Avrupa kendi değerlerine hayır diyor
16 Nisan'daki referandumda yaklaşık 3 milyon Türk seçmenin oy kullanacağı Avrupa ülkelerinde demokrasiden ve fikir özgürlüğünden uzak kararlar alınıyor Bekir Bozdağ’ın Almanya’daki referandum konuşmasına yasak getirilmesinin ardından, yasakçı ülkeler kervanına Hollanda, Avusturya ve Belçika gibi ülkeler katıldı Aşırı sağın alabildiğine güçlenme eğilimine girdiği AB ülkelerinde, bundan sonra bu tür tutumların, söylem ve eylemlerin sıkça görüleceği akılda tutulmalı
İSTANBUL (AA) -ÖZCAN HIDIR- 16 Nisan'daki referandumdan önce çalışmalar hız kazanırken, yaklaşık 3 milyon Türk seçmenin oy kullanacağı Avrupa ülkelerinde demokrasiden ve fikir özgürlüğünden uzak kararlar alınıyor. Nitekim Bekir Bozdağ’ın Almanya’daki referandum konuşmasına yasak getirilmesinin ardından, yasakçı ülkeler kervanına Hollanda, Avusturya ve Belçika gibi ülkeler de katıldı. Bütün bunlar, Avrupa’nın 16 Nisan’da referandumda ‘evet’ sonucu çıkmasından ne derece tedirgin olduğunun açık göstergeleri olsa gerek.
Yasağın ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere, Başbakan Yıldırım, Adalet Bakanı Bozdağ, Dışişleri bakanı Çavuşoğlu ve AB Bakanı Çelik sert tepkiler ortaya koydular. Bu tepkiler içerisinde belki de en etkilisi, yasağın Nazi uygulamalarından farkının olmadığına dair Erdoğan’ın açıklaması oldu. Nitekim bu sözler Alman medyasında -ve hatta Hollanda medyasında- geniş yankı buldu. Hollanda için ise Erdoğan, bu kararın onların kendi kararları olmadığını ve Almanya’yı takip ederek bu kararı aldıklarını söyledi. 11 Mart’ta Hollanda’nın Rotterdam şehrindeki konuşması yasaklanan Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ve Adalet Bakanı Bozdağ da yasağı yine sert sözlerle eleştirdiler. AB Bakanı Ömer Çelik ise AB’ye ırkçı, İslamofobik ve anti-semitik siyasetler üreten bazı üye ülkelerin hükümetlerine karşı tedbir alma çağrısında bulundu. Avrupa Parlamentosu Türk delegasyonu da Türk politikacılara yönelik yasak kararlarını, kınanması istemiyle parlamento gündemine taşıdılar.
- Yasağın Avrupa çapında yayılma ihtimali
AB Bakanı Çelik ve Türk delegasyonunun bu çağrı ve çabalarının şu sıralar AB nezdinde ne kadar olumlu karşılık bulacağı oldukça meçhul. Hatta bunun tam tersi, yani yasağın blok halinde AB çapında uygulanmasını öneren çağrılar yapılıyor. Nitekim Avusturya Başbakan’ı Christian Kern’in, Türk politikacılara Avrupa çapında miting yapma yasağı getirilmesi yönünde AB ülkelerine çağrıda bulunması bu anlamda dikkat çekici oldu. Die Welt gazetesine konuşan Kern, Türkofobik-Erdoğanfobik sözlerinde hızını alamamış olacak ki Türkiye ile sürdürülen AB müzakerelerinin bitirilmesini, AB uyum yasaları kapsamında verilmesi öngörülen 4.5 milyar Euro yardımın da iptal edilmesini ya da reformların yerine getirilmesi için politik baskı unsuru olarak kullanılmasını da isteyebildi. İslamofobik-Türkofobik açıklamaları ile sürekli gündeme gelen Avusturya Dışişleri Bakanı Sebastian Kurz da kervana katıldı ve “Erdoğan Avusturya’ya gelmesin” diyerek yasağın AB tarafından uygulanmasını işaret etti. Buna karşılık Hollanda Dışişleri Bakanı Bert Keonders ise bu yasaklamaların “Ulusal bir mesele” olduğunu ifade etti.
Belçika ve Avusturya’da da gündeme gelmekle birlikte, Erdoğan’ın “Diğerleri de arkasından gelecek” sözünü doğrularcasına, Almanya’nın ardından en dikkat çekici yasaklama, Hollanda’dan geldi. 11 Mart’ta Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun konuşmasına yasak getirildi. Almanya’da olduğu gibi burada da yine yerel yönetimlerin kararı devreye girdi ve en önemli gerekçe olarak da kamu düzeni ve güvenlik dillendirildi. Çavuşoğlu buna rağmen, Alman mevkidaşı ile görüşmek üzere Almanya’ya gitti, ancak konuşacağı salonun çeşitli bahanelerle yine değiştirilmesi, bu meselede Almanya’nın negatif tutumunu sürdürdüğünü göstermesi bakımından önemliydi. Burada da yine güvenlik ve benzeri bahanelerin ardına sığınıldı. Çavuşoğlu’nun Cumartesi günü gerçekleşmesi planlanan Hollanda ziyaretini yapması durumunda, yine mahalli idareler marifetiyle bu engellemenin yapılacağı, Hollanda medyasında yer alan bilgiler arasında. Bu meyanda belirtmek gerekir ki güvenlik, özellikle 11 Eylül sonrasında Batı’da azınlıklarla ilgili zenofobik-İslamofobik-Türkofobik politikaların en önemli gerekçesi haline getirildi.
- Hollanda’da yasak kararının yankıları
Tabiatıyla konu, 15 Mart’ta parlamento seçimi atmosferinde olan Hollanda’da önemli bir gündem oluşturdu. Hemen bütün partilerin seçim malzemesi olarak kullanıldı ve –belli nüanslarla da olsa- blok halinde yasak yönünde açıklamalar yapıldı. Başbakan Rutte, Türk politikacıların ve özelde de Çavuşoğlu’nun Hollanda’da kampanya yürütmesini “İstenmeyen bir şey” olarak ifade ederek, Hollanda kamusal alanının dış ülkelerin siyasi kampanya alanı olmadığını söyledi. Rutte ayrıca buna hükümet olarak yasak getirmenin mümkün olup olmadığını da araştırdıklarını söyledi. Hatta bu maksatla Rotterdam Belediye başkanı Ahmed Eboutaleb ve Terörizmle Mücadele Koordinatörü Dick Schoof ile görüşeceğini belirtti. Bu arada Müslüman bir Faslı olan Rotterdam Belediye başkanı eliyle Türklerin engellenme girişimi ise dikkat çekici olsa gerek. Aboutaleb de Rutte’nin görüşlerine katıldığını belirtti. Aslında bu da onun adına sürpriz değildi. Zira daha önce Türkler, Türkiye ve Erdoğan ile alakalı olaylarda genelde bu yönde pozisyon aldığı biliniyor. Bu tür yasaklamalarda belediye başkanlarının tavrı oldukça önem arz ediyor: Zira Hollanda’da belediye başkanı aynı zamanda şehrin güvenliğinden de sorumlu vali konumundadır.
Öte yandan şu anki koalisyon hükümetinde entegrasyondan sorumlu başbakan yardımcısı olan ve 2-3 yıllık periyotta Türk kurum ve kuruluşlarına yönelik negatif söylemleriyle öne çıkan L. Ascher ise Türk politikacıların -ki bu ifade AK Parti mensupları olarak okunmalıdır- Hollanda’da kampanya yürütmelerini doğru bulmadığını ve tıpkı Rutte gibi bunu yasal olarak engelleyip engelleyemeyeceklerini araştırdıklarını söyledi. Öyle görünüyor ki, önceki seçimlerde çantada keklik olarak gördüğü azınlık grupların oylarını artık kolayca alamadığı kamuoyu yoklamalarında aşikâr gözüken Ascher, partisi PvdA’nın kaybettiği oyları aşırı sağ ve Türkofobik/Türkiye karşıtı söylemler üzerinden tekrar kazanma amacı güdüyor. Yine Dışişleri Bakanı Bert Keonders da Rutte ile benzer argümanlarla yasak yönünde tavır aldı. Onun ayrıca Türkiye’nin problemlerini Hollanda’ya ithal etmesine ve Türkiye’deki fikir özgürlüğünün kısıtlanmasına dair ‘endişe’ bildirmesi ise bir ironi olsa gerek. Koenders ayrıca Erdoğan ve Çavuşoğlu’nun Hollanda’nın bu yasak kararını Wilders’ın ve aşırı sağın etkisi ve dış baskı (muhtemelen Almanya veya AB) ile aldığı yönündeki ifadelerini de “Hollanda özgür bir ülke” diyerek kabul etmediklerini belirtti.
