Almanya'da DİTİB baskınlarında siyasi hesaplar
Almanya’da 'ehlileştirilmiş' bir 'Alman İslamı'nın doğabilme ihtimalinin önündeki en büyük engel, bu ülkedeki Müslümanların önemli bir kesimini temsil eden DİTİB.
Almanya’da yasal olarak organize olmuş Diyanet İşleri Türk İslam Birliği’ne (DİTİB) mensup dört imamın evlerine yapılan polis baskınları, iki ülke ilişkilerinde derin sarsıntılar yaratmaya gebe görünüyor. Türkiye adına casusluk yapmakla suçlanan imamların evlerinde yapılan aramalarda herhangi bir suç unsuruna rastlanmadığı için tutuklama olmamasına rağmen bu olay nedeniyle Türk-Alman ilişkilerinin ağır bir darbe aldığı açık.
DİTİB’e yönelik baskıların ve imamlara yönelik ajanlık suçlamalarının arka planında neler olduğu ile ilgili üç senaryo öne sürülebilir. Öncelikle söz konusu baskınlara Almanya’daki siyasi aktörlerin çekişmesi neden olmuş olabilir. Nitekim Türkiye ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İngiltere’deki Brexit kampanyasında ve Avusturya’daki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde çok yoğun bir şekilde iç politika malzemesi yapıldığına tanık olundu.
Türkiye karşıtı kampanyanın siyasi hedefi
Dış politikanın kısa vadeli popülist çıkarlar adına iç politika için araçsallaştırıldığı söz konusu yaklaşım, bu sefer Almanya’daki bazı çevrelerce kullanıma sokulmuş görünüyor. Sözde ‘Ermeni soykırımı’ yasa tasarısının Alman Parlamentosu’nda kabul edilme sürecinde, PKK’nın legalleştirilmesi çabalarında ve Türkiye’nin DEAŞ’a yardım ettiği yalanının kullanıma sokulması örneklerinde görüldüğü gibi Sol Parti (Die Linke) ve Yeşiller’in (Die Grünen) ön planda, Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) ise arka planda olduğu Türkiye karşıtı bir kampanya Almanya’da uzun zamandır gündemde tutuluyor.
Söz konusu tutumun arka planında özellikle Sol Parti ve Yeşiller Partisi’nde yoğunlaşmış bir PKK muhipliğinin yanı sıra, eylül ayında yapılacak seçimlerde ortaya çıkacak parlamento aritmetiğinde Merkel’in partisi CDU’nun zayıflatılarak, muhtemel bir Kızıl-Kızıl-Yeşil (Sosyal Demokrat Parti-Sol Parti ve Yeşiller) koalisyon hükümetinin altyapısının oluşturulması hedefi bulunuyor.
Baskınların zamamlaması
Bu çerçevede DİTİB baskınları, mülteci anlaşması nedeniyle Türkiye’ye bağımlı olan Almanya Başbakanı Angela Merkel’i zor durumda bırakmayı hedefleyen, hukuki kılıflı siyasi bir hamle olarak görülebilir. Baskınların Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve Başbakan Binali Yıldırım’ın Almanya’ya ziyaretinden sadece iki gün önceye denk getirilmesi ve SPD ile Yeşiller’in ortak yönetiminde bulunan Kuzey Ren Vestfalya ve Rheinland Pfalz Eyaletleri’nde gerçekleşmesi tesadüf olarak görülemez.
Özellikle Yeşiller Partisi Eşbaşkanı Cem Özdemir’in uzun süredir DİTİB’e yönelik menfi bir kampanyanın başını çekmesi de bir tesadüf değil. Buradan hareketle Özdemir’in DİTİB’in Almanya’daki itibarını sarsma amaçlı çok sayıda demecinin ardından 2015 yılı mayıs ayında yapmış olduğu "Türkiye, artık Müslümanları özgür bırakmalı" şeklindeki açıklaması da dikkat çekici. İmamların evlerine yapılan baskının hemen ardından SPD’li Federal Adalet Bakanı Heiko Maas’ın "Türk devletinin DİTİB üzerindeki etkisi çok fazla. Kurum, Ankara ile bağlarını makul bir biçimde azaltmalı" açıklaması ise konunun tam anlamıyla siyasi bir operasyon olduğunu gayet açık bir biçimde ortaya koyuyor.
Merkel faktörü
İkinci senaryoya göre DİTİB karşıtı kampanya bizatihi Merkel’in bilgisiyle ve yönlendirmesiyle gerçekleşen bir inisiyatif olarak da görülebilir. Bu okumaya göre, Merkel’in kurmayları söz konusu hukuk dışı saldırılar ile yukarıda ifade edilen ve Avrupa siyasetinde moda haline gelen Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türkiye karşıtlığını yaklaşan seçimler nedeniyle Alman iç politikasına taşımaya karar vermiş olabilirler.
