Cemal Kaşıkçı, Yüzyılın Anlaşması ve Kuzuların Sessizliği
Kaşıkçı’nın kimliği ve cinayet mahallinin İstanbul olarak seçilmesi, şüphelilerin kural tanımazlıklarından kaynaklanan bir pervasızlık değilse, olayın Ortadoğu’nun geleceği açısından 9/11 hadisesi gibi bir dönüm noktası olma ihtimali hayli yüksek.
Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesi, ilk bakışta, Arap dünyasında daha önce örneklerine çok rastladığımız, kötü bir şöhrete sahip Muhaberat‘ın (Arap dünyasında istihbarat örgütlerine verilen genel isim) muhaliflere karşı sıradan operasyonlarından biri olarak görülebilir. Modern Ortadoğu tarihine ve edebiyatına âşinâ olanlar açısından meşhur yazar Abdurrahman Münif’in romanları ve ünlü muhalif şair Ahmed Matar’ın şiirleri bu tür olayların edebiyata aksetmiş halidir.
Ancak gerek Kaşıkçı’nın kimliği ve gerek cinayet mahallinin İstanbul olarak seçilmesi, şayet olağan şüphelilerin acemiliğinden kaynaklanan bir tesadüf veya kural tanımazlıklarından kaynaklanan bir pervasızlık değilse, bu olayın Ortadoğu’nun geleceği açısından 9/11 hadisesi gibi bir dönüm noktası olma ihtimali hayli yüksek. Hadiseye makro planda bakıldığında, İslam dünyasında değişimi destekleyen Türkiye ile statükoyu temsil eden güçler ve bunların hâmileri arasındaki mücadelenin bir parçası olarak görmek de mümkün.
Ortadoğu ve Arap dünyasındaki geçen yüzyıldan kalma arkaik, antik, pejmürde ve anakronik rejimlerin yerine halkın iradesine istinad eden yönetimlerin geleceği ümidi ve iyimserliğine neden olan “Arap Baharı” sürecinin bizlere sürekli demokrasi, şeffaflık ve insan hakları diskurları çeken Batılı emperyal güçlerin de teşvikiyle, Mısır ve Suriye örneklerinde görüleceği üzere, karşı devrimler vasıtasıyla önce sonbahara ve hemen akabinde kışa dönüşmesinin ardından, ABD’nin liderliğinde gerçekleştirilmeye çalışılan “Yüzyılın Anlaşması” projesinin çöküşüne de sebep olabilir.
Yüzyılın Anlaşması ve veliaht prense biçilen rol
Suriye meselesinde Türkiye’yi daha önce ayrı cephelerde olduğu Rusya ve İran ile işbirliğine iten eski stratejik müttefikimiz ABD’nin tutumu Rusya, İran ve Türkiye’den oluşan ve Katar’ı da dahil edebileceğimiz bir “Kuzey Cephesinin” oluşumuna sebep olmuştu. Suriye’nin doğusunda eski müttefiki Türkiye’nin ısrarla itirazına rağmen PKK’nın Suriye şubesi örgütleri destekleyen ABD, böylece Rusya’ya karşı da bölgede önemli bir kozu elinde tutmakta, kendisinin ve İsrail’in varoluşsal düşmanı İran’a karşı damadı Kushner’in orkestra şefliğinde özellikle Körfezde İslam dünyasında selefi akımları ve parayı temsil eden Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne Arap dünyasında nüfusuyla, tarihsel olarak, ordu ve kültürü temsil eden karşı devrim sonrası Mısır’ı eklemleyip, İsrail ile birlikte bir güney cephesi oluşturmaya çalışmaktaydı. Zira İsrail gibi Suudi Arabistan liderliğindeki Körfez ülkeleri de Şii İran’ı kendi varoluşları açısından tehdit olarak görmekteler. Bu devletleri birleştiren bir unsur da hem Körfez monarşilerinin hem de Mısır’ın yönetiminin ve hatta İsrail’in varoluşssal bir tehdit olarak gördükleri İhvan-ı Müslimin’di (Müslüman Kardeşler). Güney Cephesini oluşturan ABD, Körfez’i Hem Arap Baharı süreçlerine hem de İran tehdidine karşı bir sigorta olarak İsrail’le birlikte ortak hedef İran ve İhvan’a karşı korumayı hedeflemekteydi. Tabii bu projenin diğer bir ayağı olarak “Yüzyılın Anlaşması” adı verilen alt-projeyle Filistin’in Kudüs dahil neredeyse tamamı İsrail’e verilmekteydi.