Öte yandan nispeten dengeli politikaları ve devlet adamlığı tavrıyla bildiğimiz liberal-sol parti D66’nın lideri Alexander Pechtold’un bile “Diktatörlüğe eğilim gösteren bir ülkenin burada kampanya yürütmesi absürt bir durum” demesi ve Çavuşoğlu’nun kampanya için Rotterdam’da konuşmasının yasaklanması için bütün yasal yolların denenmesi gerektiğini söylemesi, bu partiye oy veren Türkler nezdinde hayal kırıklığı yarattı. Aşırı sağ parti başkanı Wilders’in yasak yönünde görüş bildirmesi ise zaten sürpriz değildi. Ancak sürpriz olan, bu tür fırsatları genelde kaçırmayan Wilders’in bunu başlangıçta yüksek sesle pek dillendirmemiş olması. Ne var ki Wilders bu sessizliğini bozdu ve Çarşamba sabahı Lahey’deki Türk elçiliği önünde yasak lehine bir gösteri düzenleyeceğini bildirdi. Bununla da kalmadı, diplomatik teamüllerin sınırlarını iyice aşarak, 16 Nisan’a kadar referandumda ‘evet’ için gelecek Türk hükümeti yetkililerinin ‘istenmeyen adam’ ilan edilmesini isteyebildi. Bu istek Hollanda medyası tarafından da eleştirildi.
Bu arada Hollanda İçin (VNL) Partisi milletvekilleri Van Klaveren ve Louis Bontes ise İçişleri ve Dışişleri bakanlarının cevaplaması istemiyle “Hollanda’da Türk müdahalesi ve kampanyası istemiyoruz” başlığıyla Parlamento’ya bir soru önergesi verdiler. Önergede ayrıca Türkiye’nin ‘diktatörlük’ ile suçlanmasını, algı operasyonunun boyutları bakımından not etmek gerekir.
- Yasağın muhtemel bazı sebepleri
Almanya’da başlayan ve ardından Hollanda’da sürdürülen bu tür yasakların pek çok sebebinden söz edebiliriz. Tabiatıyla, genel anlamda bu yasakların bir süredir Türk kurum ve kuruluşlarına, özelde de Tayyip Erdoğan’a yönelik algı operasyonlarının bir parçası olduğunu öncelikle belirtmek gerekir. Bununla birlikte, öne çıkan önemli bazı somut gerekçeler de söz konusudur.
1. Yasaklamalarda özellikle FETÖ, PKK ve benzeri grupların Hollanda medyasına ve siyasilerine 16 Nisan referandumunun Türkiye’ye diktatörlük getireceğine dair yönelttiği propaganda ve ‘hayır’ oylarına dolaylı destek verme amacı, en önemli etken olarak karşımıza çıkıyor. Bunu aynı zamanda Ak Parti ve Erdoğan karşıtlığına örtülü destek olarak da okuyabiliriz. Nitekim Almanya, Hollanda ve Belçika gibi ülkelerde 1 Kasım seçimlerinde Ak Parti’nin önemli bir oy çoğunluğuna sahip olduğu biliniyor. Buna karşılık CHP’lilere ve HDP’lilere bu yönde bir yasaklama getirildiğine dair görünürde bir işaret yok. Bununla birlikte, paradoks gibi dursa da, bu tür yasakların aslında Avrupa ve Hollanda’daki Türklerin çoğu üzerinde ‘evet’ oylarını arttırıcı bir etkisinin olabileceğini de düşünmek gerek. Zira mağduriyet yaratıcı durumların, Türk siyasetinde ve Türk seçmenlerde mağdur tarafa yaradığı biliniyor.
2. Bu konuda öne çıkarılan diğer bir neden ise Türkiye’deki politik kutuplaşma, suçlamaların Hollanda’daki Türkler üzerinde yarattığı olumsuz kamplaşmalar ve bunun Hollanda’daki toplumsal barışa zarar verdiği argümanıdır. Bu argümanın yersizliğini söyleyebiliriz. Zira bu ülkelerde yaşayan Türkler, şayet Türkiye’den politikacılar kampanya için gelmeseler bile politik olarak pozisyon alıyor ve tercihlerini ortaya koyuyorlar. Kaldı ki Türk televizyonları ve Türkiye gündemi -belki de Türkiye’den daha çok- Hollanda’daki ve Avrupa ülkelerindeki Türklerce takip ediliyor.
3. Yasaklamalar konusunda ileri sürülen bir diğer argüman da Türkiye’de fikir özgürlüğünün kısıtlandığını ve referandumda ‘evet’ çıkmasıyla bu kısıtlamaların çok daha hızlanacağını ima eden ifadeler olsa gerek. Yukarıda sözlerine yer verdiğimiz hemen her Hollandalı politikacı, şu veya bu şekilde buna atıf yaptı. Son yıllarda Batı’da ‘fikir özgürlüğü’ konusu, dillere her daim pelesenk yapılan bir konu. Özellikle 11 Eylül sonrasında Hollanda’da, genelde Müslümanlar, özelde ise son yıllarda Türkler için, bu ‘fikir özgürlüğü’ nedense pek akıllara gelmedi. Gelse bile çifte standartlı kullanıldı ve pek çok olayda fırtınalar koparıldı.
4. Referandumun Türkiye’nin gelişmesinde önemli bir momentum olması yönündeki varsayımı da burada zikretmeliyiz. Buna göre Türkiye’ye doğrudan cephe alamayan ülkeler, bu tür hamlelerle adeta salvo yapıyor, Türkiye’yi ve Erdoğan’ı durdurma telaşlarını dışa vuruyorlar. Bu yıl içerisinde birçok ülkesinde seçim yapılacak olan Avrupa’da, Türkiye ve özellikle Erdoğan’ın seçim malzemesine konu olmadığı ülke neredeyse yok gibi. Türkiye ve Erdoğan’a yönelik söylem ve eylemler, aşırı sağın güçlendiği seçim kampanyalarında puan kazandırıcı bir olgu durumunda. Hatta Erdoğan artık negatif haber-yorumlar, köşe yazıları ve kitaplarla birilerinin ‘geçim kapısı’na dönüşmüş durumda. Bu durum Türkiye’nin önemli bir güç olarak sivrilişinin alabildiğine fark edildiğinin göstergesidir.
5. Bu gerekçelerden belki de en önemlisi, 15 Mart’ta seçime gidecek olan Hollanda’daki seçim atmosferi olsa gerek. Nitekim Hollanda’daki seçim kampanyalarında genel kanaat, kampanya dilinin oldukça keskinleştiği ve uçlara savrulan söylemlerin hâkim olmaya başladığı yönünde. Zaten aşırı sağın genel anlamda yükselmesiyle, AB ülkelerindeki merkez partilerin söylemlerinde ve politikalarında sağa savrulma yaşanıyordu. Seçim kampanyasında, aşırı sağa kayan oyların geri kazanılmasındaki etkisine yönelik hesap yapılarak yasak yönünde adımların atılmış olması muhtemeldir. Nitekim bu kampanyaların, Hollanda seçimlerinde birinci parti konumundaki Wilders’e malzeme sunacağı, Hollandalı bazı politikacıların ima ettiği bir husustu. Dolayısıyla Hollanda’daki yasak kararlarının, daha ziyade bu seçimlerle alakalı olması muhtemel. Ancak Dışişleri Bakanı Koenders’in yaptığı gibi, Hollanda hükümet yetkilileri açıktan bu tür değerlendirmeleri kabul etmediklerini söylüyorlar.
- Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'nun muhtemel ziyareti
Bu itibarla 15 Mart öncesinde Hollanda’da, 16 Nisan referandumu için bu tür bir kampanya yürütülmesi şu an için zor görünüyor. Ancak 15 Mart’tan sonra bunun mümkün olabileceği söylenebilir ki Başbakan Yıldırım’ın da buna dair bir beyanı oldu. Ayrıca Hollanda medyasında yer alan haber-analizlerde, buna izin verilmeyeceği, Başbakan Rutte ve Dışişleri Bakanı Koenders’e atfen yer aldı. Ancak yine gazetelerde yer alan yorumlar, Çavuşoğlu’nun her şeye rağmen Hollanda ziyaretini gerçekleştirmesi durumunda ne yapılacağı konusunda belirsizlik olduğu ve yasaklamanın güvenlik ve kamu düzeni gerekçesiyle Almanya’da olduğu gibi mahalli idareler eliyle yaptırılacağı yönünde.
Almanya’da Bekir Bozdağ ile başlayıp Hollanda’da Çavuşoğlu ile sürdürülen, Türk politikacıların referandum kampanya konuşmalarına getirilen yasak, ilgili ülkelerle olan ilişkilerde önemli kırılmalara, güven zedelenmesine yol açtı. Aşırı sağın alabildiğine güçlenme eğilimine girdiği AB ülkelerinde, bundan sonra bu tür tutumların, söylem ve eylemlerin sıkça görüleceği akılda tutulmalı.
FACEBOOK YORUMLAR