Avrupa'nın değerleri taciz altında
Avrupa'nın, Köln kentinde yılbaşı gecesi meydana gelen olayların ardından sığınmacılara karşı "taciz" odağında inşa ettiği söylem, Kıta'nın, bu kesimlerle ilişkisinin sorunlu mahiyetini de ortaya koyuyor.
Başta Almanya olmak üzere kıta genelinde sığınmacılara yönelik kamuoyu algısının bütünüyle değişmesine yol açan Köln'de yılbaşı gecesi meydana gelen taciz ve gasp olayları ile bu olaylar etrafında devam eden hararetli tartışmalar, Avrupa'nın mültecilerle ilişkisindeki sorunlu tabiatı da gözler önüne seriyor. Gerçeklerle kara propaganda, itfira ve yalanlar arasındaki sınırı giderek belirsizleştiren bir mecrada seyreden bu tartışmalar, "suç"un kendisi ve bunu mümkün kılan toplumsal vasatın bütün boyutlarıyla anlaşılmasına odaklanması gereken zihinsel mesai yerine, "suçlu"nun milliyeti ve dini aidiyetinin öncelikle ele alındığı çarpık bir yaklaşımın genel kabul görmeye başladığını da gösteriyor.
Taciz ve gasp olaylarını, Kıta'nın, neredeyse ilk kez sığınmacı akınının ardından tanıştığı suçlar olarak tanımlayacak kadar sığ ve ideolojik yönelimler çerçevesinde cereyan eden bu tartışmaların en vahim boyutu ise her dönemde azınlıkta olan aşırı sağcı-popülist grupların savunduğu fikirlerin, Avrupa nüfusunun çoğunluğunu oluşturan çoğulcu, liberal, demokrat ve ılımlı kesimlerde de karşılık bulmaya başlaması.
Kamuoyu algısını, resmi kurum ve kuruluşların yaklaşımlarını ve nihayet medya dilini bütünüyle yeniden belirleyecek güçte yeni bir sığınmacı söyleminin inşa edildiği bu süreçte, Avrupa’nın toplumsal dokusu, özellikle son 50 senede yeniden tanımlanan modernizm ve küreselleşme olgularının etkileri ve bu duruma paralel olarak Avrupa toplumlarının yaşam tarzlarında meydana gelen köklü değişiklikler hesaba katılmıyor, demokrasi, insan hakları, eşitlik ve özgürlük gibi evrensel değerler üzerinden kendisini tanımlayan ve bu değerlerin savunuculuğunu üstlenen Avrupa'da sığınmacılarla ilgili tartışmalar, ırkçılık ve yabancı düşmanlığının en kaba örneklerini ortaya çıkan çerçevelere hapsoluyor.
Kadına yönelik şiddet
Avrupa’nın büyük şehirlerinde, hızla değişen toplumsal doku ve sosyal dinamiklerin bir sonucu olarak kadınlara yönelik şiddet, taciz ve tecavüz olayları, her ne kadar basında gereken ciddiyetle ele alınmasa da günlük yaşamın bir parçası haline gelmiş durumda. Özellikle Avrupa’daki toplumsal hayatın bir parçası durumunda olan eğlence kültürü ve yüksek orandaki alkol tüketimi kadınlara yönelik şiddet, taciz ve tecavüz olayları hakkında yapılan istatistiklerde ön plana çıkıyor. Ayrıca Avrupa toplumlarında gözlemlenen cinselleşme ve cinselliğin aşırı şekilde ön plana çıkarılması da bu konuda yapılan sosyo-psikolojik araştırmalarda önemli bir başlık teşkil ediyor.
