ve benzeri saldırıların bir daha yaşanmaması amacıyla düzenlenen programa, Türkiye’nin Hamburg Başkonsolosluğu Muavin Konsolosu Osman Taş, Mölln Belediye Başkanı Jan Wiegels, olayda hayatını kaybedenlerin akrabaları ve çevrede yaşayan Almanlar katıldı.
Faciada annesi ve kızını kaybeden Faruk Arslan kundaklanan evin önünde yaptığı konuşmada, “Annemi, kızımı ve yeğenimi kaybetmenin acısı hep taptaze ve burada her konuşma yapmamda aynı acıyı yaşıyor, zorlanıyorum. 29 yılda çok yoruldum. Bedenim bana evde kalmamı söylerken ruhum farklı düşünüyor. Hiçbir şey yapmadan, bir şey olmamış gibi ailemin karşısında oturamam. Yorulsam da zor gelse de ırkçılığa, aşırı sağa karşı mücadelemiz devam edecek.” ifadelerini kullandı.
Irkçılıkla ortak mücadelenin önemini vurgulayan Arslan, “29 yıldır bu yolda bizi yalnız bırakmayan, sevdiklerimizin, yaşadığımız acıların unutulmasına izin vermeyen sizlere teşekkür ediyorum. Irkçılığın ne çevremizde ne Almanya’da ne de dünyada yeri yok. 1971 yılında Almanya’ya geldiğimde yemyeşil ve rengarenkti. Bu renkleri koruyabilmek için ırkçı zihniyetlerle ortak mücadele edelim, Nazilere hep beraber ‘dur’ diyelim.” dedi.
Muavin Konsolos Taş törendeki konuşmasında, aradan 29 yıl geçmesine rağmen Almanya’da hala ırkçı saldırılar ve yabancı düşmanlığının yaşandığına, hastalıklı ruhların hala insanları etnik kimliklerine ve inançlarına göre ayrıştırdığına dikkat çekti.
Mölln Belediye Başkanı Jan Wiegels de aşırı sağa karşı ortak mücadelenin, dinler ve kültürlerarası diyalogların önemini vurguladı.
Almanya’da 1990 yılından bu yana 200 insanın aşırı sağcı ve antisemitik saldırılara kurban gittiğine dikkati çeken Wiegels, bu tür olayların bir daha yaşanmaması için acıların diri tutulmasının, hatırlatılmasının önemli olduğunu ifade etti.
Anma etkinliğinde kundaklanan evin önüne çok sayıda çiçek ve çelenk bırakıldı.
SOLİNGEN VAHŞETİ
Mölln vahşetinin üzerinden henüz bir yıl bile geçmeden 29 Mayıs 1993 günü, bu kez Solingen’de bir Türk evi ırkçılar tarafından ateşe verildi.
Yine talimat üzerine gttiğim Solingen’de durum korkutucu ve içler acıtıcıydı. Genç ailesinin 5 ferdi, bu kundaklama sonuncunda feci şekilde yanarak can vermişti.

Fotoğraftaki manzara ile karşılaştığım Solingen’deki evden, Genç ailesinden Hülya Genç (9), Gülüstan Öztürk (12) ve Hatice Genç’in (18) cesetleri çıkarılırken, Gürsün İnce (27) ve Saime Genç (4) ise kaldırıldıkları hastanede hayatlarını kaybettiler.
Genç ailesi, 1970’li yıllarda Karadeniz bölgesinden Almanya’daki Solingen kasabasına taşınarak yeni bir hayata başlamıştı. Aile fertlerinin artmasının ardından, eski ahşap bir binaya taşındılar. Polis sorgularında da denildiği gibi, kalabalık ama mahallede kimseyle sorunu olmayan bir aileydi.
İşte o aile, 29 Mayıs 1993 yılında ırkçılığın en çirkin yüzüyle karşı karşıya geldi.

Kundaklama sonucunda hayatlarını kaybedenleri anmak için çeşitli etkinlikler yapılıyor. Solingen kurbanları da, Mölln kurbanları gibi her yıl törenlerle anılıyor. Geçtiğimiz 29 mayıs günü, 28’inci yılı anılan Solingen kurbanları önimizdeki mayıs ayındada anılacaklar.
Solingen katliamının en büyük mağduru Kamil Genç, hayatını kaybeden kızları ile ilgili, “Vefat eden kızlarım durmuş olsaydı şu anda 33, 36 ve 37 yaşlarında olacaklardı” diyor.
Yaşanan ırkçı saldırının failleri, çeşitli sürelerde hapis cezalarını çekip serbest kaldılar ve unutuldular. Ancak o gece kızlarını, yakınlarını kaybeden Kamil Genç, aradan geçen bunca yıla rağmen hala olayın şokunu atlatabilmiş değil.
Kamil Genç, o acı gün ile ilgili şunları söyüyor: “O anki bağrışlar, ağlamalar, itfaiyelerin buradaki çalışmaları, hepsi gözümün önünde sanki dün olmuş gibi veyahut bugün olmuş gibi… Bunları ancak vefat ettiğimiz zaman gözümün önünden gidebilir. Yoksa aynen devam ediyor. Çünkü olayın yaşandığı saat bir buçuğa kadar zaten uyuyamıyoruz. 28 senedir aynı, saat gece bir buçuk olmadan uyuyamıyoruz. “
HANAU SALDIRISI
Irkçı saldırıların en tazesi 19 Şubat 2020’da yine Almanya’nın Hannau kentinde yaşanmıştı. Tobias Rathjen tarafından iki nargile kafeye ve bir büfeye ırkçı saldırı düzenlenmiş ve saldırıda Mercedes Kierpacz, Sedat Gürbüz, Gökhan Gültekin, Hamza Kurtoviç, Ferhat Ünvar, Kaloyan Velkov, Vili Viorel Paun, Said Nesar Hashemi ve Fatih Saraçoğlu hayatlarını kaybetmişlerdi.
