Bölgesel güvenlikte Türkiye'nin yeni rolü

Başkan Trump’ın güvenlik meselelerini Türkiye’ye devretme kararı, Türkiye'ye en üst seviyede bir bölgesel güvenlik rolünü 70 yıl geç de olsa nihayet veriyor; bir Amerikan deyişindeki gibi: "Hiç olmayacağına geç de olsa olsun."

Bölgesel güvenlikte Türkiye'nin yeni rolü
Editör: Turkinfo.nl
02 Ocak 2019 - 08:47

“İngiliz Büyükelçisinin özel kalemi, amirinin, [ABD] Dışişleri Bakanıyla, kendisine Majestelerinin Hükümeti'nden resmi ve önemli bir mesaj anlamı taşıyan 'mavi bir kâğıt parçası' iletmek için görüşebileceği konusunu acil bir şekilde arz etti... Henderson kısa bir müddet sonra bir değil, iki belge aldı. Belgeler şok ediciydi. Yunanistan ve Türkiye’ye yönelik İngiliz yardımı, altı hafta içinde sona erecekti… İngilizlerin artık iki ülke konusunda da önemli derecede bir yardımlarının olması beklenemezdi. Majestelerinin Hükümeti, hem Yunanistan hem de Türkiye'de bu yükü üstlenebileceğimizi samimiyetle umut ediyordu."



-- Eski ABD Dışişleri Bakanı Dean Acheson, 21 Şubat 1947'deki olayları "Present at the Creation" adlı hatıratında anlatıyor



"Bakın size ne diyeceğim...Sizin olsun. Ben gidiyorum."



-- ABD Başkanı Trump, kuzeydoğu Suriye’deki güvenlik sorumluluğunu Türkiye'ye devrederken, 14 Aralık 2018



ABD Başkanı Donald Trump'ın ABD güçlerini Suriye'den çekme kararı, ABD'de 'tam kapsamlı' bir siyasi öfke ile karşılandı. ABD'nin her türlü geri çekilmesinin yasını tutan aşırı sağcı Cumhuriyetçi şahinlerden tutun da ABD'nin "Suriye Demokratik Güçleri" (SDG)'li ortaklarının kaderiyle ilgili ellerini ovuşturan liberal merkezcilere ve solculara, geri çekilmenin ilan edilmesinden sonra gelen kınama mesajları üst perdeden ve öfke doluydu.



Şaşmaz bir PKK/PYD destekçisi olan New York Times (ki, PKK ABD devlet kurumları tarafından "terörist" olarak tanımlanmış bir terör örgütüdür), Suriye'nin ve SDG'nin akıbetinin ne olacağıyla ilgili ağıtlar yakan ve alarm zilleri çalan bir dizi başyazı ve makale yayınladı. SDG'nin, PKK'nın ABD kamuoyu haricinde kimseyi kandıramayan Suriye şubesinden başka bir şey olmadığı ve bu gerçeği kamufle etme gayretlerinin müthiş derecede sırıttığı gerçeğine rağmen yaptılar bu yayınları.



David Halbfinger'ın, Trump’ın kararının “Ortadoğu’nun jeopolitiğini aniden karıştırdığını” iddia ettiği 20 Aralık tarihli “ABD'nin Suriye’den Çekilmesi Ortadoğu’yu Allak Bullak Etti" başlıklı makalesi çok tipikti. Halbfinger, belli ki bölgeye daha yeni gelmiş. Buralarda PKK dışında hiç kimsenin "allak bullak" olduğu falan yok. Suriye'deki asıl aktörler Rusya, İran ve Türkiye, son iki yıldır ülkenin kaderini müzakere ederken ABD, kuzeydoğu Suriye'deki PKK kantonuna tırlarca silah taşımakla meşguldü.



Nitekim, Başkan Obama'nın 'topu elinden düşürerek' Rusya’nın Suriye’de hâkimiyet ortaya koymasına müsaade ettiği 2012-2013'ten beri ABD'nin oradaki hadiselerin üzerinde ancak 'çok azla hiç' arası bir skalada etkisi olabildi. Alışılageldik insan hakları edebiyatı ve ABD iç kamuoyunda tüketilmek üzere ara ara gerçekleştirilen Tomahawk saldırılarına rağmen, “hiç olmayan meşhur kırmızı çizgileri” ABD'nin, Suriye krizini yeni bir istikamete doğru itme konusunda ne bir isteği ne de kabiliyeti olduğunu gösterdi.