Bu bilgiler ışığında kadınlara yönelik şiddet, taciz ve tecavüz vakalarına yabancı olmayan Almanya’nın Köln şehrinde 31 Aralık 2015 tarihinde meydana gelen taciz, darp ve gasp vakalarının şüphelilerinin Kuzey Afrika ve Suriye kökenli Arap mülteciler oldukları iddialarının medyada yer almasının, önce Almanya’da sonrasında ise tüm Avrupa’da toplumsal infiale yol açması, Avrupa'nın bu sorunla yüzleşme tavrı ve sergilediği refleksler açısından oldukça ilginç bir örnek oluşturuyor.
Olayların ilk günlerinden itibaren yapılan vurgu ile yaratılan toplumsal algının merkezinde ‘taciz, darp ve gasp’ gibi suçlardan ziyade, bu suçu işlediği iddia edilen kişilerin etnik kökenleri ön plana çıkarıldı. Ayrıca yaklaşık 7-8 aydır Almanya’da oldukça yoğun şekilde tartışılan sığınmacılar sorununun, zanlıların arasında mültecilerin de bulunduğu iddialarıyla çok daha değişik bir boyuta taşındığı gözlemlendi. Köln Emniyet Müdürlüğü, yapılan çelişkili ve eksik açıklamalar, olayların gerçek boyutunun zamanında açıklanmaması, olaylara müdahalede yetersiz kalınması ve bilgi akışının sağlıklı bir şekilde yürütülememesi gibi nedenlerle yoğun bir şekilde eleştirildi ve akabinde Köln Emniyet Müdürü Wolfgang Albers, 8 Ocak 2016’da görevinden alındı. Mağdurlar yaptıkları şikayet ve açıklamalarda, çoğunluğunu Arap görünümlü kişilerin oluşturduğu yaklaşık bin kişilik bir grubun, yılbaşı gecesi sistematik olarak Köln Ana Tren Garı ve Köln Katedrali çevresindeki kadınları yoğun şekilde taciz ettiklerini, ayrıca cüzdan ve cep telefonu gibi değerli eşyalarını da gasp ettiklerini iddia etti. Sığınmacıların "kitlesel taciz" olaylarına karıştıklarına ilişkin haberler Avrupa medyasında büyük infiale yol açmakla beraber Köln Polisi, yaptığı araştırmalar sonucunda kendilerine ulaşan şikayetlerin büyük bir bölümünde ciddi tutarsızlıklar olduğunu belirledi ve yapılan şikayetlerin bir bölümünün de asılsız olduğu sonucuna ulaştı.
Somut delillere ulaşılamadı
Siyasetin de oluşan kamuoyu algısının icbar ettiği doğrultuda hareket etmeye zorlandığı bu süreçte ortaya atılan iddialara, yapılan araştırmalara ve akabinde gerçekleşen tutuklamalara rağmen Köln Polisi, yapılan ithamları bütünüyle haklı çıkaracak kesin sonuçlara ve delillere ulaşamamıştır. Ayrıca olayın ilk günlerinde yine medyaya yansıyan tecavüz vakaları da ispat edilemedi, hatta asılsız birer iddia oldukları ortaya çıktı. Geçen hafta açıklama yapan Alman Polis Sendikası Başkanı Rainer Wendt de polise intikal eden cinsel taciz ve tecavüz iddialarının çoğunun asılsız olduğunu belirtti. Ama yine de medya yoluyla yayılan ‘mülteciler Köln’de kadınları taciz ediyor’ algısı zaten devam etmekte olan mülteci meselesi temelli tartışmalar içerisinde hızla taban bularak, sığınmacı karşıtı PEGİDA gibi aşırı sağcı, ırkçı, milliyetçi ve İslam karşıtı gruplar tarafından, mülteci karşıtı argümanlar içerisinde araçsallaştırılarak toplumsal bir tepki yaratmak için kullanıldı. İspat edilememesine rağmen, tüm mültecileri potansiyel suçlu ve tacizci gibi gösteren yüzlerce makale ve karikatür Avrupa’nın tanınmış gazetelerinde yer bulurken, Avrupa toplumlarının çok-kültürlülüğü destekleyen ılımlı kesimlerinden dahi, mültecilere ve Avrupa hükumetlerinin mülteci politikalarına karşı yoğun şekilde eleştiriler yükselmeye başladı.
