BBC Türkçe ve yalan haber provokasyonu
Son çeyrek asırda giderek yaygınlaşan ve gündelik hayatımızın önemli bir parçası haline gelen internet teknolojileri, bugün demokrasiler açısından bir tehdit olarak algılanabildikleri bir noktaya geldiler.
Konvansiyonel güvenlik doktrinlerinde değişime yol açan dijitalleşme pratikleri, devletlerin güvenlik konseptlerinde de bir dizi değişikliği zorunlu kıldılar. Öyle ki dijital alanlar üzerinden seçmen davranışlarına etki ederek seçimlere müdahale edilebilmesi, 2016 ABD Başkanlık seçimlerinden bu yana dünya siyasetinin ana gündem maddelerinden biri olarak tartışılıyor. Algoritma ve kişiselleştirilmiş veri setlerinden hareketle kitleleri manipüle etme politikası, bu açıdan son dönemin en kritik konularından biri olarak karşımızda duruyor. Kriz siyaseti üretme açısından bir hayli elverişli zemine sahip olan internet mecraları, devletler açısından birer ulusal güvenlik sorunu haline gelmiş durumdalar. Nitekim 2015 sonrası dünyada başta Avrupa ülkeleri olmak üzere dünyanın farklı bölgelerinde dijital alanlara düzenleme getirme anlayışı bir ulusal güvenlik ve egemenlik (digital sovereignty) konusu olarak ele alınıyor.
Yalan haber konusu son dönemde Türkiye’de de bir ulusal güvenlik sorunu olarak tartışılıyor ve bu alanda ortaya çıkan tehditler giderilmeye çalışılıyor. Özellikle seçim dönemleri ve kriz anlarında sosyal medya üzerinden söylem üstünlüğünü ele geçirmek isteyen aktörler, dijital alanları yoğun biçimde kullanmaktalar. 2017 yılında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi referandumu, 2018 yılındaki milletvekili ve cumhurbaşkanlığı seçimi, ardından 2019 yılındaki yerel seçimlerde dijital alanlar üzerinden siyasete etki edilmeye çalışıldı ve yalan haberler aracılığıyla gündem suikastları yapıldı. Benzer biçimde son haftalarda Türkiye’nin farklı noktalarında meydana gelen orman yangını ve sabotajlarının yanı sıra sel gibi doğal afetler sırasında da yalan haberler çok yoğun biçimde dolaşıma sokularak yine bir dezenformasyon siyaseti izlendi. 2023’e gidilen süreçte özellikle mülteci ve yabancı karşıtlığı üzerinden işlevsel kılınan dijital alanlar, Türkiye’nin sosyo-politik geleceği açısından açık bir ulusal güvenlik sorununa işaret ediyor.
BBC Türkçe ve yalan haber provokasyonu
Hem yazılı hem görsel medya içeriklerinin editöryel mekanizmalarından bağımsız bir biçimde dolaşımı, bilginin mutlak biçimde demokratikleşmesi olarak yorumlanmalı. Nitekim enformasyon kaynaklarında ortaya çıkan niceliksel artış, nitelik açısından her zaman olumlu bir etki yaratmıyor. Öyle ki yüz milyonlarca kullanıcısı olan dijital platformlar istenildiği takdirde bilginin manipüle edildiği ve siyasete müdahale edildiği yerler haline gelebiliyor. Son dönemde Türkiye’deki medya ortamının çoğulculaşması bağlamından ziyade kriz ve yalan haberler ile gündem olan uluslararası medya ve ilgili medyaların Türkiye temsilcileri, Türkiye’ye yönelik çok yoğun bir içerik üretimi siyaseti izlemekteler. Türkiye’deki medya ortamını niceliksel olarak dönüştüren bu ilgi, medyanın çoğulculaşması açısından önemli bir katkı sunmakla birlikte son dönemde izlenen yayın politikaları itibarıyla herhangi bir egemen devletin kabul edemeyeceği bir düzlemde ilerliyor. Kovid-19 pandemisinin başlangıcından bu yana güvensizlik ve risk algısı üzerinden krizleri derinleştirme maksadıyla ciddi bir çaba içinde olan söz konusu medya, Türkiye’de ciddi ölçüde gündem suikastları gerçekleştiriyor.
Son dönemde Afgan mülteciler üzerinden tartışılan düzensiz göç konusu da dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yoğun bir enformasyon akışı içerisinde haberleştiriliyor. Habercilik pratiği ile içerik üreten yabancı medya ve Türkiye temsilcileri zaman zaman da ciddi bir yalan haber siyaseti ortaya koymaktalar. Geçtiğimiz günlerde BBC Türkçe tarafından Afgan göçmenlerle ilgili yayınlanan haber, yalan haber açısından seçkin bir örneklik teşkil ediyor. BBC Türkçe tarafından yapılan haberde İngiltere’nin “Pakistan ve Türkiye gibi ülkelerde Afgan mülteciler için merkezler kurma planı” olduğu ifade edildi. İngiltere Savunma Bakanı Ben Wallace’ın Mail On Sunday gazetesi için yazdığı ve içinde Türkiye’nin adının geçmediği makaleye atıfta bulunan haberde Türkiye’nin ısrarla anıldığına şahit olduk. Wallace’ın “İngiltere’ye getirmekle yükümlü olduğumuz Afganlar için Afganistan dışındaki bölgelerde bir dizi merkez kuracağız” şeklindeki açıklamalarına ısrarla Türkiye’yi ekleyen ve Türkiye’nin önemli sayıda Afgan göçmen için bir merkez olacağı temasını kamuoyunun gündemine sokan BBC Türkçe, hiç kuşkusuz habercilik pratiğinden uzak bir yayın siyaseti izliyor.
