Başkonsolosluktan muhbirlik mesajı ve gazeteci Ebru Umar'ın tutuklanma olayı
Konuların en objektif ve sağlıklı analizini eski Başkonsolos Orhan Ertuğruloğlu yaptı
Hollanda son iki haftadır iki ilginç olay ile kaynıyor.
Bunlardan birincisi, Rotterdam Başkonsolosluğumuzun yurttaşlara göndermiş olduğu muhbirlik çağırısı, diğeri de Türk asıllı gazeteci Ebru Umar’ın, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a hakaret ettiği gerekçesiyle tutuklanması.
Rotterdam Başkonsolosluğumuz, Hollanda'da yaşayan Türkiye kökenli göçmenlerden, e-posta
ya da sosyal medya aracılığıyla Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Türkiye hakkında hakaret içerikli paylaşımlar yapanları ihbar etmelerini istedi.
Hollanda'daki Türkiye kökenli sivil toplum kuruluşları bir elektronik posta adresinden (info.cgrotterdam@mfa.gov.tr) birer e-mail aldılar.
Başkonsolosluk; kuruluşların çalışanları, üyeleri ve onların yakınları ile ilişkide bulundukları vatandaşlara; kendilerine Cumhurbaşkanı, Türkiye ve Türk toplumuna yönelik aşağılayıcı, küçük düşürücü, nefret ve hakaret içeren mesajlar ulaşıp ulaşmadığını sordu.
Eğer bu yönde e-posta ya da sosyal medya mesajı ulaşmış ise, bunları yazanların isimleri ve kullandıkları ifadelerin başkonsolosluğa iletilmesi istendi.
Türk vatandaşlarına gönderilen elektronik postadaki bildiri şöyleydi:
“Sayın Yetkili,
E-posta, posta veya sosyal medya hesapları yoluyla; Sayın Cumhurbaşkanımıza, Türkiye’ye veya genel olarak Türk toplumuna yönelik aşağılayıcı, küçük düşürücü, nefret ve hakaret içeren ifadeler kullanan kişilerden, Sivil Toplum Kuruluşunuzun çalışanlarının, üyelerinin ve yakınlarının ya da çevrenizde bulunan vatandaşlarımızın sosyal medya adreslerine (facebook, twitter gibi ) veya Sivil Toplum Kuruluşunuzun kurumsal posta ya da e-mail adresinlerine bu yönde mesajlar ulaşmış ise,
Sözkonusu mesajların kimlerden geldiği, gönderenlerin isimleri ve yazdıkları ifadeler tespit edilip e-posta yoluyla Rotterdam Başkonsolosluğumuza, yarın (21.04.2016 Perşembe mesai bitimine kadar) gönderilmesini önemle rica ederiz.
Saygılarımızla,
T.C. Rotterdam Başkonsolosluğu
Başkonsolosluğun bu istek çağrısından sonra Hollanda’daki sol görüşlü kuruluşlar isyan bayrağı açtı. Bunu Hollanda medyasındaki tepkiler takip etti. Daha sonra da Hollandali siyasetçiler kınama mesajları yayınlamaya başladı. Tabii ki hükümet yetkilileri de harekete geçti ve Hollanda’nın Ankara Büyükelçisi de Dışişleri bakanlığımızdan bir açıklama istedi.
Rotterdam başkonsolosluğumuz, Türkiye’yi çok rahatsız eden bu tepkiler üzerine bir açıklama yaptı ve eposta çağrısının bir personel tarafından şehven yapıldığını bildirdi.
Başkonsolosluğumuzun bu açıklaması tepki koyanları tatmin etmedi ve tartışma günlerce sürdü.
Türkiye'nin Rotterdam Başkonsolosluğu tarafından Türk toplumuna yapılan muhbirlik çağrısı, Hollanda Parlamentosu tarafından tepkiyle karşılandı. Bu girişimi hayal kırıklığı olarak değerlendiren parlamento, T.C. Rotterdam Başkonsolosluğu'nun çağrısını kınadı. İktidar ortağı Liberal Sağ Parti (VVD), Dışişleri Bakanı Bert Koenders'dan Türkiye'nin Lahey Büyükelçisi'ni çağırarak bilgi almasını istedi. Parlamentodaki hemen hemen bütün partiler bu öneriye destek verdi. Koalisyonun diğer ortağı İşçi Partisi (PVdA) da gelişmeyi "kaygı verici" olarak değerlendirdi. Ana muhalefetteki Sosyalist Parti ise, "Ankara'nın uzun kolunun yeni bir girişimi" değerlendirmesini yaptı.
Dinmek bilmeyen bu tepkiler üzerine, ‘Sen neden yazmıyorsun’ soruları karşısında bir şeyler yazmayı kaçınılmaz buldum. Ne var ki, bir yanda benim devletimin tutumu, diğer yanda da hem sol görüşlü yurttaşlarımızın ve hem de Hollanda tarafının tepkileri vardı. Tabii ki, Ak Parti’ye gönül vermiş olanların olayı sahiplenmeleri ve savunmaları da cabasıydı.
