Batı medyasının Türkiye erken seçimlerine yaklaşımı
AGİT Türkiye'de yapılan seçimleri 2002 yılından beri izliyor ve Türkiye'ye geçmişte yaptığı bütün seçimlerle ilgili olarak düzenli bir şekilde 'sıhhatli' raporu vermiş bulunuyor.
Dünyanın dört bir yanındaki sıradan insanların, meşhur Batılı haber kuruluşlarından olup bitenler hakkında kendilerine nesnel ve dengeli haberler vermesini bekledikleri bir gerçek. Öte yandan, medya alanında çalışan akademisyenlerin son birkaç on yılda ortaya koyduğu, Batılı haber kuruluşlarıyla faaliyet gösterdikleri ülkelerin hükümetleri arasında (özellikle de uluslararası ilişkiler alanında) “simbiyotik” bir ilişki olduğunun altını çizen fazla sayıdaki araştırmayı dikkate alarak, medyaya daha az güvenme eğiliminde oldukları ise diğer bir gerçek.
Bu simbiyotik yaşam -mülkiyetten örgütsel rutinlere, oradan da o modası geçmiş “cânım” vatanseverliğe kadar- çeşitli yapısal, ekonomik ve ideolojik faktörlerin bir sonucu. Bu neticeyle uyum içinde, ABD ve İngiliz ana-akım medyasının 11 Eylül sonrası olaylara ve 2003 yılında ABD öncülüğünde Irak'a açılan savaşa yönelik sergilediği yaklaşımda da görülebileceği gibi, profesyonel gazetecilik normları ve değerlerinde yaşanan irtifa kaybı birçok örnekte gözlemlenebiliyor. Ne yazık ki 2018'deki durum da bundan çok farklı değil. Zira Türkiye'deki erken seçimlere yönelik Batı medyasında çıkan haberler önyargılı ve sansasyonel; zaman zaman da iftira niteliği taşıyor.
Örneğin Fransız haftalık dergisi Le Point 24 Mayıs'ta “Diktatör Erdoğan” başlığıyla bir makale yayımladı. Okuyucular yaklaşan seçimler hakkında daha fazla bilgi sahibi olmayı beklerken, hikayenin içine oturtulduğu çerçeve sadece alakasız değil, aynı zamanda tamamen yanıltıcıydı da. Oysa bu derginin -Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki çok sayıda gerçek diktatörü eleştirdikleri görülmeyen- editörlerinin ev ödevlerini yaparak, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) da dahil olmak üzere, uluslararası örgütlerin Türkiye hakkındaki raporlarını kontrol etmeleri daha büyük bir hayra vesile olabilirdi.
Avrupa'da gerçekleştirilen seçimleri izlemekten sorumlu olan AGİT, 2015 yılında Türkiye'deki hukuki mevzuatın çerçevesini övmüş ve bu çerçevenin özgür ve demokratik seçimlerin gerçekleştirilmesine çok elverişli olduğunu söylemişti. Belki Le Point bundan habersiz, fakat AGİT Türkiye'de yapılan seçimleri (cumhurbaşkanlığı seçimleri de dâhil), sağlık derecelerini tespit etmek için 2002 yılından beri izliyor ve uluslararası uzmanlardan oluşan çok güçlü ekipleri, seçimlerin demokratik seçimler için tayin edilmiş uluslararası standartlara uygun olup olmadığını kontrol etmeleri için ülkenin her yanına gönderiyor ve geçmişte yaptığı bütün seçimlerden sonra Türkiye'ye düzenli bir şekilde “sağlıklı” raporu veriyor.
Benzer şekilde The Washington Post 24 Mayıs'ta "Erdoğan'ın iktidarı ele geçirme çabası kargaşa doğuruyor" başlıklı bir analiz yayımladı. Bu makalede anahtar niteliğinde iki çerçeve tespit edilebilir. Konu Türkiye'de özgür ve rekabetçi seçimlerin düzenlemesiyle ilgili olsa da, birinci çerçeve, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı bir kez daha bir diktatör olarak tasvir etmeyi amaçlıyor. İkincisi ise "kargaşa" çerçevesi ki bununla da yazar, Türkiye'nin siyasi ve ekonomik sahasına olumsuz sıfatlar ve temalar atfedebilmek için, son zamanlarda yaşanan kur oynaklığını abartıyor. Bu durum Türkiye'yi, güçlü kurumları olan ve son 15 senedir sağlam bir ekonomik performans sergilemiş bir ülke yerine bir tür “muz cumhuriyeti” gibi göstermeye matuf bir teşebbüs olarak değerlendirilebilir. Ayrıca yazar, ne işine özenen her analistin yapacağı gibi Türk lirasına yapılan saldırıları araştırma zahmetine katlanmış ne de bu işlerin arkasındaki uluslararası tüccarların kimliğini veya amaçlarını ortaya çıkarmaya çalışmış. Dahası, Le Point'ın makalesinde de olduğu gibi, farklı bakış açılarına yer vermek suretiyle yazıyı dengelemek için bir çaba da sarf edilmemiş.
Bunlar önyargılı makalelerin oluşturduğu hacimli bir katalogdan birkaç örnek sadece. Daha da endişe verici olan, Le Point, The Washington Post ve diğerlerinin haber metinlerini oturttuğu çerçevelerin, bazılarının zannettiği gibi sadece özensiz gazeteciliğin emareleri falan olmaması. Bilişsel dilbilim alanını kapsamlı bir şekilde araştıran akademisyen Georges Lakoff, uluslararası sahnede yükselişte olup rekabetçi bir şekilde ortaya çıkan güçleri şeytanlaştırmak için, Batılı siyasi elit tarafından kullanılan “söylemsel bir aygıt”tan bahsediyor. Lakoff özellikle ABD dış politika gündemini sürdürmekte kullanılan merkezi önemi haiz “kişi olarak millet” metaforunda, bütün bir milletin liderinin şahsıyla özdeşleştirildiğini gözlemledi. Bu metafor, söz konusu lidere karşı olan menfi hisleri yönlendirmek için düzenli bir şekilde kullanılır. Maksat ise sadece bu kişiyi aşağılamak ve siyasi konumunu zaafa uğratmak değil, aynı zamanda bütün bir millete üstünlük taslamak, vatandaşlarının moralini bozmak, geleceklerine ve kaydedilen ilerlemelere dair şüpheye düşürmek ve hem lideri hem de milleti Batının çıkarlarının karşısında duruyor gibi göstermektir. Bu adım, bu kişi ve temsil ettiği millete karşı (devlet yıkmanın çok daha geniş stratejilerinin bir parçası olarak) fiziki hamleler yöneltmenin bir ön adımı olarak kabul edilir.
Bugünler haber tüketicileri için insanı gerçekten hayrete sevk eden günler olsa da, Batının ana-akım haber kuruluşlarının uluslararası olaylar hakkında yaptığı haberciliğin güvenilir olup olmadığı sorusu geçerliliğini hâlâ koruyor. Belli liderler ve onların milletlerine dair olumsuz izlenimler üretmek kastıyla, alt metinleri olan, karmaşık imgeleme ve temsil araçlarının kullanımı, bu tartışmayı ancak daha da hararetlendirecektir.
Mütercim: Ömer Çolakoğlu
[TRT World Araştırma Merkezi müdürlüğü görevini yürüten stratejik iletişim uzmanı Dr. Tarek Cherkaoui "The News Media at War: The Clash of Western and Arab Networks in the Middle East" kitabının yazarıdır]
FACEBOOK YORUMLAR