Rathjen, saldırının ardından evine dönerek annesi Gabriele Rathjen’i öldürdükten sonra intihar etmişti.
Mölln ve Solingen’den ders çıkarmayan Almanya NSU’yu görmezden geliyor…
Möln, Solingen ve Hanau’da olduğu gibi, 2000-2006 yılları arasında sekiz Türk ve bir Yunan vatandaşı Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) isimli ırkçı terör örgütünün cinayetine kurban gitmişti. Ne var ki emniyet ve istihbarat birimleri ırkçı motivasyonlu cinayetlerin üzerine gitmedi.
NSU, ilk cinayetini 9 Eylül 2000’de işledi. Böhnhardt ve Mundlos, Nürnberg’de seyyar çiçekçi Enver Şimşek’i 8 kurşunla öldürdü.
19 Ocak 2001’de Köln’de bir İranlıya ait markete bombalı saldırı düzenleyen NSU üyeleri, 13 Haziran 2001’de Nürnberg’de terzi Abdurrahim Özüdoğru, 27 Haziran 2001’de Hamburg’da manav Süleyman Taşköprü, 29 Ağustos 2001’de Münih’te de market işleten Habil Kılıç’ı katletti.
Kılıç’ı öldürdükten sonra 2,5 yıl cinayetlerine ara veren Neonaziler, 25 Şubat 2004’te Rostock’ta döner büfesinde çalışan Mehmet Turgut’u vurdu.
NSU üyelerinin, 9 Haziran 2004’te Köln’de Türklerin yoğun yaşadığı Keup Caddesi’nde düzenlediği çivili bomba saldırısında 22 kişi yaralandı.
9 Haziran 2005’te Nürnberg kentinde döner büfesi işleten İsmail Yaşar’ı öldüren Mundlos ve Böhnhardt, 15 Haziran 2005’te Münih’te Yunan vatandaşı çilingir Theodoros Boulgarides’i, 4 Nisan 2006’da Dortmund’da büfe işleten Mehmet Kubaşık’ı, 6 Nisan 2006’da Kassel’de internet kafe işleten Halit Yozgat’ı ve 25 Nisan 2007’de Alman polis Michele Kiesewetter’i öldürdü.
Beate Zschaepe’nin cinayetler sırasında olay yerinde bulunduğuna ilişkin şimdiye kadar somut kanıt elde edilemedi. 8 Türk ve bir Yunan’ın öldürüldüğü cinayetlerde “Ceska 83” marka silah kullanıldığı tespit edildi.
Bugün de durum farklı değil
Avrupa’nın dört bir yanında yaşanan göçmen problemi, hali hazırda ırkçılıkla mücadele sorununun yaşandığı Almanya’da, yaşanan krizi daha da körükledi.
Alınan önlemlerin yetersizliği, sadece göçmenler tarafından değil Alman siyasetçiler tarafından da gündeme getirildi.
Bild gazetesine açıklamalar yapan Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas, ülkesini ırkçılıkla savaş konusunda tembel olduğu gerekçesiyle eleştirdi.
Alman vatandaşlara, “Koltuklarımızdan kalkmalı ve ağzımızı açmalıyız” çağrısı yapan Maas, “Bizim neslimize özgürlük, hukukun üstünlüğü ve demokrasi hediye olarak verilmişti. Biz bunlar için savaşmak zorunda değildik. Şimdi her şeyi garanti görüyoruz” dedi.
Almanya’nın bu güne kadar gelmiş geçmiş en güçlü şansölyesi olarak tanımlanan Merkel de ırkçılığa karşı tepkisini, “Almanya’da sokaklarda nefrete yer yok” sözleriyle dile getirmişti.
HOLLANDA’DA DURUMDA DEĞİŞİKLİK YOK
Hollanda’da yıllardır yaşanan ırkçı eylem ve söylemlerde bir değişiklik yok. Irkçı partilerin liderleri PVV’li Wilders ve FvD’li Baudet’in eylem ve söylemleri kışkırtıcılığını kaybetmiyor. Irkçıların camilere yaptıkları saldırılar durmuyor.
Ülkeyi yöntenler ve diğer siyasiler, göstermelik kınamalardan başka bir şey yapmıyor. Hemen hemen hiç cezsı olmayan ırkçılık için bir ceza kanunu yapılmıyor.
Bu durumda bize, ‘Görünürde demokrat ve insancıl, gerçekte anti demokrat ve insanlık dışı devletler ve halklar’ demecten başka bir şey kalmıyor.
**********************************************************************
Zamanı olanlar ve dosyalamak isteyenler için Rotterdam ve Schiedam olaylarını altta yineliyorum:
İlhan KARAÇAY’ın analizi:
(İbret alınacak bu analizidosyalayıp saklayınız)
Yorumlar
Kalan Karakter: