Reklam

ABD'li ünlü romancının Datça aşkı

ABD'li ünlü romancının Datça aşkı

ABD'li ünlü romancının Datça aşkı
Editör: Turkinfo.nl
21 Ağustos 2010 - 11:12
Reklam
Reklam
Bölgeyi 2007’de tesadüfen keşfettiğini ama bugün memleketi gibi gördüğünü belirten Vida son romanının ilhamını da bu ´ikiz´ kasabalardan almış.

İşte Vida´nın makalesinin tamamı:          



Türkiye’nin güneybatısında bulunan Datça Yarımadası’nı 2005 yılında tamamen şans eseri keşfettim. Daha önce hiç Türkiye’ye gitmemiştim ve eşimle birlikte sahil kıyısında Haziran ayını geçirebileceğimiz kiralık bir yer arıyorduk.                           


Kuzey Kutup Dairesi’nde kış ortasında geçen bir roman yazıyordum ve yazı Türkiye’nin sahillerinde geçirmek hem kitabımın ortamından hem de San Francisco’daki hayatımın gürültüsünden kaçmak için en mükemmel çözüm gibi görünüyordu.    



        


Kimseyi tanımadığım, ancak insanların ve suyun sıcak olduğu bir ülkede bir ay boyunca ara vermeden yazı yazmayı planlıyordum. Dolayısıyla internette “Türkiye”, “su”, “kiralık” ve “ucuz” kelimelerini aradım ve karşıma çıkan ilk ev aynı zamanda da tek müsait olan ev oldu.     



Doğrusunu söylemek gerekirse hem pahalı değildi, hem de temiz ve bahçesindeki mor çiçekleriyle çok çekici görünüyordu. Beğendiğimiz ev Datça’daydı. Yarımadanın yerini haritada belirlediğimde bir anda çok meraklandım: Akdeniz ve Ege’nin kesiştiği noktada bulunan Datça’da tatil yaparsam bir gün bir denizde bir gün öbüründe yüzebileceğimin hayallerini kurmaya başladım.      



KADERİN OYUNU   


Türkiye’yle ilgili turist rehberlerini inceledikçe merakım daha da arttı. Hiçbir kitapta burayla ilgili bir sayfadan fazla bilgi yoktu. Böylece bu evin bizim kaderimiz olduğuna ikna oldum.



Datça gün ışığında basit ve etkileyici görünüyordu. Ancak Datça’nın en sevimli parçası İskele Caddesi’nin arka tarafında kalan, deniz kenarındaki kordondu.



İlk bakışta Datça zamanında daha iyi günler geçirmiş gibi görünüyordu. Büyük oteller kapanmıştı ancak deniz kenarındaki küçük oteller hala faaliyetteydi. Birçok evin camında satılık ilanları vardı. Ama yine de popülerliğinden bir şeyler kaybetmiş bir kasaba olarak huzur verici bir tarafı vardı.



Sabahları yazı yazıyordum, öğleden sonraları da eşimle kitap okuyup denize girebileceğimiz küçük plajların keşfine çıkıyorduk. Bazen karşımıza çıkan tek canlılar bir keçi ailesi oluyordu. Akşamları kordonda yemek yiyorduk. Haftada birkaç kez pazara gidip taze peynir, zeytin, kiraz gibi yiyecekler alıyorduk. Kısa zamanda gün batımına, sokak kedilerine, sahile vuran dalgalara, açık havada oynadığımız satranç oyunlarına ve ezan sesine aşık oldum.



Son günümüzde yarımadanın kuzeyine özellikle de antik Yunan’dan kalma bir amfi tiyatroya ev sahipliği yapan Knidos’a gitmeye karar verdik. Rehberde daha önce burayla ilgili yorumlar okumuştum ancak daha önce ziyaret etme fırsatı bulamamıştık.



Knidos’ta otel yok, restoran ise sadece bir tane. Genellikle günübirlik gelen tekneler ve guletler buraya yanaşıyor. Birçok insan tekneyle gelip günü harabeleri ziyaret ederek ya da restoranda yemek yiyerek geçiriyor. Biz de Knidos’ta önce yüzüp sonra da taze balıktan, beyaz peynir, köfte ve cacıktan oluşan şahane bir yemek yedik.



"TEK SORUN GEÇ KEŞFETMEMİZ"


Knidos’un kumları bembeyaz ve çok fazla insan burada denize girmese de suyun sıcaklığı çok yerinde. Deniz o kadar tuzlu ki su yüzeyinde kalmak için çok fazla çaba sarf etmeye gerek kalmıyor. Amfi tiyatro da en güzel denizden görünüyor. Knidos’la ilgili tek sorunumuz kendisini çok geç keşfetmiş olmamızdı. Datça’nın basit güzelliklerinden sonra bu ışıltılı ve el değmemiş koy rüya gibi görünüyordu.



Datça’dayken hiç not almamıştım çünkü Türkiye hakkında bir şey yazmaya pek niyetim yoktu. Ancak bir sonraki kitabımı kurgularken bu ikiz kasabalar aklımdan çıkmadı. İki sene sonra, bu kez iki arkadaşımla, kendimi bir kez daha Datça ve Knidos’ta buldum.



Bu yolculuğumdan yine çok keyif aldım ancak karşımdaki kasabalar hatırladığımdan daha farklı olduğu için biraz hayal kırıklığına uğradım. Daha gürültülü, daha popüler, ama daha az romantik ve daha aşınmış. Sanırım tatilde hoşumuza giden yerlere bir daha gittiğimizde böyle oluyor.



Bunun üzerine düşünmeye başladım. Nasıl bir karakter bir kasabaya döner ve bulduğu şeyin aklında kalandan farklı olduğunu görünce hayal kırıklığına uğrar? Son romanım “The Lovers”ın (Aşıklar) baş karakteri, 53 yaşındaki Yvonne bu sorudan doğdu. Kasabaların ikiz olması dolayısıyla Yvonne’un ikiz çocuk annesi olmasına karar verdim; bir tanesi altın çocuk, diğeri sorunlu kişilik. Buradan yola çıkan hikaye büyüdükçe büyüdü.


Şimdi Datça’ya baktığımda bir insanın memleketine duyduğu karmaşık duyguları hissediyorum. Bazen seviyorum, bazen sevmiyorum. Bazen herkes görsün, bazen bana kalsın istiyorum. Hatırladığım halini çok seviyorum, ama yeniden gördüğüm zaman daha güzel olsun istiyorum. Bir daha buraya gelişimde Datça hakkında bambaşka şeyler hissedeceğimi biliyorum.


 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum

Tüm gelişmelerden haberdar olmak için Turkinfo Hollanda Haber'i:

Adreslerinden takip edin!