Gündem oluşturmak için yalan haber üreten ilgili medyanın, Türkiye’deki bazı muhalefet temsilcileri tarafından herhangi bir teyit mekanizmasına başvurmaksızın alımlanması da önemli bir soruna işaret ediyor. Nitekim yalan haberin dijital mecralar üzerinden dolaşıma sokulmasının ardından popüler figürler aracılığıyla kitlelere duyurulması, yalan haberin etkisini artırma konusunda önemli bir işlev görüyor. Yalan haberlerin yabancı karşıtlığını siyasi bir enstrümana dönüştüren siyaset yapıcılardan bu derece destek görmesi ise kamu otoritesi açısından önemli bir soruna işaret ediyor. İlgili haberin hem geleneksel hem de yeni medya ortamlarında tartışılmasının ardından Dışişleri Bakanlığının söz konusu haberi yalanlayan açıklamaları kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi açısından önemli idi. Aynı şekilde İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un büyük bir titizlikle konunun bütün boyutlarını ortaya koyan açıklamaları, BBC Türkçe’nin ortaya attığı yalan haber siyasetini etkisiz kıldı ve ilgili haber kaynağını konuyla ilgili bir özür metni yayınlamaya mecbur bıraktı. Benzer bir tepki de Bakan Wallace’dan geldi; Wallace konu hakkında spekülasyonda bulunarak dezenformasyonu derinleştirmeye çalışan The Times’ı yalan haberi gerekçesiyle eleştirdi. Karşı bilgilendirme ve dezenformasyon siyasetini engelleme adına ortaya koyulan bu çaba, kamuoyunun doğru bilgiye erişimi anlamında önemli bir boşluğu doldurduğu gibi Türkiye’deki siyasete etki etme çabalarını da boşa çıkarıyor. Türkiye’de cari iktidara muhalefet eden aktörlerle bütünleşik bir medya görüntüsü ortaya koyan uluslararası basın ve Türkiye temsilcileri, Türkiye’ye yönelik muhalefetlerini adım adım derinleştirdiler. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin hayata geçirildiği 2018 yılından bu güne kadar hemen her dönemde muhalif bir pozisyon sergileyen söz konusu medya kuruluşları, zamanla bu tutumu kategorik bir karşıtlığa dönüştürdüler.
Gelecek on yılların tartışması: Dijital egemenlik
Devletler için ulusal güvenlik sorunu haline gelen dijital alanların istismar edilmesi sorunu, gelecek dönemde çok daha fazla tartışılacak. Nitekim Batılı ülkeler bu alanlar üzerinden kendi ülkelerinin egemenliklerini tehdit edecek girişimlere karşı çok ciddi tedbirler almaktalar. Örneğin İngiltere’nin resmi iletişim düzenleyicisi olan Ofcom (Office of Communications) İngiltere’de yayın yapan Çin devlet televizyonu şirketinin yayın lisansını, Komünist Parti’nin televizyonun yayın politikaları üstündeki etkisi ve yaptığı propaganda faaliyetleri nedeniyle iptal etti. Benzer biçimde Almanya’da internet alanındaki habercilik çalışmalarını bir televizyon kanalı ile güçlendirmek isteyen Russia Today’e yayın lisansı verilmemekte. Rusya’nın dijital alanlar ve medya üzerinden yaptığı iddia edilen ulus-ötesi dezenformasyonlarının engellenmesi ve Putin’in propagandalarına aracılık ettiği iddiası, Russia Today’e lisans verilmemesindeki ana etken olarak tartışılıyor.
Her iki örnek de egemen devletlerin kendi egemenliklerini tehdit edebilecek medya ortamları ve bu alanlar üzerinden oluşabilecek olası tehditleri ne denli ciddiye aldıklarını gösteriyor. Uzun süredir “beşinci kol” üzerinden tartışılan medya manipülasyonlarına yönelik Türkiye’nin atacağı adımlar da hiç kuşkusuz yakın gelecekte dijital egemenliğin tesis edilmesi konusunda büyük rol oynayacaktır.
[İletişim teorileri, Oryantalizm, İslamofobi, Basın Özgürlüğü, Yalan Haberler ve Medya-Terör İlişkisi konuları üzerine uzmanlaşan Doç. Dr. Turgay Yerlikaya İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesidir]
FACEBOOK YORUMLAR