Bunun yerine, ABD yönetimleri, işlerin yolunda gittiğine dair ancak ve ancak ABD kamuoyunu ikna edebilen bir suret cambazlığı ve medya manipülasyonu yapmayı tercih ettiler. Başkan Obama'nın eski dış politika danışmanı Ben Rhodes'un New York Times Magazine'den David Samuels'e [1], bir ABD yönetiminin dış politika meselelerinde tek yapması gereken şeyin, ne yayınlamaları gerektiğini medya kuruluşlarına söylemek olduğuna dair açıklamasından da ABD kamuoyu bir ders almadı. Dolayısıyla, ABD yönetiminin kamuoyunu kandırma gayretleri, Türkiye'nin içinde bulunduğu bölgede üç-beş kişi hariç kimseyi etkileyebilmiş değil. “[ABD kamuoyu] resmen hiçbir şey bilmiyor,” iddiasında bulunmuştu Rhodes; bu sayede herhangi bir ABD yönetiminin tek yapması gereken şey, bilinmesini istediği bilginin propagandasını yapmaktır; bundan sonra herkes anlatılan hikayeyi kesinlikle yutacaktır.



Netice itibariyle, ABD'nin Suriye konusunda elde ettiği yegâne başarı, kendisini çok yoğun, ezici bir şekilde kandırması olmuştur; Trump'ın kararıyla ilgili koparılan bütün yaygara, bu "başarı" yanılsamasından ve sahte dürüstlük gösterileriyle mevcut iktidarsızlığı gizleme çabalarından ileri gelmektedir. Sonuç olarak, Başkan Trump'ın kararının Türkiye'de ortaya çıkardığı duygular kimisinde ancak kerahetle dolu bir eğlenme hissi olurken kimilerinde de bildiğiniz, başkalarının mutsuzluğundan keyif alma haliydi.



ABD sonrası Suriye

Şimdilik en önemli mesele, ABD'nin kuzeydoğu Suriye'den çekilmesinin, Suriye rejiminin ancak PKK/PYD/YPG'yle işbirliği yaparak doldurabileceği bir güç boşluğuna yol açıp açmayacağı. Kimse bu ihtimale şaşırmış gibi yapmasın, zira PKK/PYD/YPG'nin geçmişte her ne zaman gerekli gördüyse tam olarak yaptığı şey, Şam'la işbirliğine gitmek olmuştur. Bu ihtimali bertaraf etmek için, Türkiye ve ABD, devir-teslimi koordine etmeye çalışıyor.



ABD'nin resmi açıklamalarında, ayrıca, tamamen geri çekilme için en fazla üç aylık bir süre öngörüldüğüne işaret edildi. Bu açıklama, ABD’nin Suriye’den çekilmesinin birkaç ay boyunca yakından gözlemlenmeye ihtiyaç duyacağı anlamına geliyor. Türkiye için hayati öneme sahip bir diğer konu, ABD’nin PKK/PYD/YPG’ye verdiği silahların toplanması. ABD'nin bu silahların geri alınacağını defalarca iddia etmiş olmasına rağmen bu konuda büyük ve haklı şüpheler var. Açıkçası, ABD'nin çekilmesinin ve silah toplama işlemlerinin tatmin edici bir şekilde neticeye ulaştığına, ancak Türk istihbarat ve güvenlik görevlileri ABD’nin PKK’ya sağladığı tüm silahları geri alarak gerçekten de toplanıp eve döndüğüne dair kamuoyuna bir açıklama yaptığında inanacağım.



Orta Doğu Komutanlığı'ndan Suriye'ye

Görüşü daha net olan gözlemcilerin üzerinde durması gereken şey, bu kararın tarihsel anlamıdır. ABD, İngilizlerin bölgenin güvenlik sorumluluklarını paldır küldür kendisine devrettiği Şubat 1947'den beri Doğu Akdeniz'i kendisinin 'tepinme sahası' olarak görüyor. Geçtiğimiz 70 yıl boyunca ABD, anlamadığı, ama jeopolitik stratejinin mantığına göre de kendi kontrolünde kalmasını gerektiren bir bölgede, müdahaleden müdahaleye ve felaketten felakete tökezleyerek, “uzmanlık, planlama ve ekipmandaki eksikliklere rağmen işi düşe kalka da olsa kotarmak” şeklinde özetlenebilecek meşhur İngiliz usûlü iş yapmanın kendi versiyonunu gerçekleştirdi.