ABD, bu amaçla Suudi Arabistan hanedan sistemindeki yatay yapıyı değiştiren ve Kral Selman’ın ardından gelecek veliaht sisteminde lineer bir dönüşüm ile oğlu Muhammed’in gelmesini sağlayan kansız devrimi desteklemişti. Böylece Suudi Arabistan’da hanedan sisteminde Kral Abdülaziz’in oğulları arasında yatay olarak seyreden +70 ve hatta +80 kralların iktidara gelmesine yol açan sistem değiştiriliyor ve otuzlu yaşlardaki veliaht Muhammed b. Selman’ın uzun yıllar sürecek iktidarı garanti altına alınıyordu.
ABD ve Batı basını tarafından Suudi Arabistan’ın 2030 vizyonunun kurucu babası, reformcu bir lider olarak tavsif edilen veliaht prensin fotoğrafı, Time ve Bloomberg Bussiness gibi dergi kapaklarını süslüyordu. Veliaht prensin, yolsuzlukların önlenmesinin yanı sıra (Ritz Carlton’daki müsadere olayı) özellikle kadınların giyimini denetleyen Suudi ahlak polislerinin yetkilerinin kısıtlanması, kadınların araba kullanması, maçlara gidebilmesi, kızların beden derslerine girebilmesi gibi kozmetik reformları, New York Times’ın Ortadoğu uzmanı yazarı Thomas L. Friedman tarafından Suudi sitili Arap Baharı sürecinin başlangıcı olarak değerlendiriliyordu. Hatta o günlerde Arap dünyasını genellikle ABD basınından İngilizce olarak takip eden basınımızın güzide dış haberler servisleri de bu haberleri Türkçe’ye çevirerek yayımlıyordu.
ABD'nin planları boşa çıkabilir
Şayet basında yazılanlar ve televizyon kanallarında söylenenler doğruysa çok şey bilen Cemal Kaşıkçı gibi mutedil bir muhalifin boğularak öldürülmesinin ardından cesedi “Kuzuların Sessizliği” filminde Anthony Hopkins’in çok başarılı oyunculuğunu hatırlatacak tarzda yok edilmekteydi. Kaşıkçı'nın cesedinin, bir adli tıp uzmanı tarafından, müzik eşliğinde, meşhur filme telmihen Hannibal Lecter’i hiç aratmayacak şekilde elektrikli testereyle parçalara ayrılması karşısında ABD başkanı Trump, reelpolitiğin şahikalarına tırmanarak “Kuzuların Sessizliği” rolünü oynayacakmış gibi görünüyor.
Ancak İran ve İhvan karşıtı Güney Cephesini kuran ABD’nin bundan sonra bu reformcu lider kimliğini bize ve dünyaya nasıl anlatacağı sorusu cevapsız kalıyor. Bu meyanda Trump’ın iktidara geldiği dönemden beri kurmaya çalıştığı sözde “Yüzyılın Projesi” Teoman’ın meşhur paramparça şarkısında olduğu gibi hezarpâre olarak hâk ile yeksan ve hurdahaş olabilir. Şayet böyle olursa bunda en büyük pay, İstanbul’un en mutena semtlerinden birinde, insanların güvenliklerinden en emin olarak girebileceği bir konsoloslukta cereyan eden ve Türkiye’nin hükümranlığına pervasızca posta koyan, ülkemizin ve cumhurbaşkanımızın Arap Sokağındaki karizmasını çizmeyi hedefleyen ve Türkiye’de özgürce hareket edebilen Arap muhalefetine gözdağı vermeyi amaçlayan bu hadiseyi tereyağından kıl çeker gibi çözebilen Türkiye’nin olacaktır. Böylece içinde bulunduğumuz Kuzey cephesi önemli bir stratejik kazanım elde edecektir. Bu hadiseyle ABD liderliğindeki Güney cephesi ve Yüzyılın İttifakı projesinde ecnebi tabiriyle “party is over” yani hitama ermiş olabilir. Yazımızı her zaman olduğu gibi hikmetli bir son sözle bitirelim.
Son söz: “Gerçeklerin bir gün ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır”.
“Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
[Prof. Dr. Cengiz Tomar Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi Rektör Vekili olarak görev yapmaktadır]
FACEBOOK YORUMLAR