Yazacağım yorum, taraflar arasında hem memnun edici hem de üzücü ifadeler içerecekti.
Renksizlikle ve korkaklıkla suçlanmak istemiyorum ama, yine de bir şeyler yazmam gerektiğine inanıyordum..
Çareyi, devletimize 40 yıl diplomat olarak hizmet etmiş bir Türkiye sevdalısı ile konuşmakta buldum. Devletimize Başkonsolos olarak hizmet etmiş olan Mustafa Orhan Ertuğruloğlu ile konuştum.
Çok iyi bir dostum olan Ertuğruloğlu’na, ‘Sen, ülkemizin ve devletimizin bir ferdi olarak ve de Başkonsolosluk görevi yapmış bir kişi olarak son gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsun’ diye sordum. O da açık yüreklilik ile şu görüşleri aktardı:
-‘39 yıl 9 ay devlete hizmetim var. Bunun 36 yıl 4 ay Dışişleri Bakanlığında geçti. Deventer’de 2 kez, İran Urumiye’de 2 kez, Naçıvan’da 2 yıl Birinci Sınıf Başkonsolos olarak görev yaptım. Konsolosluk tarafından Türk kuruluşlarına yazı gönderildiğini duyduğum zaman inanamadım. Yazının çok talihsiz bir biçimde kaleme alındığını ve yanlış anlamaya neden olabileceğini düşünüyorum.
Nitekim Konsolsolukta çalışan küçük bir memurun hatası sonucu böyle bir yazının gitmiş olabileceğini sanıyorum. Aksini düşünmek istemiyorum.
Başbakan Rutte,Türk Hükümetinin neyi amaçladığının anlaşılamadığını, bu konuda Ankara’dan açıklama isteyeceğini söylemiş.
Öte yandan Gazeteci Ebru Umar, Metro’daki köşe yazısında Konsolosluk çağrısını, İkinci Dünya Savaşı öncesinde ve savaş sırasında Hollanda Nazi Partisi “NSB”nin uygulamalarına benzetmiş. ‘İkinci Dünya Savaşı öncesinde ve savaş sırasında internet ve twitter varmıydı?’ sorusu aklıma takılıyor.
Ebru Umar, Metro gazetesindeki köşesinde Başkonsolosluğun muhbirlik çağrısını sert dille eleştirmiş ve : “Türk konsolosluğunun çağrısını destekleyenler, Naziler gibi muhbirlik yapsın. Hollanda’da Sultan Erdoğan, 1923 yılında, cumhuriyetin kurulmasından bu yana tanıdığım en megaloman diktatör hakkında ihbarda bulunsunlar” demiş.
Söz ve basın Hürriyetine inanan bir insan olarak, istediğini yazmakta serbesttir diye düşünüyorum. Kendi fikridir. Paylaşırız paylaşmayız, o başka.
-Peki, Ebru Umar konusunda neler söylemek istersin?
‘Bizler, birinci kuşak olarak,Hollanda'da yetişen 3'ncü ve 4'ncü kuşak Türk göçmenlerini kendi kızımız, kendi oğlumuz gibi görürüz. Kimilerinin buraya genç, dişlerinde çürük bile olmadan, sapsağlam gelen annelerinin, kimilerinin babalarının pasaportunda, kimilerinin doğum tutanağında, kimilerinin annelerinin evlendirme belgesinde, kimilerinin dedelerinin ölüm tutanağında imzam var. Sen de onların ana-babalarını, dedelerini tanıdın. Doğumlarına, ölümlerine, düğünlerine tanık oldun. Bizler, oğullarımızın, kızlarımızın iyi olmasını isteriz. Onlarla güler,onlarla ağlar,onların başarılarıyla seviniriz. Cumhurbaşkanı'na hakaret gerekçesiyle gözaltına alınan Türk kökenli Hollanda tebası Ebru kızımız serbest kaldıktan sonra "Türkiye'de olduğumu unutmuşum. Vatanımda kendimi Suriyeli gibi his ediyorum" demiş. İçimden haberi okurken "Aman Hollanda'ya dönene kadar Türkiye'de olduğunu bir daha sakın unutmasın" diye geçirdim.
Ayrıca ana vatanına karşı Hollanda Krallığı'nın koruması altında olduğundan şanslıdır. Acıdır. Ama şanslıdır. O yüzden Atatürk'ün dediği gibi Türklüğüyle övünmeye devam etsin. Güven konusuna gelince, Hollanda tabiyetinde olduğuna oturup kalkıp şükretsin.
İngilizler ve Hollandalılar, Fransızları -arogant- kibirli, Almanlar'ı ise espriden yoksun bulur. Doğrudur. Bunu Böhmermann'ın pespaye klibinde bir kez daha gördük. Ben ne Böhmermann'ın karamela dörtlüklerini andıran, hiciv yönü olmayan aygın baygın manisini beyendim, ne de Umar'ın bazı düşüncelerine katılıyorum. Ama her iki olayın da ifade ve basın hürriyeti çerçevesine çekilmesini savunuyorum. Keser döner, sap döner, gün gelir hesap döner. Basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü hepimize lazım. Nitekim Kemal Gönültaş davasında, Cumhurbaşkanı'nın bile basın özgürlüğüne sığınmak zorunda kaldığını okuyorum.’