Tüm bu veriler ışığında Köln’de başlayan ve daha sonra tüm Avrupa’yı etkisi altına alan "mültecileri potansiyel suçlu" ve "Avrupa toplumları için bir tehdit" olarak gören-gösteren algıyı tam olarak anlayabilmek için, bu algıyı meydana getiren dinamiklerin ele alınması gerekiyor.
Dikkatler suça değil mültecilere çekildi
Bu bağlamda ele alınması gereken ilk başlık, şüphesiz mültecileri Avrupalıların gözünde ‘ötekileştirmek’ veya diğer bir tabirle ‘demonize’ etmek için kullanılan ‘kadınlara karşı şiddet, taciz ve tecavüz’ gibi itham ve suçlamalardır. Çünkü bu tür suçlar istisnasız tüm toplumlarda nefret uyandırdığı gibi, bu tür suçları işleyenlere ağır cezalar verilmesi toplumların kolektif nefretlerini hafifletmekte ve kontrol altında tutmaktadır. Köln’de yaşanan olayda da aynı mantıkla, işlenen suçun türü üzerinden negatif toplumsal bir algı oluşturularak mülteciler ötekileştirilmiş ve toplumun dikkati işlenen suçtan ziyade suçu işlediği iddia edilen mülteciler üzerine çekilmiştir. Her ne kadar kadınlara yönelik şiddet, taciz ve tecavüz gibi suçlar Avrupa’da zaten kanıksanmış durumda olsa da, toplumsal hassasiyet ve duyarlılığa sistematik olarak vurgu yapılarak geniş tabanlı bir tepki meydana getirilmiştir.
Üzerinde durulması gereken ikinci başlık ise bu şekilde oluşturulan negatif toplumsal algı ile ötekileştirilen hedef gruptur. Bu bağlamda hem Almanya’da hem de Avrupa’da mültecilerin bulunduğu neredeyse her ülkede hakim olan görüş, farklı etnik, kültürel, sosyal, siyasi ve dini değerlere sahip mültecilerin, Avrupa’nın sahip olduğu tüm değerler için tehlike arz ettiğidir. Özellikle Avrupa’da son yıllarda varlıklarını daha çok hissettiren aşırı sağcı, ırkçı, milliyetçi ve dindar gruplar, yukarıda bahsedilen görüş ve düşünce tarzı ile Avrupa Birliği’nin mevcut mülteci ve göçmen politikalarını aşırı şekilde eleştirmektedirler. Burada önemli olan nokta ise, Avrupa toplumlarının genelinde taban bulamayan bu tür grupların, kendi popülist argümanlarını destekleyen olayları kullanarak daha geniş bir tabana ulaşma arzularıdır. Bu çerçevede Köln’de yaşanan olaydan sonra mesele, medyanın da dolaylı desteğiyle çok başarılı bir şekilde marjinalize edilerek geniş tabanlı toplumsal bir tepki yaratılmıştır. Burada asıl hedef ise kadınlara yönelik şiddet, taciz ve tecavüz olaylarını engellemekten ziyade, mültecilerin Avrupa’ya gelişlerini engellemek, Avrupa’da bulunan mültecilerin ise sınır dışı edilmesinin önünü açmaktı.