Başkan Harry Truman ve Dışişleri Bakanı Dean Acheson tarafından kuvvetle desteklenen bir Orta Doğu Komutanlığı (MEC) için tasarlanan özgün plan uygulanabilmiş olsaydı, bu felaketlerin en azından bir kısmı engellenebilirdi. Türkiye (ve Yunanistan'ın) NATO’ya kabul edilmesinin gerekçelerinden biri, NATO'nun, Türkiye'nin başlıca bir rol oynayacağı bir Doğu Akdeniz güvenlik yapısının önerilen kuruluşu olmasıydı. Daha sonra da Türkiye'nin bölgeye dair bilgisi bölgeyi etkileyen sorunlara daha doğrudan uygulanabilirdi.



İsmi sonradan Orta Doğu Savunma Teşkilatı (MEDO) olarak değiştirilen Orta Doğu Komutanlığı (MEC), Eisenhower yönetiminin bölgeden yükselen güçlü direniş karşısında planı sürdürmemeye karar vermesi nedeniyle asla gerçekleşmedi. Onun yerine nihayetinde başarısızlığa mahkum olan Bağdat Paktı ve aynı şekilde başarısızlığa mahkum olan Merkezi Antlaşma Örgütü gibi başka düzenlemelere gidildi.



Günümüzde Türkiye'nin bölgedeki itibarı, sanayileşen ekonomisi ve gelişmiş askeri kapasiteleri ile birlikte büyük ölçüde artmıştır. Başkan Trump’ın güvenlik meselelerini Türkiye’ye devretme kararı, dolayısıyla, Türkiye'ye en üst seviyede bir bölgesel güvenlik rolünü 70 yıl geç de olsa nihayet veriyor; bir Amerikan deyişindeki gibi: "hiç olmayacağına geç de olsa olsun."



Türkiye, geçtiğimiz yirmi yılda çok sayıda örneğin de ortaya koyduğu gibi, hayati güvenlik yüklerini üstlenebilecek kabiliyete sahip. Afganistan gibi yerlerde üstlendiği işbirliği temelli güvenlik vazifeleri, Türkiye'nin gelişmekte olan kapasitesinin erken göstergelerinden biriydi. Fakat Türkiye'nin kuzey Suriye’deki son derece başarılı operasyonları -Fırat Kalkanı Harekatı ve Zeytin Dalı Harekatı- aynı zamanda Türkiye'nin zorlu arazilerde karmaşık askeri operasyonları bağımsız bir şekilde planlayıp yürütebileceğini kanıtladı. Obama yönetimi, ancak daha belirgin olarak Başkan Obama, Ben Rhodes ve Dışişleri Bakanı John Kerry Türkiye'nin kapasitelerini altı yıl önce takdir edip de onlara güvenmiş olsaydı, bu dönemde Türk-Amerikan ilişkilerini sarsan olumsuz gelişmelerin çoğunu savuşturmuş olabilirdik. Başkan Trump'ın, Suriye çatışmasında mündemiç meseleleri tam olarak ne derecede anlayabildiği konusu net değil, ancak önemli bir bölgesel güvenlik meselesi konusunda Türkiye'ye güvenmek, doğru tercih oldu.



Sonuç olarak, Türkiye, Türkiye'nin dış politikası ve Türkiye'nin Doğu Akdeniz ve NATO'daki rolü için yeni bir dönem başlamıştır. Dean Acheson bugün hayatta olsaydı eminim ki bu kararı sadece onaylamaz, aynı zamanda ABD'nin ve NATO'daki ortaklarının, mantıklılığı bu kadar ortada olan bir şeyi yapması neden bu kadar uzun sürdü, merak ederdi.



Bu kararın sadece Türkiye'ye değil, tüm bölgeye hayırlar getirmesini dilerim.



[1] https://www.nytimes.com/2016/05/08/magazine/the-aspiring-novelist-who-became-obamas-foreign-policy-guru.html



Mütercim: Ömer Çolakoğlu



[1999 yılından bu yana İstanbul'da yaşayan Adam McConnel, Sabancı Üniversitesi'nde Türk tarihi dersleri vermektedir. Tarih alanındaki yüksek lisans ve doktora derecelerini de aynı üniversiteden almıştır]


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum

Tüm gelişmelerden haberdar olmak için Turkinfo Hollanda Haber'i:

Adreslerinden takip edin!