-Peki, Başkonsoloslar ve konsolosların dokunulmazlığı var mıdır? Bunlar Büyükelçiler gibi ayrıcalıklı mıdır?
-‘Hollanda’da 1976-80 yılları arasında Muavin Konsolos, 1996-2000 ve 2002-2006 yıllaır arasında Birinci sınıf Başkonsolos olarak görev yaptım. Hollanda’da Başkonsoloslukarın, Büyükelçilik çalışanları gibi diplomatik muafiyetleri yoktur. Bizlere, yani Başkonsoloslara ve Konsolosluk çalışanlarına B tipi veya 2’nci sınıf kimlik verilir. Diplomatik değil, Konsüler muafiyetimiz vardır. Park cezalarını bile ödemekle mükelleftik. Bir anımı anlatayım. Sanıyorum 1986 yılıydı. Rotterdam’da Alev Selamoğlu isimli bir meslekdaşımız Maiyette Başkonsolos olarak görev yapıyordu. Kendisine Park yeri tahsis edilmemişti. O da arabayı, boş bulduğu yere bırakır ve ceza yerdi. Sonuçta biriken ödenmemiş park cezası faturaları 1000 Gulden gibi bir yekuna ulaşınca polis birkaç uyarıdan sonra durumu Lahey Buyükelçişiği’ne bidlrdi. Büyükelçi Benler rahmetli, Selamoğlu’na, Konsolsolukların, Büyükelçilikler gibi siyasi muafiyetleri olmadığını, park cezasını ödemesi gerektiğini söyledi. Selamoğlu “Ödemem” dedi. Nihayet bir Pazar günü polis, Selamoğlu’nun evine giderek Selamoğlu’na para cezasını hemen ödemesi gerektiğini söylemiş. Selamoğlu itiraz edince “tutuklanarak nezarethaneye” görütüldü. Sene 1987. Ben o vakit Ankara’ya dönmüştüm. Selamoğlu, nezaretten, Kamuran Sümercan’a telefon ediyor. Kamuran derhal karakola gidiyor, para cezasını ödüyor ve Alev’i kurtarıyor. Alev karakoldan çıkarken de fotoğrafını çekiyor. Ertesi gün Alev’in nezaretten çıkarken çekilmiş fotoğrafı Milliyet gazetesinde yer alınca Selamoğlu derhal merkeze alındı.
Bu hikayeyi anlatmamın nedeni şu ki, Hollanda’daki Başkonsolosluklar, pasaport uzatma, Noter İşlemleri,Cenaze Nakli, doğum bildirimi, ölüm tutanağı gibi Konsuler görevleri dışındaki konulara el atarken son derecede dikkatli olmak zorundadırlar. Ülkenin kanunlarına uymak, saygı göstermek durumundadırlar. Hollanda, bu ülkede yaşayan insanlarımızı, kendi vatandaşı olarak görüyor ve yabancı büyükelçiliklerin ve konsoloslukların onlara karışmasına sıcak bakmıyor. Bunu defaatle hissetirdiler. Nitekim, eskiden konsolosluklarda nikah kıyardık. Artık, insanımızın çoğu Hollanda vatandaşı olduğundan, konsolosluklar nikah da kıyamıyor.
Bizlerin diplomat olarak görevimiz, Türk-Hollanda ilişkilerini bozmak değil, iyileştirmek ve geliştirmektir. Zira yaratılan her diplomatik kriz, yapılan her siyasi gaf, sonuçta Hollanda'daki insanımızın birbir Hollandalılar ile, Hollanda makamları ile olan günlük ilişkilerine yansıyor. Bundan da sonuçta kendi insanımız zarar görüyor. Kısacası, vatandaşımızın menfaatleirni korumak yerine, onları mağdur etmiş olmuyor muyuz?
Ama şimdi olan olmuş. Cin şişeden, diş macunu tüpten çıkmış.
İlhancığım, sen eski bir gazetecisin. Sana tepki olarak söyleyebileceklerim bunlar.
Ben, 36 yıllık dışişleri görevimi, alnımın akıyla tamamlamış bir insan olarak, takdir edersin ki çalıştığım kurum hakkında bir şey yazmadım ve yazmak da istemem. Bu benim mizacıma ters bir durum. Görev sürem sırasında, bana gelen saçma talimatları uygulamadan önce, olabilecek sakıncalarını bildirmekten korkmadım ve kendi vatandaşımın, iş icabı vakıf olduğum sırları dolayısıyla ne kendi makamlarıma, ne de yabancı makamlara ispiyon etmedim. Biz öyle yetiştik veya yetiştirildik’.
FACEBOOK YORUMLAR