Merkel yönetimindeki muhafazakar Hristiyan Demokrat Birlik Partisi (CDU), Almanya İçin Alternatif Partisi (AfD) liderliğinde yükselişe geçen aşırı sağa yönelik bir ön alma stratejisi geliştirmeye çalışıyor. Son dönemde yapılan kamuoyu yoklamalarında AfD’ye ciddi oranda seçmen kaptırdığı görülen CDU'da adeta bir panik havası yaşanıyor. Merkel’in, burkanın yasaklanmasını savunan ve İslam dini ile terörizmi yan yana getiren açıklamalarının üstüne başlatılan DİTİB’e yönelik karalama kampanyası, bu hava içerisinde aşırı sağ seçmene verilmiş bir mesaj olarak okunabilir.
'Avrupa İslamı' projesi
Üçüncü olarak, DİTİB imamlarına yönelik baskınlar siyasal çevre ayrımına gitmeden Alman devletinin bir hamlesi olarak da değerlendirilebilir. Almanya’da beş milyonu, batı Avrupa’da ise yirmi milyonu aşan Müslüman nüfusun 'ehlileştirilmesi' ve asimilasyonu meselesi, Avrupa devletleri açısından bugün hayati bir mesele olarak görülüyor. Bu minvalde Avrupa ve ulus-devlet bazlı olmak üzere ikili bir stratejiden bahsetmek mümkün. Bir taraftan Avrupa çapında bir ‘Avrupa İslamı’ oluşturulmaya çalışılırken diğer taraftan da ‘Avusturya İslamı’, ‘Fransız İslamı’ ve ‘Alman İslamı’ gibi asimilasyon odaklı ulusal projeler hız kazanmış durumda.
Bu çerçevede DİTİB’e yönelik baskılar genelde Avrupa, özelde ise Almanya’da İslam dinini kontrol etme mücadelesi olarak okunmalıdır. Almanya’da 'ehlileştirilmiş' bir 'Alman İslamı'nın doğabilme ihtimalinin önündeki en büyük engel, bu ülkedeki Müslümanların önemli bir kesimini temsil eden DİTİB. Bu nedenle Alman siyasiler nezdinde bu kurumun toplumsal itibarının zedelenmesi ve kuruma yönelik güvenin sarsılmasının, ulaşılmak istenen önemli bir hedef olarak görüldüğü anlaşılıyor.
Türkiye'nin mukabele hakkı
Yukarıda zikredilen üç senaryodan hangisinin gerçeğe daha yakın olduğunu bilmek, devletlerin karar alma mekanizmalarının şeffaf olmamasından dolayı mümkün değil. Belki de bu üç senaryo aynı anda gerçeğin birer parçasını oluşturuyor. Bununla birlikte şu rahatlıkla ifade edilebilir ki, ‘casusluk yapılıyor’ kılıfı ile Almanya’da Türk STK’larına yönelik oluşturulmak istenen baskıcı hava, 90’lı yıllarda Türkiye’de Alman vakıfları odağında yapılan tartışmaları andırıyor.
Söz konusu tutum güçlü devletlerin refleksi olmayıp, kendine güveni zedelenmiş, sorunlarına çözüm bulmak yerine kendisine günah keçileri arayan devletlere has bir görüntü. Avrupa’nın ve hatta dünyanın bir kriz sarmalına girdiği şu zaman diliminde dünyanın en büyük ticaret aktörlerinden biri olan Almanya’nın siyasi liderlerinin Türkiye ile ilişkileri bozacağı çok açık olan böylesi bir komploya en hafifinden de olsa bir cevap verememiş olmaları yahut bunun bizzat yürütücüsü olmaları, Türkiye’nin diplomaside karşılıklılık ilkesi gereğince atması muhtemel adımları hesaba katmadıklarını gösteriyor.
Bu hesap bilmeme, iki ülke arasında giderek tırmanması muhtemel bir siyasi gerilime yol açarak, mülteciler nedeniyle eli kolu bağlı olan Merkel hükümetine hiç tercih etmeyeceği bir zamanda ve miktarda maliyet olarak dönebilir. Özellikle de vakıflarıyla, STK’larıyla ve kültür kurumlarıyla Türkiye’nin en hassas meseleleri hakkında son derece geniş bir özgürlük alanı içerisinde hareket etmesine müsaade edilen Almanya’nın bu avantajlı durumuna Türkiye tarafından mütekabiliyet ilkesi esasınca kısıtlamalar getirilmesi, uzun yıllar boyunca bin bir emekle inşa edilen bu ilişkilere ve kurumlara zarar verme potansiyeli taşıyor.
[Yrd. Doç. Dr. Enes Bayraklı. Türk-Alman Üniversitesi Öğretim Üyesi, SETA'da dış politika uzmanı]
FACEBOOK YORUMLAR