Avrupa'da İslam karşıtlığı
Ele alınması gereken üçüncü ve son başlık ise Avrupa’da yükselişe geçen İslam karşıtlığıdır. Aslında Avrupa genelinde hep var olan İslam karşıtlığı, özellikle ABD’deki 11 Eylül saldırıları ile ivme kazanmış, daha sonra Avrupa’da meydana gelen bombalı saldırılar, aşırı gruplar, El Kaide ve son olarak DAEŞ tehdidi ile sürekli olarak gündemde kalan ve toplumsal düzeyde tartışılan bir konu olmuştur. Avrupa’daki İslam karşıtlığı, bu fikri destekleyen kişi ve grupların sürekli olarak "terör", "Avrupa’nın İslamlaşması", "Avrupa’nın Müslümanlar tarafından içeriden fethedilmesi", "İslami yaşam ve giyim", "İslam’ın Avrupa’nın değerlerine karşıtlığı" gibi klişeleşmiş popülist argümanlar ile aslında Avrupa’da tahmin edildiğinin aksine, çok geniş bir tabana ulaşamamıştır. Ama Avrupa’ya gelen mültecilerin sayısının artması ve bu mültecilerinin büyük bölümünün Müslüman ülkelerden gelmesi, Avrupa’daki mevcut İslam karşıtlığı için yeni ve "elverişli" bir gerekçe temin etmiştir. Özellikle Köln’de yaşanan olaylardan sonra İslam’ın kadınlara değer vermediği, İslam’ın kadınlara şiddet uygulanmasını kabul ettiği, Müslüman mültecilerin Avrupa’ya gelmesiyle Avrupalı kadınların büyük bir tehdit altında olduğu gibi popülist söylemlerin yaşanan tartışmaların ve inşa edilen söylemin merkezine çekilmesi oldukça dikkat çekici. Çünkü konunun Köln’de kadınlara yönelik şiddet, taciz ve tecavüz gibi iddialar ile marjinalize edilmesiyle başlayan sürecin, akabinde özellikle mültecilere vurgu yapılarak oradan da İslam’a getirilmesi tesadüften ziyade sistematik olarak çalışan bir bilinçaltını işaret ediyor.
Liberal ve demokrat kesimler aşırı sağa kayıyor
İşaret edilen hususlar göz önünde bulundurulduğunda, öncelikle Avrupa’da kadınlara yönelik şiddet, taciz ve tecavüz olaylarının genel olarak yaşanan sosyal ve kültürel dejenerasyonun bir sonucu olarak zaten uzun zamandır Avrupa toplumlarının gündeminde olan bir mesele olduğu söylenebilir. Köln’de yaşanan taciz olaylarına verilen toplumsal tepkinin ise aslında iddia edildiği gibi sadece kadınlara yönelik şiddet, taciz ve tecavüz suçlarıyla alakalı olmadığı ise açık bir şekilde gözlemlenmektedir. Köln ile başlayıp daha sonrasında tüm Avrupa’ya yayılan bu tepkinin merkezinde ise özellikle Avrupa’ya gelen mülteci ve sığınmacı sayılarının son bir senedir aşırı şeklide yükselmesi bulunmaktadır. Avrupa’da bulunan aşırı sağcı, ırkçı, milliyetçi gruplar ise sığınmacıların çoğunluğunun Müslüman ülkelerden gelmesini kendi popülist söylemleri için kullanmakta ve bu şekilde çok daha geniş kitlelere ulaşmak için Köln’de yaşanan olayları ve benzerlerini marjinalize etmektedirler. Bu şekilde yaratılmak istenen toplumsal algının temelinde ise, zaten mevcut olan İslam karşıtlığının, nesnesi haline getirilmiş Müslüman mülteci ve sığınmacılar üzerinden vurgulanması yatmaktadır.
Her ne kadar son dönemlerde bu tür olaylar üzerinden üretilen aşırı sağcı-popülist söylemler daha çok gündeme gelmeye başladıysa da, yaklaşık 60 seneden uzun bir süredir göçmenlerin ve sığınmacıların hedefi durumunda olan Avrupa için bu söylemlerin yeni olduğu söylenemez. Avrupa için yeni olan şey, her dönem azınlıkta olan aşırı sağcı-popülist grupların savunduğu fikirlerin, Avrupa nüfusunun çoğunluğunu oluşturan çoğulcu, liberal, demokrat ve ılımlı kesimlerde de karşılık bulmaya başlamasıdır.
FACEBOOK YORUMLAR